© Muhalif 2024

31 Mart’a giderken CHP

Sadık Çelik'in kaleme aldığı '31 Mart’a giderken CHP' başlıklı yazı...

31 Mart'ın eşiğinde, Türkiye'nin siyasi labirentinde yol bulmak başlı başına bir bilmece. Bu bilmecenin son dönemdeki en renkli parçası ise şüphesiz, karmaşası, ayrışması, kaygıları, beklentileri ve umutlarıyla; CHP.

Bize düşen ise doğru cevapları arayıp durmak…

Böyle zamanlarda susmak bir seçenek değil, yazmak ise tarihe tanıklık etmektir.

Son dönemde CHP’de yaşananlar, partinin iç dinamikleri ve politik manevraları, birçok tartışmayı da beraberinde getiriyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrasında gerçekleşen CHP kurultayı, yerel seçim adaylaştırma sürecinde İstanbul’dan İzmir’e, Ankara'dan Hatay'a kadar uzanan bir yelpazede, partide yaşanan iç çalkantılar, hatalı siyasi stratejiler ve yerel seçimlere beş kala iktidar tarafından bilinçli olarak ortaya bırakılan bombalar…

İzmir’de yaşananlar ayrı bir trajedi. Seçmende karşılığı olmasına rağmen Tunç Soyer’e “diş geçirebildikleri” için onun yerine alternatif bir aday tercih edildi. İntikam duygusu, kin, husumet ve üstüne bir de beceriksizlik…  
Partideki çekişmelerin boyutu yürek burkucu.

Ankara’da adayların mal varlığı tartışmaları, zenginleşme hikayeleri, halkın geçim sıkıntısını gölgede bırakıyor. Bu arada babadan şaşırtıcı bir zenginliğe sahip AKP adayı, mal varlığının tamamını ilan etmemekte belki de haklıdır. İnsanın aklına ister istemez bu kadar zenginlik de normal mi? sorusu geliyor… Gerçi “siyaset yoluyla zenginliğime nasıl zenginlik katarım” anlayışıyla uyumlu bir aday olacağı su götürmez bir gerçek. Acı olan, halk geçim derdinde, sıkıntı içinde yaşarken, onların sıkıntılarından zerre anlayamayacak insanların belediyeler için aday yapılması.

İstanbul ilçelerinde ise CHP için durum daha da karmaşık. Sarıyer'den Ataşehir’e, Esenyurt’tan Maltepe’ye kadar yaşananlar, seçim öncesi partideki huzursuzluğun göstergesi.

İl binası satın alma sürecinde yaşananlar ise köy derneklerini bile hayretler içinde bırakacak cinsten. Kurumsallık, şeffaflık, vergi meseleleri gibi konular yöneticilerin ve parti üyelerinin dilinden düşmüyorken üstelik. Hesap verilebilirlik, şeffaflık naraları havada uçuşuyorken iş uygulamaya gelince, söylenenlerle yapılanlar arasındaki uçurum, göz yaşartıyor. 
İdealist söylemler ve gerçekler arasındaki çelişki sağlam bir eleştiriyi hak ediyor.

Türkiye’nin siyasi sahnesinde "modernlik" ve "ilericilik" postlarına talip olan CHP için, ilkel, kayıt dışı, hatta merdiven altı davranmak, bu tabirlerle anılmak bir ironiden öte, trajik bir paradokstur.

Erdoğan ve iktidarın her kademesindeki isimlerin, bu meseleyi adeta bir ziyafet sofrası gibi görmesi ve üzerine bu denli eğilmesi, seçim arenasında beklenen bir manevra. Sonuçta, eleştiri için mühimmatı CHP'nin kendisi sağladığından, iktidar cephesinin bu fırsatı değerlendirerek namluyu doğru zamanda doğru yöne çevirmesi, sonra da kenara çekilerek gelişmeleri keyifle izlemesi kimseyi şaşırtmamalı.
Ne yazık ki, pazar günkü seçimde CHP'nin karşılaşma ihtimali bulunan kayıpların en önemli nedenleri arasında, bu mesele başı çekiyor. İktidarın son haftalarda bu konuyu sürekli gündemde tutması, muhalefetin zayıf noktalarını açığa çıkararak seçmen üzerinde olumsuz bir etki yaratmış olma potansiyeline sahip. Bu durumun seçim sonuçları üzerinde belirleyici bir rol oynama ihtimali endişe verici.

