© Muhalif 2024

Herşey apaçık ortada. Daha neyin normalleşmesi bekleniyor?

HAKLI BİR SİVİL İTİAATSİZLİK

20 yıl önce, uygar ülkelerin zamanında yaptığı gibi Hayvanları Koruma Yasası çıkaran ancak kendi çıkardığı yasayı uygulamayan, uygulatmayan Erdoğan ve AKP, son günlerde TBMM’yi sabahlara kadar çalıştırıp, “Sokak Hayvanlarını Toplu Halde Öldürerek Koruma Kanunu!”nu kabul etti. Tek başına bu vicdansız inat bile Erdoğan’ın sadece zaman kazanmaya; toplumu bölerek, gererek, çatıştırarak, her geçen gün eriyen partisini bir arada tutmaya;  her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaya çalıştığının göstergesidir. Bu yasa bütün topluma meydan okumaktır ve mutlaka karşı durulması gerekir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in yasayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıma kararı yerindedir. Daha da yerinde olan ise Özel’in, CHP’li belediyelerin bu yasaya uymayacaklarını açıklamasıdır ki böylesi haklı bir “sivil itaatsizlik”, Erdoğan ve AKP’ye verilmesi şart olan bir yanıttır.

OK YAYDAN ÇIKMIŞTIR

Sokak köpeklerinin topluca katledilmesi yasası ile eş zamanlı olarak CHP’li belediyelerin, büyük miktarı o belediyeler AKP’nin elinde olduğu zamandan kalan SGK borçlarının icra yoluyla tahsili girişimi, Erdoğan ve AKP’nin, -ortağı MHP’nin-, CHP ve muhalefete ama son kamuoyu yoklamalarında CHP’nin oylarının AKP’nin yaklaşık  %8 önünde olduğuna bakarak, tüm ulusa “topyekûn savaş” ilanıdır. Bu meydan okuma yanıtsız bırakılmamalıdır. Artık ok yaydan çıkmıştır ve CHP, Erdoğan’a zaman kazandırmaktan, onun kendisini ve partisini toparlamasına destek olmaktan derhal vazgeçmeli ve savaş ilanına aynıyla karşılık vermelidir. En küçük bir zayıflık örneği CHP’ne de, ülkeye de çok şey kaybettirecektir.

SİYASETTE DURUŞ, GÖRÜNTÜ ÖNEMLİDİR.

CHP ve Özel öncelikle “duruş”larına, verdikleri “görüntü”ye özen göstermelidirler. Özel’in Kıbrıs’taki törenler sırasında, ortada oturan Numan Kurtulmuş’un  “bu da nereden çıktı?” bakışı altında, Özel’e doğru bakmayı bile gerekli görmüyormuşcasına kayıtsız duran Erdoğan’ın kucağına kadar eğilip, adeta onun dikkatini çekmeye, ona yaranmaya çalıştığı görüntüsünü veren fotoğraf karesi, nasıl durulmaması, nasıl hareket edilmemesi gerektiğini gösteren, çarpıcı bir örmek olarak hiç unutulmamalı ve bir daha tekrarlanmamalıdır. Bu fotoğraf karesi, “Türkiye’nin birinci partisi olmak”, “iktidara yürümek” iddiaları ile bağdaşan; CHP’den beklentilerin bir gün gerçekleşebileceğini gösteren bir fotoğraf değildir.

ERDOĞAN VE AKP KAYIPLARDADIR

Erdoğan’ın, bir “devlet adamı”nın hiç bir zaman etmeyeceği, en azından o şekilde etmeyeceği, “İsrail’e de gideriz.” ifadesi, onun, eskileri deyişi ile artık “insicamını kaybettiğini-tutarlı davranamadığını, düşünemediğini ve konuşamadığını” göstermektedir. Gerçekten de Erdoğan, özellikle son yerel seçimlerden sonra, her konuda, her türlü kontrolünü yitirmiş görünmektir. Bunda da şaşılacak bir yan yoktur. Diğer nedenler bir yana Erdoğan, iktidardan ayrıldığı an, bugüne kadar vermediği bütün hesapları vermek zorunda kalabileceğinin bilincindedir. Bu onun en büyük kâbusudur ve onun açısından her ne pahasına olursa olsun, önlenmesi gereken bir gelişmedir.

Bu konu Erdoğan için o kadar önemli ve önceliklidir ki, “Libya’ya, Karabağ’a gittiği gibi (oldukça açıklanmaya muhtaç bir iddiadır ama lafı uzatmayayım.) İsrail’e de girmekten söz edip hem kendisini hem ülkeyi öngörülmesi çok güç yeni sıkıntılara sokmaktan kaçınmamaktadır.

İsrail Dışişleri Bakanı Katz’ın aynı derecede yersiz bile olsa, Erdoğan’ın bu sözünün onu ve Türkiye’yi ABD’nin nasıl perişan edeceğini, Saddam örneği üzerinden ima eden sözleri, Erdoğan’ın önünü, arkasını düşünmeden ettiği bu sözün sonunun nerelere kadar gidebileceğini açıkça göstermektedir. Erdoğan’ı bilemem ama Türkiye’nin hele bugünkü ekonomik ve siyasi durumu dikkate alındığında, yeni bir büyük soruna ihtiyacının olmadığı kuşkusuzdur. Bu söz ateşle oynamak demektir ki HAMAS’a destek olmak ama daha çok Erdoğan’ın kişisel istikbali için Türkiye’yi ateşe atmak ne kadar doğrudur, bilemedim.  

Durum tam da bu iken ve bütün umutlar CHP’ye bağlanmışken, CHP içinde, üstelik davranış ve konuşma biçimini en iyi bilmesi gereken bazı parti önde gelenlerinin sözlerine ne demeli?

MAVİ VATAN BİR MASALDIR!

Siyaset, duruş olduğu kadar hatta daha bile çok neyi, nerede, ne zaman ve nasıl söyleyeceğini bilmektir. Diplomasi ise söyleneceklerin usul ve adap içinde söylenmesi sanatını en üst düzeye çıkarmış olan meslektir. Devlet yönetiminde “mahalle kahvesi ağzına ve kavramlarına” yer yoktur. Diplomasi, karşı tarafa en ağır tehditleri bile savursanız bunu öylesine yapmaktır ki Churchil’in dediği gibi, “cehenneme git! dediğinizde hemen sizden yol tarifi istemeliler!”

“Mavi Vatan bir masaldır!” demek Türkiye için yaşamsal öneme sahip ve AKP’nin yıllardır gereği gibi sahip çıkmadığını artık sağır sultanın bile duyduğu, Türkiye’nin deniz yetki alanları (karasuları, kıta sahanlığı ve ekonomik bölge) hakkını ciddiye almamak hatta konuyu hiç anlamadığınızı göstermektir. Bunun kabul edilemezliği bir yana, aslında AKP’yi sıkıştırabileceğiniz bir konuyu, böyle bir gafla, AKP’nin sizi sıkıştırması için en geniş ve etkili biçimde kullanmasına fırsat vermek demektir. Nitekim tam da bu olmuştur. Amacını aştığını hatta meramını tam anlatamadığını düşündüğüm bu söylemin, konuyu hem esas hem ifade şekli olarak en iyi bilmesi gereken bir meslektaşım tarafından dile getirilmiş olması beni ayrıca üzmüştür. Ege Adaları konusunda benzer bir duruma yakın geçmişte, yine sevdiğim, saydığım bir diğer meslektaşım tarafından yol açılmış olduğunu anımsadığımda, diplomasi ile siyasetin her zaman -en azından biz diplomatların bazıları için- aynı olmadığını düşünmeden edemiyorum. Hal böyleyse daha da dikkatli olunmalıdır.

Ancak yapılan bu tür bireysel yanlışların hemen bütün büyükelçilere teşmil edilmesi de -Mavi Vatan sloganını ve kavramını haklı olarak ortaya atan ve yıllardır bu konudaki etkinlikleri büyük bir özveri ve sadakatle, zaman zaman ağır bedeller de ödeyerek sürdüren Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emekli mensupları tarafından dile getririlmesi de en az bir o kadar yanlıştır. Emekli olsun olmasın, diplomatlarımız arasında bu konuları ve deniz stratejisini çok iyi bilen, yıllarını Türkiye’nin deniz alanları, adalar üzerindeki haklarını koruyarak ve savunarak geçirmiş büyükelçilerimiz vardır. Bundan sonra da olmaya devam edecektir. Böylesi toptancı bir suçlama, üniformasının üzerine cübbe giyerek tarikat ayinine katılan bir generalin o davranışının bütün general ve amirallere mal edilmesi ile aynı anlamı taşır.

CHP ÇEKİNGEN, İKİRCİKLİ TAVRINI TERK ETMELİ, KENDİ İÇİNDE BİRLİK OLMALIDIR

Erdoğan’ın hata üzerine hata yaptığı, iktidarın hızla elinden kaydığını gördüğü bu dönemde CHP’nin hiç hata yapma lüksü yoktur. Artık zaman, her alanda, her zaman ve her yerde topyekûn mücadeleye girmenin ve meşru yollardan, demokrasi içinde, erken seçimi zorlayarak, her geçen gün Türkiye’yi, her alanda daha da büyük sıkıntılara sokan bu iktidardan kurtulmanın yolunu açmak zamanıdır. Korkarım bu, CHP’nin ve Türkiye’nin de son şansıdır.

Bu mücadele, CHP içinde mutlak bir birlikteliği ve ortak akılla hareket etmeyi gerektirir. Partinin çok başlı görüntüsü ve izlenimi vermesi, Türkiye’nin geleceği için en büyük tehlikelerin başında gelmektedir. Lafı dolandırmadan söyleyeyim; İmamoğlu başarılı bir belediye başkanıdır. Ama bugünün Türkiye’sinde cumhurbaşkanı olacak niteliklere sahip değildir. Belediye başkanlığı bilgisinin ve deneyiminin Türkiye’yi yönetmeye yetmediğinin en güzel örneği Erdoğan’dır.

Kemal Kılılçdaroğlu konusunda ise söylenecek tek söz vardır: Bırakmasını bilmek, Türkiye’ye yapılabilecek en büyük hizmettir. Hele de “muktedir” olduğu uzun yıllar boyunca, Türkiye’nin bugünlere gelmesine neden olmasa bile engel de olamayanlar için bırakmasını bilmek, vatana hizmet yönünden adeta bir ön şarttır. Bir ülkeye sadece yanlış yaparak değil, çoğu kez yapılması gerekenleri yapmayarak daha bile çok zarar verilebilir. CHP yönünden baktığımızda, yıllarca devletin hemen her mevkiinde görev almış ancak Türkiye’nin bugünlere gelmesini engelleyememiş -böyle söyleyeyim, diplomatik olsun! - ne kadar çok kişinin hala “vatan kurtaran aslan” görüntüsü ile ortalıkta dolaştıklarını görüp de şaşmamak elde değil.

Siyaset neyi, ne zaman, nasıl yapacağını bilmek; zamanı gelince yapmak; duruşunla, hareketlerinle ve sözlerinle bunu yapabileceğin konusunda seçmene güven vermektir. Diplomasi bu açıdan siyasetçinin en iyi okulu, öğretmeni ve yardımcısıdır.        

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER