İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4573 %-0.07
36,4748 %-0.32
3.508.266 %3.257
3.061,67 0,27
Ara
MUHALIF GAZETECILIK GÜNDEM Dört Köşeli Üçgen

Dört Köşeli Üçgen

Salah Birsel, Dört Köşeli Üçgen adlı romanında bir gözlemciyi anlatıyor. Biraz da gerçeküstü bir ortamda yaşayan ve “Tütün Yaprakevi” gibi muğlak isimli bir işyerinde, ne olduğunu tam da bilemediğimiz bir görevde çalışan gözlemci, gördüğü, tanık olduğu hemen her şeyi, herkesi gözlemliyor. İnsanların aslında gözlemlenmekten hoşlandıklarını söyleyen Birsel’e göre, “görünen adam, gözlemlenmeyi göze almış demektir”.

Yan yana sıralanmış ahşap plaj kabinlerinden birine emekleyerek yaklaştım. Belki tahtaların eskiliğinden dolayı belki de sırf bu iş için açılmış bulunan budak deliklerinden birine gözümü uydurdum. İçeriye bakmaya koyuldum. Önce sadece bir karanlık gördüm. Tuhaf gelebilir ama benim işimde “karanlık” da görülebilir. Sonra hiçbir şey görmedim. Yok. Mayosunu giyen ya da çıkartan bir kadın, ona sarılan bir erkek, adet yerini bulsun diye yakılmış sigaralar, eprimiş iç çamaşırları, kuma iyice belenmiş havlular. Bunların hiçbirini görmedim. Bunları görmediğim gibi, o alışılmış ahlar vahlar, inlemeler, gülme ya da ağlama sesleri, kısık sesle söylenen “dur biraz”, “böyle daha iyi” şeklinde konuşmalar da duymadım.

Görmedim ve duymadım çünkü bunlar yoktu. Plaj kabini bomboştu. Bunu kendim istemiş ve budak deliğinden içeriye bakmak için özellikle boş bir plaj kabini seçmiştim. Evet. Hepsi bu işte. Boşluğun nasıl bir şey olacağını anlamak için özellikle içinde kimse olmayan bir kabin arayıp bulmuştum. Sonra da o boşluğu seyretmiştim.

Yok. Sapık ya da deli değilim. Ben bir gözetleyici, o hiç sevmediğim argo tabirlerle dikizci ya da röntgenci de değilim. Günün yirmi dört hatta daha sonra anlatacağım gibi günün doksan altı saatinde, perdesi aralık kalmış pencerelere, umumi helalara, soyunma yerlerine, hamam odalarına, halvetlere bakarım. Bakkallara, berberlere, kahvelere, mekteplere, trenlere ve vapurlara da bakarım. Bakarım ve insanları incelerim.

Bunu bir sapık ya da deli olduğum için yapmam. “Gözlemci” olduğum için yaparım. Benim işim budur. Ben bir gözlemciyim. Hem de uluslararası bir gözlemci…

Hepimizin tanıdığı Nono Bey’in sergüzeşti devam ediyor. Elmas ve Şıngır Mıngır bir Boğaziçi, Ahlar ve Vahlar İçinde Bir Beyoğlu mekanında sergüzeşt devam ediyor. İstanbul-Paris arasında ve Kurutulmuş Felsefe Bahçeleri içinde macera sürerken, Salah Bey Tarihi sahnesinde bu kez bir gözlemci hem de uluslararası bir gözlemci “antresini” yapıyor.

Kendi tanımlamasına göre beynelmilel bir gözlemci bu.  Gece uyurken bile gözlemcilik görevini savsaklamayan biri. “Gazinoda oturanlar, işportacılar, memurlar, müdürler, satın alma kurulu üyeleri, şoförler, karaborsacılar, önemli derneklerin genel yazmanları, hırsızlar, aydınlar hep benim gözlemim altındadır” diyen bir gözlemci...

Köşe yazısının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *