© Muhalif 2024

Instagram’a kilit ve özgürlüğün kayıp zamanı: Yasakların gölgesinde yaklaşan son

Sadık Çelik'in kaleme aldığı 'Instagram’a kilit ve özgürlüğün kayıp zamanı: Yasakların gölgesinde yaklaşan son' başlıklı yazı...

2 Ağustos’tan bu yana Türkiye’de Instagram’a erişim yok. Hamas lideri İsmail Haniye ile ilgili atılan mesajların engellenmesi yüzünden. Devlet diyor ki, “Bu taziye mesajlarını neden engellediniz?” Meta özetle şöyle cevap veriyor, “ABD, Hamas’ı terör örgütü olarak kabul ediyor. Algoritmalar devrede.”

7 Ağustos itibariyle bir başka büyük oyun platformu olan Roblox da erişime kapatılmış bulunuyor.

Ne Instagram’da ne de başka bir sosyal medya mecrasında yerim var. Ancak sosyal medyanın tuhaf düzeninin farkındayım. Kendi kuralları, kendi yasakları, kendi sansürü ve bu platformlarda dönen onca alengirli faaliyet… Başlı başına bir sorun. Savunulacak gibi değil, evet.   

Peki ya, yalnızca ve ancak kendi doğruları üzerinden hareket etme anlayışı savunulabilir mi? Üstelik bunu, ülkede yaşayan ve kendi hayat mücadelesini veren, kendi varoluşunu ortaya koyan milyonlarca  insan adına yapmak? Öylesine karmaşık konularda herkesin aynı fikirde, daha doğrusu senin fikrinde olmasını beklemek? Ancak ve ancak kendi bireysel perspektifine göre bir duruş sergilemek? İşine geleni kabul etme, gelmeyeni etmeme eğilimi? Kendi kurallarını koyduğun bir düzenin her koşulda işlemesini talep etmek?

Hamas'ın Filistin halkını tamamen temsil etmediği görüşü istesek de istemesek de yaşıyor. Müslüman Kardeşler'in bir uzantısı olarak da görülen Hamas konusunda sayısız farklı düşünce var. Filistin Kurtuluş Örgütü’nü parçalamak için, onun karşısında, MOSSAD tarafından, CIA tarafından kurulan bir örgüt olduğu görüşü de mevcut… 

Bunlarla birlikte ve hiçbir Arap ülkesinde yas ilan edilmemişken, ülkemizde yas ilan edilmesine karşı çıkılmasını neden yadırgamalıyız ki?

Mesele taraf olma meselesi değil. Sosyal medya şirketlerine “ayar verme” meselesi de değil. “Ev zenciliği” meselesi hiç değil. Bir dönem kendini bu ülkenin zencileri olarak görenler, şimdi bu ifadeyi kendisi gibi düşünmeyenlere karşı hakaret olarak kullanıyor. Dengesini yitirmiş bir tavrın yansıması olarak.

Konu basit değil, çok boyutlu. Giderek daha fazla sıkıntı yaratabilecek bir konu.

Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bürokratları ile Meta yetkilileri arasında yapılan görüşmeler, toplantılar... Algoritmalar, hassasiyetler, savunmadaki Meta ve talepler.

***

Instagram'ı engellemek sadece fotoğraf paylaşmayı durdurmak anlamına gelmiyor. Bir de Instagram üzerinden dönen ticaret var. Reklamlar, ürün ve hizmet satışları, influencer-marka anlaşmaları, abonelik gelirleri... Bu platformun sağladığı imkanlarla, günlük tahminen 1,9 milyar TL'lik e-ticaret hacminin etkilenebileceği öne sürülüyor. Devlet de bu işten vergi kaybı yaşıyor. Instagram'ın Türkiye'deki cirosu için kesin bir rakam yok ama 10-20 milyar TL civarında olduğu tahmin ediliyor. Türkiye’de Instagram’ın 58 milyon kullanıcısı olduğu raporlanıyor.

Ancak, Instagram'ın ekonomik boyutununun önemini büyütmek yanıltıcı olabilir. Dipte daha karmaşık sorunlar var. Kazanç kaybı elbette önemli ama esas problemler daha derin.

Instagram yoksa, dünya dönmeyi durdurmaz, doğru. Ancak mesele sadece Instagram değil. Burada asıl konuşulması gereken, ince ince işlenen sansür! Ufka doğru kaybolan özgürlükler. "Ben yaptım oldu”, “Yasa benim” tavrı… Mahkeme gibi davranıp alınan siyasi kararlar. 

Instagram’a veya Roblox’a erişim bugün engellenir, yarın açılır… 

Esas sorun keyfiliğin hâkimiyeti. Bu ülkede "Bu da olur mu?" dedirten, dedirtmesi gereken şeylerin artık sıradanlaşması. Hukuk ve özgürlükleri hedef alan, olmaması gereken her şeyin birer birer gerçekleşmesi.

Son 20 yılda engellenen site sayısı 800 bine dayanmış ve bunlardan sadece yüzde 6'sı mahkeme kararıyla…

“Yasalara saygılı bir hukuk devleti kimliği” yerle bir. Hiçbir şey güvence altında değil. Hepsi, baştakilerden birinin asfalyalarının atmasına bakıyor…

Mesele sadece gerçekten Instagram’ın engellenmesi mi? Hayır. Asıl mesele her yasak, her sansürle özgürlüğümüzün tırpanlanması, tehdit altına girmesi. Sesimizi yükselttiğimiz an kendimizi, başımıza ne geleceğini bilmediğimiz karanlık bir kuyuya doğru düşüyor gibi hissetmemiz. 

