Cumhuriyetin kuruluşunun sessiz tanıkları

Muhalif için kaleme aldığı yazısında gazeteci Cengiz Aldemir, Cumhuriyetin ilan edildiği ve doğup, büyüdüğü yer olan Ulus’u şöyle anlatıyor. “Ulus'a gittiğimde doğup büyüdüğüm ve çocukluğumun geçtiği 1960 ve 70'li yıllarda Valiliğin etrafındaki Köprübaşı Mahallesi'ndeki komşularımız aklıma geliyor. Ankara'nın yerlisi Ermeni Hermine Hanım, Yahudi Jorjet ve Marik teyzeler, Arnavut Şaban amca, Boşnak Turan Bey, Arap Mualla teyze, Kürt Recep amca ve onların çocukları olan arkadaşlarımı asla unutamam”.


Cengiz Aldemir

Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlık mücadelesi sürecinde Ankara'nın oynadığı siyasi ve stratejik rol, başkent yapılmasının önemini de ortaya koymaktadır.

Ankara'nın Ulus semti Cumhuriyet dönemi öncesine dayanan zengin tarihsel, kültürel ve manevi bir mirası içinde barındırması, bugün ülkenin turizm, sosyo-ekonomik ve kültürel dokusuna da katkı sağlamaya devam ediyor.

Cumhuriyetin 100. yılını kutladığımız bu günlerde Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 24 Nisan 1923'de Ankara için bakın ne diyor: "Vatanın kurtarılması ve kurulması için mücadele merkezi olarak Ankara'yı seçtiğim zaman Anadolu'nun her yerinden ve İstanbul'dan gelen önce yüzlerce, sonra binlerce vatanseveri, Ankara halkı bağrına basmış, bizlere kucak açmış, güç vermiş, ilk meclis ve ilk milli ordu burada kurulmuş, aydınlık yarınlara buradan gidilmiştir. Bu bakımdan Ankara'nın ve Ankara halkının benim gönlümde apayrı bir yeri vardır."

TARİHİ BİR SEMT

Ulus, Ankara'nın Altındağ ilçesine bağlı Hacı Bayram mahallesinin bir kısmını kapsayan şehirdeki en eski ve Çankaya-Esenboğa yolunun (protokol yolu) güzergâhında yer alan tarihî bir semttir. İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi binası, Ankara Palas Oteli, Kale, Ulus çarşısı ve Ankara hali semtte yer alan bazı önemli yerlerdir. Ulus tarihi kent merkezi projesi kapsamında yapılan çalışmalarla sosyal ve kültürel doku yeniden canlanmış ve canlandırılmaya devam ediyor. Eski adını tarihi Taşhan'dan alan Ulus meydanındaki Atatürk ve ulusal mücadelenin simge isimlerinin heykellerinin yer aldığı Cumhuriyet Anıtı, bugün sivil toplum örgütlerinin protesto eylemlerine de ev sahipliği yapmaya devam ediyor.

ULUS KARDEŞLİĞİN ADRESİ

Ankara dışından gelen insanlar için, siyaset ve bürokrasi yüzünden "gri bir kent" olarak görülse de aslında rengarenk bir kültürel yapıyı da içinde barındıran bir kenttir. Ulus'a gittiğimde doğup büyüdüğüm ve çocukluğumun geçtiği 1960 ve 70'li yıllarda Valiliğin etrafındaki Köprübaşı Mahallesi'ndeki komşularımız aklıma geliyor. Ankara'nın yerlisi Ermeni Hermine hanım, Yahudi Jorjet ve Marik teyzeler, Arnavut Şaban amca, Boşnak Turan bey, Arap Mualla teyze, Kürt Recep amca ve onların çocukları olan arkadaşlarımı asla unutamam. En önemlisi ise, hiç bir farklılık gözetmeksizin barış, sevgi, kardeşlik ve paylaşım duygularımı bu semtte kazandığımı söyleyebilirim. O yıllarda bile Köprübaşı mahallesinin yanı sıra Ulus semtinin etrafında kümelenmiş eski Ankara evlerinin yer aldığı birçok mahallede aynı etnik ve kültürel yapıda insanlar yaşamaktaydı. Bu etnik ve kültürel zenginlikler aynı zamanda, semtinin mimari yapısını da etkilemişti. Hisar'ın altında yer alan Işıklar caddesi (Konya Sokak) olarak da bilinen mahalleden, Anafartalar ve Denizciler caddesi boyunca yok olmakla karşı karşıya kalan Gregoryan taş mimarisinin binaları hala dikkat çekmektedir. Bu binaların hemen ötesinde yer alan Yahudi Mahallesi'nde ise İbrani ve Türk ahşap mimarisini görmek bugün bile mümkün. Yani Ankara gri bir kent değil, görmek isteyenler için rengarenk bir kenttir.

YAZARLARIN NOTLARI

Konuyla ilgili olarak Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay, Şevket Süreyya Aydemir, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi kalemler ise Ankara ve Ulus semti için tarihe bakın nasıl not düşmüşler.

Mücadele'nin ilk karargâhı Keçiören'deki Ziraat Mektebi'nin yani bugünkü Ziraat Fakültesi'nin 1920'ler başındaki görünümünü ve Mustafa Kemal'in o günlerdeki durumunu  Yakup Kadri Karaosmanoğlu şöyle anlatıyor: "Mektebin önündeki Kalaba vadisine serilen bahçeler, bağlar ise o zaman, ıssız, hatta tekinsizdir. Böylece Ziraat Mektebi'nde yaşayanlar, akşamla beraber şehirden kopmuş olurlardı. Ordusu olmayan, fakat ordusunu bekleyen bir karargâhın hayatı. Bu karargâh hiç bir makama bağlı değildir. Hiç bir yerden emir almaz, kudretini ve yetkilerini; güttüğü davadan, daha doğrusu kendinden alırdı...Ne ordusu ne askeri vardır. Dünyanın yedi düveli, karşısında cephe almıştır. Padişah onu asi ilan etmiştir. Başını getirene ödül vardır. Yerli yabancı casuslar seferberdirler. Her taşın altında bir yılan kaynar. Yunan ordusu batıdan ilerler. Fransız'ı, İngiliz'i, Ermeni çetecileri güneyden yürürler. Karşı çeteler düşmanla el eledir. Karadeniz bölgesinde Pontus Rumları asidirler. Etrafındaki şehirlerde, köylerde zaman zaman garip belirtiler veren esrarlı bir hazırlanış vardır...Hilafet ordusunun beyannamelerini isyan bölgelerine İngiliz konsolosları, Ermeni doktorları, Rum komitacıları dağıtırlar. 31 Mart'ın irticacı kaçkını İmam Kör Ali gene sahnededir. Mekteplileri keseceğiz diye ayaklanmıştır. Ankara Ziraat Mektebi'ne doğru dört taraftan azgın bir kin ve garaz dalgalan yürür, telgraf telleri her taraftan kötü haberler getirirler...

İstanbul'a gelince: İstanbul'da 80.000 kişilik bir işgal kuvveti ve dünyanın en güçlü donanmaları vardır. Bu yabancı silahlar altında bir Padişah, onlardan değil, Mustafa Kemal'den kurtulma peşindedir. Bir hükümet vardır ki, hem hain hem acizdir...

Kısaca, öyle bir hava içinde yaşar ki, bu havayı teneffüs edebilmek dahi, ya çilelerin en çetini, ya bir kahramanın işidir. Yaşadığı her gün, geçirdiği her gece bin bir ihtimale gebedir. Her gün güneş ufka inerken, onun bu batışını son defa görmek, fakat doğuşunu bir daha görememek ihtimali, Ziraat Mektebine kapananları daima derin derin düşündürmüştür."

TOZLU YOLLARDAN ÇANKAYA KÖŞKÜNE

Ziraat Mektebi'nden sonra Mustafa Kemal bir süre ikametine tahsis edilen Ankara Garı'ndaki Direksiyon binasında kalmış, 1921 yılında Ankaralılar Çankaya sırtlarında Bulgurlu Tevfik Beyden Kasapoğlu Bağ Evini satın alarak Gazi Mustafa Kemal'e hediye etmişler. 1924'te Mimar Vedat Tek ile Hikmet Koyunoğlu'nun yaptığı düzenleme ile köşk bugünkü şeklini almıştır.

Çankaya Köşkü ile ilgili Falih Rıfkı Atay'ın ilginç tasviri ise şöyle: "Gazi Mustafa Kemal Çankaya'da havuzlu küçük köşkte otururdu. Galiba eski bir bağ evi imiş. Nakil vasıtaları yalnız atlı fayton arabaları olduğundan, şehirden oraya kadar bir hayli sürerdi. Yol denebilecek bir şey de yoktu. Eski Ulus Meydanından ta Çankaya sırtlarına kadar, bozulmuş bağlarla asma kütükleri ve yabani gül fidanları arasında sarsıla sarsıla giderdik. Çankaya'dan ufuklar boyu, bomboş bir bozkır parçası görünürdü. Bu kül ve toz yığınları içinde bir yeni devlete başkent yapmayı düşünmek değil, onun yüzüne bakmak bile cesaret kırıcı bir şeydi."

DEREBEYİ ŞATOSU BİNALAR

Eski yerleşim alanlarının dışında Ulus semtinde Cumhuriyet Türkiye'sinin gücünü ve anlayışını simgeleyen yeni kurumların binaları birbiri peşine yükselirken, bir yandan da yeni bir şehircilik anlayışı ve yerleşim politikası uygulanmaya başlandığını Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 'Ankara' kitabında, "Yeni Ankara baş döndürücü bir süratle inkişaf ediyordu. Taşhan'ın önünden Saman pazarına, Saman Pazarı'ndan Cebeci'ye, Cebeci'den Yenişehir'e, Yenişehir'den Kavaklıdere'ye uzanan sahalar üzerinde apartmanlar, evler, resmi binalar sanki yerden fışkırırcasına yükseliyordu. Bunların her birisi yapanın bilgisine ve yaptıranın zevkine göre birtakım şekiller ve renkler almakla beraber, dikkatli bir göz için hemen hepsine birden hakim olan egzotik mimari tarzının sırıttığı da aşikardı. Mesela, Yenişehir'den Kavaklıdere ye doğru sıralanan villalar arasında kulesiz saçaksız binalara rasgelmemek mümkün değildi.

Cumhuriyet başlarında Ankara'nın etrafını çeviren bu binalar hendeklerin ortasında birer derebeyi şatosunu andırıyordu."

ŞEHRİN AKTÜELİTESİ MUSTAFA KEMAL'İN HAYATIYDI

Ahmet Hamdi Tanpınar bu hızlı değişimin ortalarında 1928 sonbaharında Ankara'ya geliyor ve 'Beş Şehir' adlı ünlü eserinde bu günleri şöyle anlatıyor:

"Şehir bir taraftan milli mücadeledeki sıkışık hayatına devam ediyor, bir taraftan da yeni baştan yapılıyordu. Her tarafta bir şantiye manzarası vardır. Hiçbirinin üslubu yanbaşındakini tutmayan, çoğu mimari mecmualarda olduğu gibi nakledilmiş villalarıyla, küçük memur mahalleleriyle yeni şehrin kurulduğu devirdi bu. Tek bir sokakta Riviera, İsviçre, İsveç, Baviera ve Abdülhamit devri İstanbul'u ev ve köşklerini görmek mümkündü, yeni yapılmış sefaret binaları da çeşidi arttırıyordu.

Bu tecrübeler arasında Türk mimarisi de kendine bir üslup yaratmaya çalışıyordu.Türk ocağı binası, Etnografya Müzesi olan bina, Gazi Terbiye Enstitüsü, İstanbul'da Yeni Postane ve Dördüncü Vakıf Han ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Binası başlayan tecrübenin devamı idiler. Sonradan Güzel Sanatlar Akademisi'nde arkadaşlık ettiğimiz Prof. Egli, Cebeci'deki Musiki Muallim Mektebi ile çoğu dıştan taklit eden bu tecrübeleri ilk defa modern malzemenin imkanlarıyla birleştirmeye muvaffak olmuştu. Şehrin aktüalitesi biraz da bu yeni binalarla Mustafa Kemal'in hayatıydı."

Atatürk dönemi Ankara'sına ait bu fotoğraflar Cumhuriyetimizin 100. yılını kutladığımız bu günlerde başkentte yaşayanlara ve eski Ankara'yı bilenlere oldukça ilginç gelecektir. Cumhuriyetimizin 100. yılı tüm halkımıza kutlu olsun.

İLGİLİ HABERLER