Algedik' bu tespit eleştirilerini Duvar gazetesinde yayınlanan köşe yazısında dile getirdi.
Algedik'in yazısı şöyle:
Üç büyükşehir belediyemiz iklim krizi ve salgına rağmen sadece müteahhide çalışmış. Ellerinde doğru dürüst kadın sığınma evi olmayan koca belediyelerimiz 2020’de bu üç kentte 83 kadın yaşamını kaybederken mecliste sadece sıfır defa kadın sığınma evi kararı almışlar. Yetmemiş, TSE minimum kaldırım genişliği 3 metre derken, üstüne pandemide halk sağlığı uzmanları fiziksel mesafeyi 1,5 metre olarak tanımlarken, bu üç belediyeden çıkan toplam yayalaştırma kararı yalnızca bir.
31 Mart 2019 seçimlerinin üzerinden iki yıl geçti. Siyaseti alt üst eden bu seçimlerin ikinci yılında belediyelerimizi izlemek, muhalefetin kazandığı bu belediyelerdeki ilerlemelere bakmak gerekiyor. Hakikaten renk katmışlar mı, fark yaratmışlar mı?
Bunun için öncelikle “asfalt-beton belediyeciliği yapmayacağım” diyen aday ve partileri, ikinci olarak da merkezî siyasette de etkin olan üç büyükşehri inceleyeceğiz. Böylece, üçüncü olarak, AK Parti belediyeciliğinin aldığı son şekle de bakma şansımız olacak.
Tabii ki bu kadar geniş bir alana bir yazıda bakmamız mümkün değil. Onun için şimdilik karşılaştırmamızı üç önemli ölçütle sınırlı tutacağız. Özellikle üç büyükşehirin (i) salgın politikalarını, (ii) İstanbul Sözleşmesi güncelinde kadın sığınma evleri politikalarını ve (iii) asfalt-beton kararlarını inceleyeceğiz. Yani belediyelerin iklim, halk sağlığı ve cinsiyet eşitliği konularındaki performanslarını ölçeceğiz.
ASFALT BETON BELEDİYECİLİĞİ YAPMADILAR MI?
2019 seçimleri arifesinde yaptığım çağrıya üç adres karşılık vermişti. Önce Saadet Partisi, ardından Halkların Demokratik Partisi “asfalt-beton belediyeciliği yapmayacağız” dediler. Nihayet Ankara Büyükşehir Belediyesi adayı Mansur Yavaş da 2019 seçimlerine “Asfalt-beton belediyeciliği yapmayacağım” sloganıyla girdi.
Saadet Partisi seçimlerde kazandığı 21 belediye başkanlığı ve 295 belediye meclis üyeliği ile belediyecilikte kilit bir parti olabilirdi. Böylesi bir güçle örnek bir belediye çıkartabilir, seçimlerde verdiği sözü tutmakla yetinmez, eleştirilerinin yanı sıra uygulamaya yaptığı katkılarla da fark yaratabilirdi. Ancak ödevlerini yapmadı ve verdiği sözü yerine getiremeyen partilerden biri oldu.
Benzer şekilde HDP de halkın kayyımlara inat sandığa gitmesi ile üç büyükşehir, beş il, 40 ilçe ve 12 beldeyi kazandı. Bu listeye bin 230 belediye meclis üyesi de eklenince ortaya yerel siyaseti dönüştürecek çok güçlü bir yapı çıktı. Ancak HDP seçimlerden sonra, aldığı kararı hayata geçirecek iradeyi gösterip yerel politikasını üretmedi. Tıpkı kayyım meselesine karşı politika üretmediği gibi. Kayyım atandığı gün MYK toplayan bir parti dosta düşmana “benim politikam yok” mesajı verdi. 2009-2014 arası belediyecilikte elde ettiği birikimi hızla tüketti.
Üçüncü adres olan Mansur Yavaş’ın da bu konudaki karnesini üç büyükşehir değerlendirmesinde devam edelim.
ÜÇ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KİME ÇALIŞIYOR?
İstanbul, Ankara ve İzmir gerek büyüklükleri, gerekse göz önünde olmaları nedeniyle hem yerel hem merkezî siyasetin şekillenmesinde hep belirleyici olmuştur. 1973’te İsvan, Dalokay, Alyanak, 1989’da Sözen, Karayalçın örnekleri tarihî niteliktedir. O dönemde belediyeler toplumcu politika üreterek iktidara alternatif oluşturuyor, polemik yapmak yerine çözümlerle siyaset yapıyorlardı. Bugün bir Ahmet İsvan, bir Vedat Dalokay niteliğinde birkaç belediye başkanımız olsa, ülkedeki rejimin de böyle olmayacağını iddia edebiliriz.
2020, belediyecilikte ikinci yıl olmasının yanı sıra, koşulları salgının belirlediği bir döneme tekabül etmesi nedeniyle çok kritikti. Bu kritik yılın fotoğrafını belediye meclis kararlarına bakarak çekebiliriz. Meclis aslında demokratik işleyişin adıdır ve orada alınan kararları okumak dönüştürücü ve düşündürücü bir siyasî deneyimdir. Görünürdeki medyatik polemiklerin testi de Meclis kararlarının dökümüne göz atılarak yapılır. Çünkü ortak geleceğimiz beğensek de beğenmesek de meclislerde inşa edilir.
2020 yılında İzmir’in aldığı bin 199, İstanbul’un aldığı bin 370 ve Ankara’nın aldığı bin 829 meclis kararına bu gözle bakalım. Toplam 4 bin 395 kararın dağılımı bizlere belediyelerin önceliklerini, bu kararların nitelikleri de bu öncelik alanlarındaki derinliği anlatacaktır.
Bu kararlarda İzmir’de 3, Ankara’da 14, İstanbul’da 33 kez salgın/Covid-19 kelimesi geçmiş. Niceliksel olarak bu kadar düşükken, niteliksel olarak durum bundan daha kötü. Bu kararların tamamına yakını ya kira ödemesi gibi bir durum ya da merkezî hükümetin düzenlemesine uyumla ilgili. Halk sağlığının belediyecilik izdüşümü olan güçlü bir politika kararı göremiyorsunuz. En güçlü örnek olabilecek kararlar İstanbul’da sağlık çalışanlarına ücretsiz ulaşım verilmesi ve sağlık komisyonunun görevine salgının da eklenmesinden ibaret. O kadar. Tabii ki küçük yardımlar arada bir yer alsa da, bir halk sağlığı sorununa ve küresel bir salgına karşılık gelecek politika görmek neredeyse imkânsız.
Özetle salgın politikası için sıfırdan biraz yüksek not verebiliriz ama asla geçer not veremeyeceğimiz ortada. Manzarayı daha da netleştirmek için yayalaştırma başlıklı çok daha temiz bir ölçüt ekleyelim.
SALGINDA YAYALAŞTIR
Hekimlerin salgın esnasında fiziksel mesafeyi 1,5 metre olarak belirlemesiyle, bir yayaya düşen alan yarım metrekareden dokuz metrekareye çıktı. Bu ölçüt neticesinde New York, Paris, Atina gibi belediyeler yayalaştırma programları başlattı. Bu, ana muhalefet partisinin elindeki üç büyükşehir belediyesi için müthiş bir fırsattı. Malum Ankara’da Sakarya meydanı, İstanbul’da İstiklal ve İzmir Kıbrıs Şehitleri caddesi gibi yayalaştırma örnekleri var.
Ankara’da bin 826 karar içinde sadece 10 defa yaya kelimesi geçiyor ama bir tane bile yayalaştırma kararı yok. İstanbul’da bin 370 karar arasında iki defa yaya kelimesi geçiyor ama bir tane bile yayalaştırma kararı yok. İzmir’de bin 199 kararın içinde 29 defa yaya lafı geçiyor ve şükür, hakikaten şükür, bir tane yayalaştırma kararı, 513 sayılı karar ile alınıyor.
Şu an için salgının ortasında üç büyükşehrimizin 4 bin 395 kararı içinde imza attığı yayalaştırma kararı yalnızca bir.
Pandemide yayalaştırmada durum bu iken, İstanbul Sözleşmesi’nin gündemin başlıca konularından biri olduğu bu dönem boyunca büyükşehir belediyelerimiz ne yapmış?
SIĞINMA EVLERİNİN ADI YOK!
Türkiye’de kadın sığınma evi yasal bir sorunluluk. Mevzuata göre bu üç kentin her birinde onlarca kadın sığınma evi/konukevi olması gerekiyor. Ama bildiğimiz, birkaç sığınma evi olduğu. Nitekim büyükşehir belediyelerine bağlı dokuz kadın “konukevi,” il/ilçe belediyelerine bağlı ise 23 kadın “konukevi” olmak üzere toplam 32 kadın “konukevinde” 703 kapasite kişi ile hizmet ediyor (1).
2020 yılında Ankara’da 15, İzmir’de 26 ve İstanbul’da 45 kadın, erkeklerin uyguladıkları şiddet yüzünden öldü (2). 32 büyükşehire bağlı 9 konuk evi olan ülkemizde Ankara, İzmir ve İstanbul kaç kadın sığınma evi kararı aldı? İktidar 2020 yılı boyunca İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme planları yaparken, kadınların güvenliği belediyelerimizin gündeminde miydi? Değildi. 2020’de Ankara, İzmir ve İstanbul büyükşehir belediyelerinin aldıkları 4 bin 395 karar içinde kadın sığınma evleri konusunda HİÇ karar bulunmuyor...