İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4573 %-0.07
36,4748 %-0.32
3.508.266 %3.257
3.061,67 0,27
Ara
MUHALIF GAZETECILIK GÜNDEM Çileli, acılı ama onurlu yaşadı

Çileli, acılı ama onurlu yaşadı

Amerikalı edebiyatçı ve siyasi eylemci Kay Boyle, zorluklarla dolu çileli bir yaşam sürdü. McCharty teröründen nasibini aldı. Baskılar sonucunda çalıştığı dergiden çıkarıldı ve tam altı yıl işsiz kaldı. Tutuklandı, hapse girdi ama hiç yılmadı. Onca acı ve sıkıntı arasında, tam kırk kitap yazmayı başardı.

Küçük tahta masaya karşılıklı olarak yerleştirilmiş gri boyalı sandalyelerde yüz yüze oturuyorlar. Her tarafı beyaza boyanmış bir oda. Duvarlar çıplak. Resim, şu bu yok. Pencere de yok. Tavanda ağır ağır dönen bir pervane. Onun yanında da tel bir kafesle örtülmüş büyük bir floresan lamba. Göz ve sinir bozucu, çiğ bir ışık o lambadan yayılıyor.

Tam arkasında gerektiğinde elektronik bir komutla da açılıp kapatılabilen çelik parmaklıklı kapı var. Arkaya dönüp bakmaya cesaret edemediği için göremiyor ama kapının tam önünde silahlı bir muhafızın heykel gibi dikildiğini biliyor. Biraz önce kapıyı açıp onu sorgu odasına sokarken duyduğu ekşi ter kokusu, şu anda da masaya kadar ulaşıyor.

Karşısındaki sandalyeye oturmuş, dikkatle onu inceleyen adamla kısa bir an için göz göze geliyor. Adamın yüzündeki o ‘maske’ gülümsemeyi görünce, hemen gözlerini kaçırıyor. Sarışın, gençten bir adam bu. Ceketini çıkarıp, boyunbağını gevşetmiş.

Adam biraz daha onu süzdükten sonra, büyük bir evrak çantasından çıkardığı kağıtları masaya koyuyor. Adam birkaç kalemi de kağıtların yanına yerleştirdikten sonra saatini çıkarıp, görebileceği bir yere bırakıyor. Krem rengi bir çanta içindeki iki tekerlekli kocaman ses alma aygıtını çalıştırıyor. Teyp bantları hışırtılı sesler çıkartarak dönmeye başlıyor. Adam biraz bekliyor. Sonra ses alma aygıtına eğilip vurgusuz, neredeyse metalik bir sesle “dosya üç, başlık kırk sekiz, saat öğleden önce dokuz on, tanıksız ve mühürlü” diyor.

Sonra gözlerini ona çevirip, öylece bakıyor. Yüzünde hep o maske şeklindeki sahte gülümseme. Kısık, çelik mavisi gözlerinde ise gülümsediğini gösterebilecek en küçük bir iz yok. Sadece bakıyor. Ansızın adamın gözlerinde elle tutulabilecek kadar gerçek bir nefretin dolaştığını fark ediyor. Evet, kızgınlık, öfke değil, salt bir nefret. Adam ondan nefret ediyor ve bunu gizlemek için herhangi bir çaba göstermiyor. Bu kadar şiddetli bir nefret onu ürkütüyor ve başını çevirip, çıplak duvarlara bakıyor.

Duvarlara birkaç suluboya tablo asılsa, yere de bir Türk ya da İran kilimi serilse, odanın pekala da sevimli bir yer olabileceğini düşünüyor. Ses alma aygıtından da sevdiği konçertolardan biri, mesela Brahms’ın ‘Do Majör yetmiş yedi’si yükselse, bu odada bile mutlu olabileceğini aklına getiriyor. Kendini tutamıyor ve gülümsüyor.

Köşe yazısının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *