Soul
(Yönetmen: Pete Docter)
WALL-E, Monsters, Inc. ve Up’ın Oscar ödüllü yönetmeni Pete Docter’ın Star Trek: Discovery’nin yazar kadrosundan Kemp Powers ile kafa kafaya verip, bol duygu yoğunluklu bir Pixar klasiğine daha imza attığı bu animasyon caz müzisyeni olma hayalleri kuran ortaokul müzik öğretmeni Joe Gardner’ın hikâyesini bizle paylaşıyor. Tam hayallerini gerçekleştirip sahne alabileceği ânı beklerken başka bir diyara uçup giden ruhu, öte dünyadan yankılanarak seyirciyi büyüsü altına alıyor.
Shirley
(Yönetmen: Josephine Decker)
Acımasız iğneli sözler, bol miktarda öğleden sonra kokteyli ve başyapıtını yazmanın eşiğinde olan bir korku yazarı… Psikolojik gerilim türünde yetkinliğini ispatlayan Josephine Decker, yaratım sürecinin ne gibi karanlık noktalara ulaşabileceğini gözler önüne seren Shirley ile tanıdık sularda kulaç atıyor.
Mank
(Yönetmen: David Fincher)
David Fincher’ın altı yıl gibi uzun bir aradan sonra sinemaya dönüş projesi olan, babası Jack Fincher’ın metninden hayata geçirdiği Mank; kâğıt üzerinde Citizen Kane’in senaristi Herman Mankiewicz’e odaklanan bir biyografi gibi dursa da, günümüz siyasi konjonktürünün keskin bir yansıması esasında. Fincher, Hollywood’un altın çağını yozlaşmışlık ve entrika dolu bir zaman aralığı olarak betimliyor; endüstrinin iktidar ve medyayla olan sorunlu ilişkisini ifşa ederken sıklıkla 21. yüzyıl ABD’si ile paralellikler kuruyor. Sistemin bir çarkı olarak kendisini bu tablodan azade etmemesi de, teknik anlamda gösterdiği özen de şapka çıkartılası.
Host
(Yönetmen: Rob Savage)
Kâbus gibi bir dönemden geçerken tam da bu yeni gerçekliğimizin materyallerini kullanan 56 dakikalık Host, gerçek yaşama sızan korku yapımları arasında özel bir yere sahip. Zoom görüşmesi üzerinden bir medyuma bağlanan 6 arkadaşın ekranlarından yükselen tedirginlik, gerçekliğe boyut atlatmayı başarıyor.
Trial of the Chicago 7
(Yönetmen: Aaron Sorkin)
1968’de bir grup savaş karşıtının Chicago’ya gerçekleştirdiği yürüyüş sonrasında yedi aktivist ve bir Kara Panterler üyesi göz altına alınır. Aaron Sorkin’in dönemin ruhunu klasik bir mahkeme draması çerçevesinde yansıtan filmi, otokratik eğilimlerin yükseldiği ve hukukun rafa kaldırıldığı günümüzde tarihin tekerrürden ibaret olduğunu anımsatıyor.