22 yıllık tek parti iktidarı karşısında duruşuyla, şerefiyle, bilgeliği ile fark yaratması, toplumun kanayan yaralarına merhem olması gereken CHP, aksine sanki iktidar taklitçiliği yapıyor.

Matruşka bebeklerin tekinsiz tekrarları gibi… Siyasetin her katmanında umutla beklenen yeniliğin ardından aynı yüzlerin farklı versiyonlarıyla karşılaşıyoruz.

Bu noktada ülkenin siyasi dengelerini bozan Kenan Evren’i anmadan geçemiyor insan. 12 Eylül sonrası, vizyon ve yetkinliğin yerini, tutarsız ve donanımsız siyasi figürlerin nasıl aldığını…

Türkiye'nin siyasi manzarasında değişim, artık bir seçenekten öte, zorunluluk haline gelmiştir. Siyasetin bahçesine yeni tohumlar ekilip, hangi çiçeklerin açacağını görme vakti.

CHP’ye dönersek; parti içinde yaşanan bölünmeler ve çekişmeler, "ahde vefa"nın, emeğe saygının ve vicdanın kaybolduğu bir dönemi işaret ediyor. Yerel seçimler bu kadar yakınken, seçimli kurultaya gitme kararının alınması anlaşılır gibi değildi… 
Partideki mevcut kaotik durumun bir göstergesiydi aslında ve haklı olarak pek çok eleştirinin odağında kalmayı sürdürüyor.  

Partinin temeline adanmışlıkla emek vermiş, ülkenin yarınları için endişe taşıyan onurlu dava adamlarının işaret ettiği üzere, Kılıçdaroğlu, Türkiye'de pek azına nasip olacak bir başarıya imza atmıştı. 2019 seçim zaferi, eleştirilerin gölgesinde bile, onun liderlik serüveninin önemli bir kilometre taşıydı. Evet, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bazı yanılgılara düşülmüş ve hatta hatalar yapılmış olabilir; belki İmamoğlu, Büyükerşen ya da Karayalçın gibi isimleri öne sürmek daha farklı bir sonuç doğurabilirdi. 
Ancak, Kılıçdaroğlu, seçime giderken tüm yaşananlara, Akşener’in masayı devirmesine, iktidarın orantısız imkanlarına ve kendisinin Alevi kimliğine rağmen o seçimden, bu engellerin ötesinde yankılanan bir oy oranıyla çıkmayı başarmış ve zaferin eşiğinden dönmüştür.
(Tabii zaferin eşeğinden dönülmesine etki eden unsurlar arasında, yine o dönem Kılıçdaroğlu’nun seccadeye bastığı fotoğraflarının kullanılması, 2019 seçimlerinin ertesinde İmamoğlu’na hapis cezası ve siyasi yasak verildiği gün Kılıçdaroğlu’nun Almanya’da olması, Kılıçdaroğlu’nun Kandil’dekilerle montaj video çekimini Erdoğan’ın mitinglerinde kullanması gibi pek çok talihsiz olay da sayılabilir.)
Ne olursa olsun Kılıçdaroğlu'nun partiden bu şekilde ayrılması, ne ona yakışan bir veda ne de CHP'nin hakettiği bir sondu.
Diğer partiler de kurultay yapıyor. Tek bir aday, tüm delegelerin tam desteği ile seçiliyor. Doğru yolun bu olduğunu savunmuyoruz elbette, demokrasiyi başımızın üzerinde taç olarak taşımaktan başka doğru bir yol olamaz. Ancak, insanın aklına ister istemez şu soru takılıyor: Kılıçdaroğlu gerçekten bu kadar eleştirilecek bir lider miydi? Onun edebi, ahlakı, dürüst ve karakter sahibi duruşu, hiçbir zaman halkın malına göz dikmeyen, kimseye ihanet etmeyen, temiz bir sicile sahip bir lider profili çiziyor. 
Yoksa gerçekten eleştirilmesi gerekenler, CHP'yi yerel seçim arefesinde seçimli kurultay karmaşasına sürükleyerek parti gemisini sarsan konjuktüreller miydi?
Perşembenin gelişi çarşambadan belli oluyordu. Kılıçdaroğlu’nun onlar karşısında fazla şansı yoktu.

Onlar, evlerini yakmakta kararlıydı, öyle de yaptılar.

Her yaptıklarının Erdoğan’ın işine yarayacağını bile bile…

CHP’li bir yurttaş olarak bunları dile getirmek elbette kolay değil. Ancak büyük çoğunluğun sessiz kalmayı tercih etmesi, kol kırılır yen içinde kalır’ın arkasına sığınması, pek de doğru bir tavır değildir. Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek, “Aman partiye zarar gelmesin,”’e sığınmak da öyle.

Partiye zarar gelmesin derken partiye ve beraberinde bu ülkeye en büyük zararın verildiğini göre göre ses çıkarmamak, dilsiz şeytanlık olur.

Sol, doğası gereği tartışır, soru sorar, çünkü ilerlemenin yolu budur. Yeter ki bu tartışmalar, partinin ve onun ideallerinin önüne geçmesin. Birleştirici bir ruhla ele alınsın.
Ne olursa olsun CHP’de şimdi safları sıklaştırma, birlik ve bütünlüğü koruma zamanı. Çünkü siyaset, zaman zaman hırsların çarpıştığı bir arena olsa da, asıl gücün birlikten geldiği gerçeği değişmiyor.
CHP için bu seçimler, sadece eldeki büyükşehirleri muhafaza etmekten öte, yeni ufuklar açmak; yeni şehir ve ilçeleri kucaklayıp, halkın desteğini geniş bir yelpazede kazanmanın kapısını aralamak olarak görülmeli.  Ancak bu önemli kapı, iç çekişmelerin gölgesinde değil, birlik ve beraberlik içindeki sağlam bir yapı ile aralanabilir.
Eleştirilerimizin temelinde yatan da bu niyettir. Amacımız, parti içindeki farklı görüşleri bir araya getirerek, daha geniş bir kitleye ulaşmak, daha fazla insanın yaşamına dokunabilmektir.
Pazar günü yapılacak seçimlerde, CHP'nin güçlü bir çıkış yapmasını dilemek, partinin siyasi spektrumdaki konumunu pekiştirmenin ötesinde, Türkiye'nin demokratik geleceğine katkıda bulunmak anlamına gelir. Belediye başkanlarının etkin ve rahat bir şekilde çalışabilmelerini sağlayacak olan belediye meclislerinde çoğunluğun elde edilmesi, büyükşehir sayısının artırılması, İstanbul'un kalbinde yer alan Beykoz, Üsküdar, Silivri, Çatalca, Eyüp, Ümraniye, Sultanbeyli, Şile, hatta Fatih gibi ilçelerin kazanılması; bu vizyonun taşlarını yerine oturtacak adımlardır. 
Görülüyor ki; İstanbul seçimi sadece tek bir şehrin değil, Türkiye’nin seçimi olmuş durumda. İstanbul'un nüfus yoğunluğu, insan dokusu ve çeşitliliği göz önüne alındığında; İstanbul’a bakıp tüm ülkeyi görmek, İstanbul seçimleri üzerinden tüm Türkiye'nin nabzını tutmak mümkün.

Ancak yine de yerel seçimlerde İstanbul’a bu denli kitlenmek, bu tekil odaklanma hali, ne yazık ki, 81 ilimizin her birinin, her ilçenin kendi içinde barındırdığı değeri ve potansiyeli gölgelemekte. Erdoğan’ın İstanbul’a olan özel tutkusu ve İmamoğlu faktöründen dolayı tüm hesaplaşmaların İstanbul üzerinden görülmeye çalışılması bir yanıyla ülkenin geri kalanına yapılan büyük bir haksızlıktır. Ülkenin her bir ili ve her bir ilçesi, çağdaş, demokratik, laik, aydınlık ve liyakatten şaşmayan, yetkin, ehil, nitelikli, dürüst, namuslu, siyaset üzerinden zenginleşmeyi düşünmeyecek değerler tarafından yönetilmeyi hak ediyor. 
CHP, eğer parti içi hesaplaşmalar ve kaotik durumlar bertaraf edilerek, kendi içinde bütünleşmiş bir yapıyla ilerleyebilseydi ve bu şekilde, Bursa, Kayseri, Balıkesir, Manisa gibi şehirler, İstanbul’un yukarıda saydığımız ilçeleri ve Türkiye’deki diğer büyükşehirler, il ve ilçeler hak ettikleri yönetime kavuşabilseydi; işte o zaman ülke bayram yerine dönerdi. Bu şansımız azaltıldığı için üzgünüz, yer yer isyan ediyoruz.  
Ancak, bu süreçte belki de en büyük risk, elimizdeki büyükşehirleri, illeri ve ilçeleri kaybetmek olacak. Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmak gibi, umutlarımızı ve kazanımlarımızı riske atarak, asıl değerlerimizi gözden kaçırmamızın bedeli ağır olabilir.
Üzüntümüz ve isyanımız eleştirilere dönüşüyor. Fakat ne yazık ki, eleştiriler bazen duvarlara çarpıyor. Çünkü parti içi iktidarı ülke iktidarıyla eş değer gören, egosu yüksek bireylerin hakim olduğu bir sağcı zihniyete meylediliyor. Kısa vadeli kazanımlar peşinde koşuluyor. Bu yaklaşım, ülkenin ve yaşamın geneline dair derin bir yanılgı içeriyor.
Ekrem İmamoğlu için zorlayıcı olasılıklar seçim sonucunu olumsuz etkileyebilir. AKP’nin, Yeniden Refah Partisi'nin İstanbul adayının geri çekilmesi için gösterdiği çaba dikkat çekici. Bu konu, bugüne kadar hala gündemde kalmaya devam ediyor. Gerçekleşmesi halinde İmamoğlu'nun seçim zaferi ciddi anlamda riske girecektir.
Buna ek olarak, Kürt oyları üzerinde etkili olabilecek bir durum, AKP'nin ikinci defa bir çözüm süreci başlatma ihtimaline dair verilen sinyaller… Diyarbakır’da düzenlenen Nevruz etkinliğinde Leyla Zana’nın bu konuda yaptığı çıkış ve ardından Selahattin Demirtaş’tan gelen birtakım muğlak ifadeler, seçim sonrası “açılım” beklentisi, özellikle Kürt seçmenin oylarına, Imamoğlu aleyhine, etki edebileceğini gösteriyor.

Ancak burada kafa karıştıran bir durum var: Eğer bunlar gerçekten de beklenen ve mümkün olan senaryolar arasında idiyse, Erdoğan’ın İstanbul mitingi öncesinde neden bu önemli meseleler sonuca ulaştırılmadı? Bu nokta, üzerinde durulması gereken bir soru işareti oluşturuyor. Zaten Kürt seçmenin de şu an için kafası muhtemelen bir hayli karışık. Dolayısıyla oyları bölünecek gibi duruyor.

Son olarak Joe Biden'ın Erdoğan'ı Amerika'ya davet etmesi de, AKP'nin özellikle İstanbul'da yerel yönetim seçimlerinde başarı kazanmasını destekleyebilecek durumlar arasında gösterilebilir. Bu davet, uluslararası alanda bir onay niteliği taşıyarak, yerel seviyede seçim sonuçlarına (AKP açısından) olumlu yansıyabilir.

Tüm bunlara rağmen, son tahlilde koşullar yine de CHP açısından zafer için müsait bir zemin sunuyor. Atatürk Havalimanı'nda düzenlenen mitingde, Erdoğan'ın kendi ağzından dökülen sözler de bu malumun ilanıydı aslında. Bir zamanlar 1.5 milyon insanı bir araya getirebilirken, şimdi bu sayının 600 binlere düştüğünü söylüyor Erdoğan. Hatta bazı uzmanlar, katılımcı sayısının 400 bini geçmediğini dile getiriyor. Bu durum, AKP ve Erdoğan'ın halk nezdindeki desteğinin azaldığı, artık halka umut veremediği fikrini destekliyor. Ekonomik kriz ve gelir adaletsizliği karşısında kitleler umutsuzluk ve çaresizlik içinde sığınacak bir liman arayışındalar. CHP’ye zafer için gerekli olan sadece, durumu lehine çevirecek iyi bir son vuruş…

CHP ile ilgili tüm eleştirilerimizde yanıldığımızı görmeyi arzularız, yanılarak partinin zaferini kutlamayı! Kucaklaşmaya ve arkadaşlarımızı coşkuyla alkışlamaya, birlik ve beraberlik içinde daha iyi bir geleceği inşa etmeye hazırız.

Umut ederiz ki Mart'ın sonu bahar olur ve bu bahar, her bir yaprağında yenilenme ve birliğin hikayesini fısıldayan bir dönemin müjdecisi olsun.


sadikcelik.gorus@gmail.com
 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER