Kediler neden kutu sever?
Geçtiğimiz günlerde uzun sağlık nedenleri ile hayatın gölgeli yanlarını manzara olarak görmek mecburiyetinde kalan eniştemin doğum günüydü.
Öyle bir gündü ki sağanak yağmur altında, tüm gezegenlerin tespih gibi dizildiği özel günde,doğum gününe, doğduğunuz günün rast gelmesi kadar şahitlik edebilmekte güzel. Ancak her an her şey eşit koşulda gidemeyebiliyor. Doğum sancısı bekleyen insan olmasa bile doğada var olan bir varlığın olması, da önemliydi, elbette. Aklım sürekli o canda, kendinden gelen adeta bir plastik boyayı andıran daha önce herhangi bir rahatsızlık dışında /renk ve hacim olarak/ pek de rastlanmamış durum, onun ne kadar özel ve de ne kadar çok şeyi biriktirdiğinin tescili gibiydi.
Uzun süredir varlığına şahitlik ettiğiniz, birlikte vakit geçirdiğiniz ve üstelikte anne adayı olan bir kediciğin, yaşam serüvenine şahitlik etmek, elbette muhteşem bir duygu ve deneyim olmalıydı. Her şey dediğimiz gibi eşit şartlarda olsa.
Üstelik haftayı Kedi filmi ile açmıştık. Yine bir kedi, köpek animasyonu ile tamamlayacağız.
Doğum günü demiştik, böylelikle uzun zamandır görmediğim ortak dostlar, akrabalar ile doğum günü vesilesi ile hasret giderirken, aklım sürekli doğum yapacak ama birkaç gündür hasta olan kedimizden bahsettiğim Bahar Abla,çalıştığı hastane odasında, personel olarak sahip çıktıkları kendi kedilerinden bahsetti.
Kedi kaçıp kaçıp, gelip masanın altında bulduğu kutuya yerleşiyor muş.
Artık bizden oldu, dedi.
Sonra da yazının başlığını oluşturacak soruyu yöneltiverdi.
“Kediler, neden kutuyu sever?”
Evet, hangi kediyi tanıdımsa, o bulunduğu kutu içinde mesut gibi.
Bizi, birkaç gün öncesinde oldukça üzen, İpek Kızı, ilk tanıdığımda, Mavi bir Dardanelkutusu içinde oyun oynuyordu.
Kedi ve Balık, tam da olması gerektiği gibi olsa da kendisi sadece “ödül” anlarında heyecanlanıyordu.
Dünyası orasıydı. O kutucuk.
Patisi kadar yüreğinden azca büyük genişlikte.
Kutuyu kaldırmak ve evde yer açmak istedikleri zaman sesini çıkaramadığı için uzaktan bakıp öylece sessizleşiyordu.
İnsana bakmak, hayvana bakmak hepsi tek bir yere çıkıyor.
Doğaya bakmak!
Doğaya, mecbur kaldığınız yani yürümek ve basmak durumunda kaldığınız için değersiniz ama bir hayvan türünü ayağınız ile sevmezsiniz, herhalde.
Netice de özenli isek her şeye ve bütünsel bakmak gerekiyor. Hep bir emanet durumu ile bakarsak, hem daha az incitir, hem daha az inciniriz.
Yaşadıkça öğreniyor herkes.
Hem de insan kadar sahip olmasa da rastlaştığı ve aynı havayı soluduğu canlardan da ne çok öğreniyor hemde.
Evet, kutu demiştik.
Seçimlerimizde, kutulardan geçiyor.
1934 yılında güzel kıyafetleri ile Kadınlarımız o sandık kutularını kullandılar.
Kadınlar, seçtikleri yavuklularına özene bözene hayallerini sakladılarda yıllarca zamanı gelince sundular o sandıklarla.
Sevdiklerimize, değer verdiklerimize lâyık görüp aldığımız paketlerde özenle seçilmiş kutulardan geçiyor.
Ve içi alınıyor, kutu atılıyor.
Ceviz içi yahut bir Kaplumbağa yuvası gibi.
Sokakta yaşamaya alışmış bir kedi varlığının kutusu, evde yaşayan kadar kıymetli. Buna şüphe yok neticede yaşam her canlının hakkı. Tıpkı adalet gibi.
Ama siz, kendiniz büyütmediğiniz halde bir kedi varlığı ile trencilik oynadınız mı, hiç? O da çocuk çünkü bunu bilmek, anlayabilmek ve anladığı kadarı ile harekete geçebilmekte ayrı bir içsellik ve özen.Bunu gören sahibinin, saklambaç oyununa hayır demesine rağmen devam ediyor olmak, aslında o evde yaşamakta olan kedi varlığına da ses olmak, özgürlüğünü hatırlatmak demek.Onu mutlu etmek demek.
İlgi, sevgi ve özen.
İşten, güçten, hayattan ve yorgunluklardan, şikâyetlerden göremediğimize köprü olup, sevindirmek demek.
İnsan bilir o canın, neyi sevip sevmediğini. Tepkisinden anlar, gözlerinden anlar, en çok da bebek oluşundan anlar.
Usulca yanınızdan geçerken, hiç rahatsız etmeden efil efil, ipek rüzgârını, teninizde gezdirmesinden anlar.
Sırtını, sizin sırtınıza dayamasından anlar.
Pek çok noktadan anlar, varlık ve âlemdeki varlıklar.
Mesela iki farklı canın; (hayvan ve insan) birlikte yalnızken, şarkı seçimi yapabilmek ve en güzel şarkıyı, bulmak demek. Belki de ne kadar sahip olunursa olunsun, gözlemleriniz ve duygudaşlık (empati) yeteneğiniz ile ona ulaşabilmek demek.
Meselâ, İpek Kız, ile bizim şarkımız; ED Sheeran’dan, Perfect Day’di. İnanılmaz bir müzikseverdi. Ve de doğası gereği; olması gerektiği gibi kedi canı olarak meraklı, cin ve sıcacık. “Narin ve Naif” ikisini, ne de güzel oranda kendinde harmanlamıştı.
Mama kabından mamayı, sadece sağ patisini kullanarak önce zemine alıyor, sonra yiyordu.
Siz uyusanız da o uyumuyor. Her daim güvenliğinizi sağlıyordu.
Çocukken, Boncuk, adında bir erkek kedimiz vardı. Adeta düz duvara tırmanıyordu, birkaç tane gördüm şahitlik ettim, kısa bir dönem annesinin terk ettiği, Karam, vardı mesela toplumsal hoyratlıktan kurtaramadım ama hayatımda görüp görebileceğim en tatlı, en pırıl pırıl bir İpek Kızı, bir daha göremeyecek olmanın üzüntüsü, insanın içine geçiyor ve üşütüyor.
Varlık ve mevcut varlığın hissettirdikleri.
Meraklı, araştırmacı, dişi olduğu için sahiplenici, inanılmaz nezaket ve naiflik abidesi bazı özel kediler, bana kalırsa sahipleri için büyük bir şans.
Ancak her şans iyi değerlendirilmeli. Ve yaşarken sevgiyi hayvan, insan börtü böcek demeden paylaşabilmeli.
Yoksa sonra şunu yapsaydık, diyebiliyor insanoğlu.
Meselâ benim Boncuk, yufka ve çikolatalı ile beyaz dondurma, severdi.
İpek Kız, ise kaç kez ben ayıklarken taze fasulye yemek istediğine şahit oldum. Daha pek çok iginç gelebilecek şey. Sahibinden izin alarak verdim de bazısını. Ve öyle güzel de yedi ki.
Eğer yanınızda olan canın varlığını içselleştirebilip, duyumsayabiliyor, o sessiz dillere mütercim gönüllü tercümanlık, yapabiliyorsanız sizden güzeli yok. Mutlusu da yok!
Bazen sahiplerine bile dışarıdan bakan, çok şey öğretir. Kimi bunu öfke ile karşılar, kimi teşekkür eder.
İpek Kız, bedensel varlık olarak artık hayatımızda değil maalesef.
Mavi Dardanel kutusunda, ona sarılıp üzerinde, Güneş /Sunny, yazan kartpostalımız sonsuza kadar asılı kalacak evrende.
Bunu hiç kimse değiştiremez.
Bahar ablanın sorusunu, makalemize başlık oluşturan realiteyi İpek Kızın da gözlemim üzerinden katarak gideyim ki bence tam yerini bulsun.
Kutu, onlar için oyuncak mekân ve ev içinde ev, demek.
İşin özü, kendi özerkliklerini ilan ettikleri alan.
Bağımsızlığına son derece düşkün kedi varlıklarının, köpek gibi insana itaat etmeyen, başına buyruk gibi görünüp, canı istediğinde kendini sevdiren yanları ile insanoğluna hep birey olmayı öğretir.
Türlü neden veya gerekçelerle zaman bulamayıp, doğru dürüst başını okşamadıysanız;
Dibinde duran suya götürüp, birlikte Nergis selâmı veremediyseniz;
Çanta alıp da, elen gülen ferah ferah gezdiremediyseniz;
Sahiplik, nerede kaldı?
Hayvan sahibi olmak işte tam da burada önemli çünkü -heves ve göstermelik- değil tam kendinden olarak; yoldaş, arkadaş, sırdaş.
Öyle ya hemen hemen çoğu hayvan sever şahitlik etmiştir, okul tatilinde ya da doğum gününde, istediği hayvanı alıp, sonrada türlü nedenlerle yarı yolda bırakmak.
Kaç kez şahit oldum, kendini bırakan sahibi sanıp her türlü arabanın önüne korkusuzca atlayıveren dilsiz canlar.
Hem de ne sırdaş; sevgilinizin, iş arkadaşlarınızın bilemediği gerçekliklerin kara kutusu olur onlar.
Konuşabilseler, neler anlatırlar.
Duymasını bilene zaten anlatırlarda.
Bunlar için ciddi tekâmül ve bedel gerekir. Tenden uzaklaşıp, Yaradan ile sadece CAN olabilmek, gerekir.
Sır vermezler, Sizi arkadan satmazlar.
Bağımlı değil bağlıdırlar.
Herkesi kolay kolay sevmezler.
Enerjinize, renginize bakar.
Koltukta sığınmış gibi mi duruyor yoksa efil efil yayılmış mı?
Rahatlığından anlarsınız hayvanın mekândaki insandan hoşnut olup, olmadığını. Dolayısı ileinsanın kirli ya da olmadığını. Kirli derken, herkes anlamıştır, yine de açalım: Ruh ve yürek temizliği.
Ve siz, bir kediniz varken onunla bir kez bile bir saklambaç oynamadıysanız, geçmiş olsun.
Tabii bu sadece özel kediler için.
Tıpkı, İpek Kız, gibi.
Dokumacı gibi rutini esnemelerine taktığım bir kelimeydi.
İlmek ilmek işledi bize kendi güzel, can ve eşsiz varlığını.
O’nu onda görebilmenin zerafetiydi bu. İki patinin tüy ve desen dağılımı dâhil olmak üzere bütünüyle doğa harikası.
Seni Çok ama Çok Özleyeceğim, İpek Kız…
Sahip olmayı değil. Sevmeyi, hep diğer Candaşların gibi öğretmeye çalıştığın için.
Çok güzel şekilde, en konforlu, en güzel, en ince ayrıntısına kadar seçilmiş, paradan imtina edilmemiş şekilde, kumu, maması ve ödülü ile güzel yüreklerin, muazzam bir Peri Kızıydın.
Bende seni tanıdığıma, birilikte geçirdiğimiz her güzel an için ve de o doyumsuz eşsiz, duru varlığın için sonsuz teşekkür ediyorum.
Sahibin değil seveninim.
Dünyadaki tüm çocuklar gibi.
Koşulsuz sevginin en yüce temsilcileri, dilsiz varlıklar ve o dilsiz varlıkları duyabilen bazı, özel canlar.
Ne diyelim, şimdi bir aile müziği dinleme vaktidir, Bach’dan.
Suya, Karaya ve Havaya karşı;
Yanlış da anlayabilen teşhis uzmanlarına rağmen,
O sadece boyut değiştirdi ama kutusunu değil.
O, o kutu içinde kendi dünyasında ve özerkliğini ilân etmiş şekilde sonsuzlukta salınacak ve biz her gökteki yıldız tanesinde, tüm sevdiklerimiz içinde ona da selam göndereceğiz.
O gün buluşuncaya kadar, şimdilik Hoşça kal!
Bana verdiklerin için sonsuz minnettarım.
İpek Kızım.
Seni son kez görüp dokunduğum üzerinden bugün, tam bir hafta geçti ama sen bir ağaç kökünde büyüyecek ve başka ağaç köklerinde yine dünyaya “Merhaba!” diyeceksin.
Giderek ve artarak çoğlacaksın.
Tüm Sessiz Dillere Sonsuz Saygıyla ve de onlara canı gibi bakan sahiplerine kuvvetle.