***

Örneğin; Instagram'ın engellendiği günün sabahında, Resmi Gazete'de dikkat çekici bir haber vardı. Anayasa Mahkemesi, dezenformasyon kanunu ile ilgili CHP'nin başvurusunu değerlendirmiş ve İletişim Başkanlığı’na verilen bazı yetkileri anayasaya aykırı bularak iptal etmişti; dezenformasyonla mücadele yetkilerinin iptali kararı. Mahkeme, basının hür olduğu ve sansür edilemeyeceğini vurguladı. Anayasa’ya aykırı bir düzenlemeyi iki yıldır sürdüren merkez, böylece Anayasa Mahkemesi tarafından durduruldu.

Ancak ilginç olan, Anayasa Mahkemesi’nin kararına verilen tepkiydi. Anayasa Mahkemesi'nin web sitesi devre dışı bırakıldı. Bunun yoğunluktan kaynaklandığı ve “kötü bir tesadüf” olduğu öne sürüldü. Peki buna kaç kişi inandı?

Nerede hukukun üstünlüğü? Adaletin terazisi?

Her sansürle biraz daha kaybediyoruz. Instagram olmasa da dünya döner, doğru. Ama özgürlüğümüz giderse, biz dururuz.

***

22 yıldır elde tutulan bir iktidar. Bu iktidardan gelen güç… Belki sarhoşluk…Güç zehirlenmesi… Her şey benimdir, her şey benden sorulur anlayışı… Topluma kapanan kulaklar… Her koşulda bildiğini okuyan, her kararı “millet adına” aldığını ve alabileceğini iddia eden bir lider… Halbuki 31 Mart tam da bu yetkinin meşruiyetini yitirdiğinin bir göstergesi değil miydi? Onun gibi düşünmeyen insanların artık çoğunluğu oluşturduğunun, itiraz seslerinin onaylayan seslerden çok daha fazla olduğunun… Bu kopuşun farkında olmak, ayağını bu son seçimin sonucuna göre uzatmak, seçmenin geri çektiği desteğin gereğini yapmak gerekmez miydi?

Fakat otokrasinin hâkim olduğu bir ortamda, şahit olduklarımız elbette şaşırtıcı değil. Çevresindeki başkanlar, kurumlar ve patronlar, tek bir kişinin talimatları doğrultusunda hareket ederken, devlet aygıtı yok edilip kişisel bir yönetim anlayışı, “kişisel bir cumhuriyet” geçerli hale getirilirken, bu yolda 20 küsür yıldır bütün kaldırım taşları tek tek döşenirken, birilerinin çıkıp hukuk düzeninden bahsetmesi, kurumsallığa, kurallara vurgu yapması komik olmanın ötesine geçebilir mi? 

Devlet gelenekleri ve kurumsal yapı sarsılmış, hatta yok edilmiş durumda. Şirketlerden, hatta kabilelerden bile kötü yönetilen bir ülke görüntüsü… İflas eden kurumlar, çöken adalet sistemi... 

Çok tuhaf… sanki iktidar harakiri yapmak istiyor. İnsan bazen gerçekten bu olasılığı düşünüyor… 

Bir daha iktidar olmamak için, toplumun kendisini terk etmesi için gösterilen özel bir çaba sanki; son yılların özeti. 

Dış politikada eski dostların düşmana dönüşmesi, ekonomide rasyonel politikalardan sapılması… Faizle girilen bilek güreşi… Çağdışı bir yönetim anlayışı… Enflasyonun kontrolden çıkması… Ülkedeki üretim kapasitesinin zayıflaması, tarım ve hayvancılığın bitmesi, herkesin birbiriyle kavgalı hale gelmesi… Çalışma hayatının, iş dünyasının bozulması, fırsatçılığın alıp başını yürümesi…Liyakatın esamesinin okunmaması… İnsanların giderek daha karamsar bir ruh haline bürünmesi. Ayarı ve kimyası bozulan bir toplum. Yolsuzluklar, yoksulluklar, yoksunluklar…

Ülke liderine göre ülkede sorun yok. Hemen her konuda bu bakış açısı hâkim. Bir meseleyi sorun olarak kabul etmezseniz, onu çözme şansınız zaten hiç yok. Sorunlar görmezden gelindikçe, çözümden de o hızla uzaklaşılıyor.

Ülke yaşanmaz hale gelsin diye profesyonel bir çaba gösteriliyor adeta. 

Önünü göremeyen bir toplum, geleceği belirsizlik içinde… Atılan her adım, geleceğe dair umutları giderek daha da tüketiyor.

Yasalara saygının kaybolduğu, hukukun hiçe sayıldığı bir ortamda ne geçim olur ne de ekonomi düzelir.

Yasaklarla, sansürle örülen duvarlar yükselirken, ancak halkın nefesi daralır.

Özgürlükler, bir kum saati gibi akıp gidiyor. Yoksa iktidar, zamanın sonsuza dek elinde olduğunu mu sanıyor?

 

Sadık ÇELİK

sadikcelik.gorus@gmail.com
 

Sadık Çelik'in 08.08.2024 tarihinde Cumhuriyet'te yayınlanan yazısıdır. 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER