Olağanüstü siyaset dönemi

19 Mart, Türkiye siyaseti için bir dönüm noktasıdır. Bu günle başlayan süreçte artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, alışılmış siyaset yapma veya yapmama tarzları terk edilecektir. Ezberler bozulmuş, “Ben yaptım oldu” anlayışı bir daha geri dönmemek üzere son bulmuştur.
Öğrencilerin, gençlerin bundaki katkısı sanıldığından çok daha büyüktür. Bu sayede sokak da siyasete katılmış ve iktidara yönelik rahatsızlık, son derece demokratik bir şekilde farklı bir boyutta da dile getirilerek ivme kazanmıştır.
İktidarın haksız uygulamalarına karşı toplumun öfkesini bastırmaktan başka bir şey yapmayan liderler siyaset sahnesinden çekilince potansiyel gücün nasıl açığa çıktığı da böylelikle açıkça görülmüştür.
İmamoğlu tutuklandığında artık tek adam yönetiminin tamamen yerleştiğini, Erdoğan’ın ne isterse yapmaya muktedir olduğunu ve kimsenin buna en ufak bir itirazda bulunamayacağını açık veya gizli bir memnuniyetle savunanlar ise ağır bir biçimde yanılmışlardır. Aradan geçen yaklaşık 25 günün ardından görülen durum tam tersidir. Yapılan protestolar, boykotlar ve izlenen strateji moral üstünlüğünü tamamen muhalefete geçirmiştir.
Yeni sürece damgasını vuran ve etkileri bundan sonra da devam edecek gibi görünen siyaset anlayışına bir isim vermek gerekirse buna olağanüstü siyaset dönemi denebilir. Türkiye 19 Mart’tan sonra olağanüstü şartlarda yapılan sert ve kararlı bir muhalefete tanık olmuş, bu durum İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından cılız bir iki sözden fazlasını beklemeyen iktidarın dengelerini sarsmaya yetmiştir.
Burada önemli olan nokta, sürdürülen bu yüksek yoğunluklu mücadeleye rağmen muhalif kesimin enerjisinde ve kararlılığında herhangi bir azalma görülmemesidir. Erdoğan’ın asıl uykularını kaçıran da budur. Yaptığından pişman bir şekilde bir an önce normalleşmeye dönmek isteyen iktidar, bunun için hemen her gün farklı bir yanlış adım atmakta, muhalefetin amaçladıklarını istemeden kendisi yerine getirmektedir. Boykot günü marketlere koşan, yaptığı alışverişin ücretine şaşıran, elinde kitapla poz veren bakanlar ve yapılan anlamsız açıklamalar bu paniğin yansımalarıdır.
Bu aşamadan sonra özellikle cezaevindeki gençler ve siyasetçilerin tamamı serbest bırakılmadan, İmamoğlu’nun haksız bir biçimde elinden alınan diploması geri verilmeden olağanüstü siyaset tarzından vazgeçmemek şarttır. Aksi takdirde, görece bir normalleşmeyle Erdoğan beklediğini bulmuş olacak ve özellikle son 25 günde yapılan haksızlıkların tümü unutturulacaktır.
Mevcut siyaset tarzının sürdürülmesinin ise gençleri ve siyasetçileri içeriden çıkarmanın yanında, orta vadede erken seçimin ve bu iktidardan kurtulmanın kapısını açacağına şüphe yoktur.