Fıstıkla soğanı tavada kavururken Ayşegül görüntülü! aradı:
-Kolay gelsin, belinde önlük ne yapıyorsun?
-Zeytinyağlı biber dolmasının içini hazırlıyorum, sen tarçın koyar mıydın?
-Tabii, bir de yenibahar mutlaka koyarım, zeytinyağlının yakışığıdır...
Çocukluğumuz ve ilk gençliğimiz Ankara’da, Hanımeli Sokakta geçti. Bizim yetiştiğimiz yıllarda aileler ve yaşam tarzları birbirine çok benziyordu. Şehir çocuğuyduk ama, akasya ağaçlarıyla bezeli sokaklarda, ikişer üçer katlı evlerin bahçelerinde oyunlar oynardık, çağla toplardık.
O zamanki Gaybi Yatır Apartmanının kiracıları genellikle orta sınıfın benzer gelir düzeyindeki aileleriydi. Komşularımız, tayinle Ankara’ya gelmiş memurlar, bir öğretmen, bir yedeksubay, bir hakim, bir eczacı kalfası, bir terzi ve mesleklerini şimdi hatırlayamadığım bir kaç aileydi.
O yıllarda çalışan kadın çok azdı, annem Emine Masume Alev istisnalardan biriydi... Büyük Doğumevi’nin vardiyalarını asla aksatmayan çalışkan ebe hemşirelerinden biriydi sevgili annem... Babam Servet Alev ise Ulus’ta, Ziraat Bankasının tarihi binasında çalışırdı. El yazısı ne kadar güzeldi, hele o sabit kalemi tutan ince uzun parmakları...
-Sabit kalem nedir?
Diye soruyorsanız, ben de pek bilmiyorum kökenini, gerekçesini. Ama nedense o yıllarda devlet dairelerinde çok kullanılırdı ve onunla yazılan yazının silgiyle silinmesi imkansızdı, adı bu yüzden mi öyleydi acaba? Şimdi de bulunuyor mu piyasada? Bilmem...
Ailemiz, ağabeyim ve çocukluğundan bu yana bizimle yaşayan halam Şadiye ile birlikte 5 fertten oluşuyordu, 7 numaralı dairenin kiracısıydık. Gaybi Yatır Apartmanının bütün sakinleri kirada oturdukları evleri tutarken hep, “hava parası” ödemişlerdi. Ankara’da o yıllarda konut sıkıntısı yaşandığı, hava parası denen uygulamanın ev sahiplerini bu yüzden zengin ettiği konuşulur dururdu.
Yan tarafımızdaki yeşil evin sahibi Soğandan Hanım, (biz ona öyle derdik ama büyük olasılıkla ismi Sühendan olmalıydı...) sokağımızın tek tük otomobil sahiplerinden biriydi... Diğer otomobil daha önce çok sözünü ettiğim billuriyeci Ali Boyluoğlu’na (*) ait olan siyah Buick’ti.. Sonradan apartmanımızın giriş katında bir daire tutup orayı plastik imalathanesine çeviren komşumuzun da bir külüstürü vardı. Kapısı hep açık dururdu. Biz çocuklar Dalya, ya da Yakantop oynamaktan sıkıldığımızda, “herkese açık” arabaya biner, dolmuşçuluk şoförcülük filan oynardık.
O yılların özelliği, tüm öğünlerin hep evde yenilmesiydi. Babam öğlen yemeklerine mutlaka yürüyerek eve gelir, gazetesine göz gezdirir, bizlerle sofra faslı bitince yine yürüyerek mesaisine dönerdi.