Salonu aydınlatan üç köşe lambasından birini daha kapatıyorum. Turuncu bir loşluktayız şimdi. Televizyondan yayılan mavimsi ışık, duvarlarda ara sıra parlıyor ve artık hepsini ezberlediğim fotoğrafları ölgünce aydınlatıyor.
Fotoğraflar. Anneme, babama, bana ait fotoğraflar. Gerçekten bizim fotoğraflarımız mı? Hayır. Yaşamın küçücük bir karesinde tesadüfen ve biraz da zorunlu olarak yan yana durmuş insanların fotoğrafları bunlar sadece. Mesela şuna, şu bir nikah töreninden sonra kilise kapısında çekilmiş olanına bakıyorum. Bu beyaz tüller içindeki güzel kadın annem mi? Babam niye öyle uzaklara bakmış? Kendimi bildim bileli bu resme bakarken düşündüğüm şey yine aklıma geliyor. Babam biliyor muydu? Daha evlendiği o ilk gün çekilen resimde, var olan dünyaya değil de öyle bilinmez bir uzaklara doğru bakarken, biliyor muydu? Kararını o gün mü vermişti? Bu çirkin, bu karanlık, bu pis, bu tuzaklarla dolu dünyadan pek yakında çekip gitmeye çoktan mı kararlıydı o gün?..