© Muhalif 2024

Ceberrut maliye ile geriye bakış

Ülkede A dan Z ye her şeyi değiştirme çabasında sınır tanımayan iktidar, yerleşik kurumları yıkıp, kişiselleştirerek, yetkin yöneticileri eleyip, kadroları liyakatsiz ellere bırakarak büyük hatalar yapıldığını yavaş yavaş fark etmeye başlıyor. Bundan da o kadar emin olamıyorum. Çünkü Milli Eğitim ve Diyanet İşleri Başkanlığı işbirliği ile yapılanlar ve sonuçları ortadayken orada hala tam yol ileri. Ama ekonomi, finans ve maliye alanında yapılan hatalara son vermek ve işe israfı önleyerek başlamak vaadi ile göreve gelen Bakan Mehmet Şimşek, şimdi artık yükü kaldırılamayacak hale gelen kayıt dışı ekonomiye gem vurmak istiyor. Aklına birden 40 yıl önce başarılı olan, 2007 de amacına ulaştığı için vazgeçilen bir uygulama geliyor ve bunu yeniden canlandırmanın yolları aranıyor. Vergi İadelerini hatırlayın lütfen. Ama o yıllarda Türkiye demokrasi henüz tramvaydan inmemişti. Kamu kurumları iyi çalışır durumdaydı. Alınan kararlar keyfi değil, hesaplı kitaplıydı. Şimdi ise Şimşek’in eli sopalı; Hatta kamçılı. Bunalan halkın sırtında patlamaya hazır.  Üstelik vaktiyle Turgut Özal’ın verdiği havuç ta unutulmuş. Bilgi veya niyet eksikliği mi? Toplum psikolojisi ile bağları koparmış olmak mı? Yoksa umursamazlık mı? Bunu bilmek zor.  

Etkin Vergi Toplamak ve İsrafı Kısmak

Devletin çeşitli alanlarda etkin vergi toplaması, iyi hizmet vermesi açısından önemli. Vatandaşa sağlık, eğitim, ulaştırma, altyapı ve savunma hizmeti götürebilmek, destek ihtiyacı olan sektör, bireylere mali destek vermek ve kamu tasarrufu buna bağlı. Evet, devlet borçlanır. Uhdesinde bulunan menkulleri satabilir ve harç toplayabilir. Ama vergi toplamak ve toplananı çar çur etmeyip, verimli işlere harcamak modern maliyeciliğin temel anlayışı. Modern vergiciliğin devlete gelir toplama açısından sunduğu araçların başında ise Katma Değer Vergisi (KDV) gelmekte. KDV bilindiği gibi, yapılan ürün teslimatında, mal ve hizmeti teslim edenin ödediği, ancak teslim alanın üstlendiği bir vergi olup, ilk uygulaması yanılmıyorsam 1950 li yıllarda Fransa’da başlamış ve kullanışlılığından dolayı dünya ülkelerine çeşitli adlarla yansımış. Oranları, mal ve hizmet kategorilerine göre değişen bu vergi, üretim aşamalarının birbirini izlerken yarattığı katma değeri kayıt altına aldığı için vergi kaçaklarını engellemesi açısından etkin bir mali araç olarak kabul görmekte. Harcamalar üzerinden alınan vergiler, sadece yapılan bir harcamanın vergilendirilmesi olduğu halde KDV'nin esası üretim süreçlerinde yaratılan toplam katma değerin saptanmasına dayanmakta. Halen AB ülkelerinde de yaygın olarak uygulamakta ve üye ülkeler arasında oran uyumlaştırma çabaları sık sık gündeme gelmekte. AB üyeliğinin Türkiye gündemindeki öneminin arttığı 1980 li yıllarda, özellikle 24 Ocak kararlarından sonra, Maliye teşkilatının KDV uygulamasına yönelmesi, teşkilatın kendini yenilemesi ile özdeşleşmişti. Amaç, hem daha iyi vergi toplamak, hem de vergilemenin geniş halk kitlelerine “kullananın ödemesi” anlayışıyla yaygınlaştırılması ve üretim süreçlerinin izlenmesiydi. O yıllarda sonradan ne olduğu belli olmayan fonlar, kamu tasarrufu olarak oluşturuldu. İsrafın kısılması anlamında fazla bir şey yapıldı diyemem. Hatta naylon faturalarla, KDV iadesi alan yüzsüzler türedi. Ama bunların resimleri, isimleri gazetelere yansıdı. Kimi yurtdışına kaçtı, kimi ceza aldı. Ama kamu israfı hiçbir zaman bu kadar büyüyüp, yüzsüzleşmedi ve cezasız kalmadı.

“Faturalı Yaşam ve Ekonomi”

Türkiye'de KDV, TBMM tarafından 3065 sayılı yasa ile 25.10.1984 tarihinde kabul edilip, 01.01.1985 den itibaren yürürlüğe girmişti. Çalışan kesimler, mal ve hizmet hattında faal her türlü taşımacılar, işletmeler ve özellikle ihracatçılar kayıtlar üzerinden KVD iadelerinden yararlanmaya başlamıştı. İade sistemi her sektörde kayıtlı olmaya özendirmeyi amaçlıyordu. O yıllarda genç bir yardımcı doçent olan bendeniz, üretim ve harcamaları kayıtlı, vergi sistemi oturmuş bir ülkeden Türkiye’ye yeni dönmüş olmanın heyecanıyla ilk gazete makalemi Milliyet Gazetesi “Düşünenlerin Düşüncesi” sütununa yukarıdaki başlıkla göndermiş ve beklemediğim bir teveccühe mazhar olmuştum. Yazıda anlattıklarım ticari işlemlerde ve günlük alış verişlerde fatura ve fiş almanın sadece kamuya denetim imkânı vermekle kalmadığı, kalite ve harcama denetim bilincinin yerleşmesine de katkıda bulunacağıydı.  O yıllarda KDV iadesi almayı teşvik için Ayşegül Atik ve Ali Atik’in “bir alışveriş, bir fiş” parodileri de hem eğlendirici ve öğretici, hem de özendiriciydi. Evet, biz bordro mahkûmları, her ay fatura veya fiş toplayıp, izleyen ayın ilk 7 gününde matbu zarflar içine koyduğumuz fiş ve faturaları listelerini imzalayarak, çalıştığımız kurumların muhasebelerine verir, sonra iade alınca sevinirdik.  Akmasa damlayan bir getiri olmuştu vergi iadeleri. Belgeleri eksik kalanlar “sizde fazla var mı bu ay?” diye sistemi zorlardı. Ama fiş ve fatura almak bu sayede yerleşti. Tamı tamına 36 yıl vergi iadesi aldık. 1985 yılında başlayan uygulama 2007 yılında sona erdi. Yerine 2008 yılında “asgari geçim indirimi” sistemi getirildi. O da 2021 yılı sonu itibariyle bitti. İhracat yapan şirketlerin yurt dışına gönderdiği mal ve hizmetler KDV'den muaf hale getirildi ve böylece üretimdeki zincirleme bağlar koparıldı. Tabii ihracatçı lisanslarının nasıl verildiğini bilmediğimiz için buradaki açık kapıdan nasıl bir adaletsizlik fışkırdığını da bilemiyoruz. Zaten bırakınız KDV yi, kimin vergi verip, vermediğinin, kimin yurt dışı harcı ödeyip ödemediğinin de farkında değiliz.

“Cin Olmadan Şeytan Çarpmak”

Şimdi Şimşek Bakan, sanki böyle bir geçmiş yokmuş gibi, eski sistemden medet umuyor. Bir de nakit ödemeler için üst limit göstererek bunun üzerinden yapılacak ödemeler sadece kredi kartıyla yapılacak, asla IBAN olmaz diyor. Kart kadar IBAN ödemelerinin kayıtlı sistem olduğu gerçeğini reddediyor. Herkesin kredi kartı olmayabileceği gerçeğinin de farkında değil. Uzlaşma ve mali barış tesisi yerine, çatışmacı anlayışla denetim ve vergi etkinliği yapılabileceğini zannediyor. Denetimin maliyetini de israfı engelleme gibi ihmal ediyor. 1980 li yılların liberal ekonomiye geçiş heyecanında bile KDV uygulamalarını delen, haksız kazanca alet eden pek çok mükellef “prens” vardı. Şimdi bunların sayısı misliyle arttı. 1980 li yıllarda 20 yaşlarında olması gerek Şimşek Bakan, herhalde artık 60 a merdiven dayadı, yani olgunluk çağında. Ama hala “Cin” değil. Türkiye’nin Hazine ve Maliye Bakanı, ama vergiciliğin ve harcama denetiminin uzlaşma olmazsa şeytan işi olduğunun da farkında değil. Oysa önce 2002-2009 yılları arasında Maliye Bakanı olan rahmetli Kemal Unakıtan’ın bile vergi barışını nasıl sağladığını çalışsa daha iyi olurdu. Dara düşünce zorbalığın işe yaramayacağını, iyi günlerde verilen güvenden öğrenmiş olurdu. En önemlisi kamu israfına dur diyerek halka güven verirdi

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER