Türkiye ekonomisinin sadece bir haftalık kaybı 30 Milyar Dolar

Türkiye ekonomisinin sadece bir haftalık kaybı 30 Milyar Dolar
İmamoğlu’nun diploma iptaliyle başlayan ve halk protestoların doruğa ulaştığı süreçte, Türkiye ekonomisinde ağır tahribat yaşandı. Merkez Bankası rezervlerinden 30 milyar dolar erirken, yüksek faiz ve düşük kur politikasıyla sağlanan rezervler yok oldu.

Ekonomist Murat Kubilay Türkiye’de son bir haftada yaşananların ekonomiye etkisini değerlendirdi. İşte yaptığı o paylaşımlar:

“İmamoğlu’nun diploma iptaliyle başlayan süreçte 1 hafta geride kaldı. Merkez Bankası’nın döviz pozisyonundaki ani bozulma 30 MİLYAR DOLAR. Fakat bu hasarın sadece görünen yüzü. Faiz koridorunu artırma ve likidite sıkıştırılma ile ancak durumu kurtarabildik.

Son 1 yıldaki 135 milyar dolarlık net rezervlerdeki iyileşmenin oldukça kısa vadeli ve kırılgan olduğu biliniyordu. Sadece 5 iş gününde, bunun 30 milyar doları yitirildi. Yüksek faiz ve düşük kur ile ancak sağladığımız rezervler hızla buharlaştı.

Rezerv kaybının temelinde örtülü döviz satışları var. Buna ek olarak TL uzlaşmalı vadeli döviz satım ihaleleri yapıldı. Yine de bu süreci kusursuz fırtınaya dönmekten alıkoyan, faizin üst bandının hızla arttırılması ve piyasadaki fazla TL’nin hızla çekilmesi oldu.

NİSAN AYINDAKİ FAİZ İNDİRİMİ BUHARLAŞTI

Bu konu ilk bakışta fazla teknik gelebilir, günlük dile çevireyim. Kısa vadeli faizler arttı ve nisan ayındaki faiz indirimi muhtemelen buharlaştı. Gecelik faizler %42’den %46’ya çıkarken, aylık getiriler %48’e ulaştı. Mevduat faizleri de gecikmeli yükselecek.

Böylece yıl içerisindeki seri faiz indirimleri sonlanacak. Bunu ısrarla bekleyen ve işletme sermayesini bile borçlanan reel sektör daha da sıkışacak. Ayrıca, yılın ikinci yarısında kur artışı bekleyen ihracatçılar da kurdaki baskı politikasının süreceğini gördüler.

GELECEK 1 YIL BEKLENENDEN KÖTÜ OLACAK

Yani reel sektör için önümüzdeki 1 yıl beklenenden kötü olacak ve hem umulan iyileşme gecikecek. Seçim takvimi yaklaştıkça, Nas kadar olmasa da para bolluğu ve düşük faiz politikası ihtiyacı, seçimleri kazanmak isteyen iktidar için iyice zorunluluk olacak.

Faizdeki durumun doğrudan kamu maliyesini olumsuz etkisi var. Yabancıların geldiği en uzun vade olan 2 yıllık tahvillerde bile getiriler %37’den %44’e çıktı. 10 yıllık vadelilerdeyse %28’den %32’ye yükseliş oldu. Bu seviyeler 10 yıl vadede tarihi yüksek düzeyler.

Neredeyse tüm vadelerde faizler %3-5 arası arttı. Hazine’nin toplam TL borcu 4,5 trilyon liraydı. Bunun faiz yükü de yıllık ortalama 180 milyar lira arttı. 2025’te 1,95 trilyon lira rekor faiz ödeyecektik. Bu beklentiyi 2,1 trilyon liraya güncellemek gerekecek.

ENFLASYONLA MÜCADELE ZAYIFLAYACAK

Haliyle bunu vergi artışlarıyla veya daha az kamu hizmetiyle ödeyeceğiz veya parasallaştırıp enflasyonla mücadeleyi zayıflatacağız. Enflasyona da değinelim. Çünkü enflasyonla mücadele, Mart 2024’teki çalkantıdan sonra ikinci büyük yarasını aldı.

Uzun süredir 2020’li yıllarda iktidar değişse bile %20’nin altında enflasyon göremeyeceğimizi söylüyordum. Maalesef bu öngörüyü %3-5 kadar daha yukarı çekmek gerekecek. Fiyatlama algısı kısmen düzelmişken iktidar kaynaklı. yeni bir şok yedi.

Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan görevde olduğu müddetçe, belki Nas artık olmasa bile, bedel ödemek pahasına enflasyonla mücadele çok sıkı biçim uygulanamayacak. Haliyle son 2 yıldır çektiğimiz çile ve oluşan büyük servet adaletsizliği de boşa gitti.

Gelelim yurt dışı borçlanmamıza. İyi haberi verelim; tüm bu yaşananlara rağmen dış borçlanma kanallarımız hala açık, hatta Varlık Fonu daha bu hafta borçlandı. Ancak dünya genelinde faizler yüksekken ve Türkiye’nin CDS’i yeterince düşememişken yeni bir artış oldu.

Çeşitli vadedeki CDS’lerde 60-70 baz puan artış var. Eurotahvillerde getiriler %1 kadar yükseldi. Kabaca 147 milyar dolar olan kamu dış borcunun faiz yükü de yıllık ortalama 1 milyar dolar kadar arttı. Tabii tüm bunlar kamunun zararı. Özel sektörü de unutmayalım.

Mart 2024’ten beri 135 milyar dolarlık rezervlerdeki hızlı iyileşmenin ana kalemleri arasında özel sektörün döviz borçlanıp bunu lira mevduata çevirip yatırım yapması vardı. Yani bir tip yerli ve milli carry trade. Bu özel şirketlerin nasıl bir risk altında olduğu görüldü.

Gelelim hisse senetlerine. BİST100’deki değer kaybı 40 milyar dolar kadar. Bu kayıplar dolar kuru baskılandığı için sınırlandırıldı. Açığa satışın durdurulması ve şirketlerin kendi paylarını almasıyla panik azaltıldı. Kamu yönetimindeki fonların alımlarını da unutmamalı.

Borsanın riskli bir yatırım yeri olduğunu artık herkes öğrenmiş ve bunu kabullenerek yatırım yapmaya başlamıştı. Ancak siyasi gerekçeli yapay bir şokla bu risk dalgası çok daha yıkıcı oldu. Zamanında borsadan çıkıp para piyasası fonlarına gidenler de zarar gördüler.

PPF’lerin %10’u kadarı en kısa vadeli bonolara yatırılabiliyor. Artan faizlerden ötürü buradan da zarar yazan ve hasar alan fonlar oldu. Yani hisse senedi ve tahvil alan ya da döviz cinsi borçlananlar gibi, en güvenli fonlara yatırım yapanlar da kayıp yaşadılar.

En büyük kayıpsa doğrudan verilerde henüz görülmeyen bir alanda; tüketim ve yatırım ortamında yaşanacak. Enflasyon beklentilerindeki bozulma faiz indirimlerini etkilerken, daha büyük şokların yaşanabileceği endişesindekiler yatırım ve tüketimden kaçınacaklar.

Reel sektörün son 1 yılda yeniden döviz borçlandırıldığını ve mevcut kur düzeyini savunmanın da güç olduğunu anımsatalım. Son 1 haftada yabancı yatırımcının gördüğü zarardan ötürü, carry trade haricinde, ikna edilmekte iyice zorlanılacağı aşikâr.

Hatta yarım saat boyunca dolar kurunda kontrolün yitirilmesiyle, carry trade için en kısa vadelerde liraya yatırım yapanlar dahi ürktüler. Özetle, Şimşek’in para bulmak için yaptığı çok sayıda ziyaret boşa düştü. Yine ikili politik ilişkilerle kaynak arayacaklar.

Zaten bu nedenle iktidar geri adım atmasa da hukuka politik etkisini sınırlamak durumunda kaldı. Gözaltı, tutuklama ve kayyım ile devam eden, sokak eylemleri ve dayanışma sandığı ile tepki verilen bir haftanın yarattığı ekonomik yıkım ortada.

Belirtelim; İBB veya başka bir kamu kurumunda yolsuzluk varsa ve bir de başkan ilintiliyse, mutlaka şeffaf soruşturmalar yapılmalı. Ancak, iktidarın kendi bekası uğruna finansal istikrar tehlikeye düşürülüyorsa, o iktidarı da yarattığı maliyetle zan altında bırakmalı."

 

 

İLGİLİ HABERLER