İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4848 %0.01
36,6914 %0.27
3.493.600 %2.056
3.065,56 0,40
Ara
MUHALIF GAZETECILIK GÜNDEM Evet, o gün İsmail Cem’in başyazısını ben yazdım. Daha neler neler..

Evet, o gün İsmail Cem’in başyazısını ben yazdım. Daha neler neler..

Gazetecilikte bu türden başlıklara “olta” ya da “yem” başlık denir. Amaç okurun dikkatini çekmek ve yazının tamamını okutmaktır. Bazen haberde o başlıktan başka dişe gelen bir şey yoktur. O zaman okur haklı olarak kızar. Sansasyon haberciliğinin numaralarından biridir.

Evet, İsmail Cem diyordum… Demek ki ben de bu yazıya dikkatinizi çekmek ve tamamını okutmak istiyorum. Bakalım başarabilecek miyim?

O kadar kolay olmayabilir. Örneğin 1990’larda çok daha kolay olurdu. O zaman İsmail Cem Dışişleri Bakanı’ydı. Hala çok ünlüydü.

Şimdi gençlerle konuşurken “O da kim?” diye boş boş bakanlara rastlıyorum. Gelmiş geçmiş en başarılı TRT Genel Müdürü, ünlü bir gazeteci ve Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi gibi çok önemli bir tarihsel incelemenin yazarı olduğunu bilmiyorlar.

Zaman acımasız, gürül gürül akıp gidiyor. Size o selin ırmağın kenarlarına attığı gargalakları toplamak kalıyor.
En azından kendi hayatınızı daha iyi anlayabilmek için onları yan yana dizmek zorundasınız.

Çünkü oradaydınız. Ve bazen başka kimse yoktu!

O YAZIYI NİÇİN YAZDIM?

Evet, itiraf ediyorum, İsmail Cem’in Politika Gazetesi’ndeki başyazısını 1975 sonlarında bir gün ben yazdım. Bunu kimse bilmiyordu. Şimdi Babıali’ye Son Tren adı altında çıkan anı kitabımın okurlarından önce siz öğreniyorsunuz.

Cem, TRT’de çok başarılı bir dönemden sonra Politika Gazetesi’nde çok başarısız bir dönem geçirmekteydi. 100 bin satması beklenen gazete 25 bin dolayında satmakta ve her gün tiraj kaybetmekteydi. Bunun nedenlerini bulmak isteyen Cem yemekten içmekten, uykudan ve dinlenmeden kesilmişti.

Ve bir gün, Cağaloğlu Tasvire Handaki odasında yorgunluktan pat diye düşüp bayıldı! Birkaç kişiydik. Su, kolonya filan ayılttık. Gazetenin matbaaya gitme saati yaklaşıyordu. Bana fısıltıyla:

“Haluk Bey, benim yazıyı siz yazar mısınız?” dedi.

Hiç ses çıkarmadan odama gidip, onun üslubuyla, onun konularında bir yazı yazdım, dizgi servisine verdim.
Başyazı, İsmail Cem imzasıyla birinci sayfanın sol altındaki yerine kondu. Kimse bir şey fark etmedi.
Cem’le de o konuyu hiç konuşmadık.

Babıali’nin tarihinde minicik bir andı. Anı olmuştu. Büyük bir olasılıkla kimsenin umurunda değildi.
Ama tarihin umurunda olabilirdi.

BABIALİ ÜÇLEMESİ

Aradan zaman geçince, belirli zamanlarda belirli yerlerde bulunmanın omuzlarınıza bir sorumluluk yüklediğini sezinliyorsunuz. Ben, “hasbelkader” Türk medyasının son 50 yıllık geçmişi içinde çok kritik yerlerde bulundum, bazen tanıklık ettim, bazen kararlara katkıda bulundum.

Üç kitaptan oluşacak olan anılarımda, “Babıali Üçlemesi”nde, bunları anlatıyorum. İkinci kitabım Babıali’nin Yükselişi ve Çöküşü, üçüncü kitabım ise Babıali’den Sonra Hayat Var mı? olacak. Belki biliyorsunuz, Babıali’de Cinayet: Gazeteciyi Kim Öldürdü? adlı bir polisiye romanım da var!

Anılarım kronolojik bir anlatı değil, kritik anları anlatan episodlardan oluşuyor.

Ve yazarken, anı türünün edebiyat olduğunu hiç unutmamaya çalışıyorum.

Yani, anlattığım bazı şeyler çirkin olsa da, “güzel güzel” anlatmaya çalışıyorum.

ÇAPARİ ATMAK

Madem yazıya bir olta atarak başladık, bir çapari atarak bitirelim:

Kıbrıs harekatı sırasında Başbakan Ecevit, eşi Rahşan hanımla benim tercüme ettiğim bir BBC belgeselini seyretmek için TRT’nin Mithatpaşa Caddesi’ndeki binasına gelmişti. Belgesel bir yerde Ecevit’in Türkiye’de milli kahraman haline geldiği anlatılıyor, Yunan askerini kovalayan miğferli, süngülü tüfekli posterlerini gösteriyordu. Tagore çevirmeni Bülent Bey, yüzü kızararak, mahcup mahcup “Bak Rahşan!” dedi. En yakınlarında ben vardım, başkası duymadı!

TRT’nin kuruluş gecesinde, en önde Yönetim Kurulu üyeleriyle birlikte oturan İsmail Cem, aniden bizim masaya gelip yanımdaki iskemleye oturdu. Anlayamadık. Meğer dansöz çıkıyormuş ve Milliyetçi Cephe gazetecileri dansözün Cem’in kucağına oturması için komplo kurmuşlar. Fotoğraf çekip solcu Genel Müdürü rezil edeceklermiş. Milli ve manevi değerleri koruyorlar ya!

Ekip olarak Politika Gazetesi’ndeki işimizden atıldığımızı, New York’ta, o zamanki Türkevi’nin asansöründe ayaküstü Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’den öğrendik.

İşsiz kalmıştık ve paramız yoktu.

Anı biriktiriyorduk!

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *