Bugünlerde gece gündüz elimden düşürmediğim bir kitap var, Haydar Karataş’ın “Gece Kelebeği Perperik-a Söe” (*) adlı romanı. Su gibi okunan, akılda-hayalde, acı bir masal gibi, korkulu bir düş gibi yer eden, okuyucusunu, “koparılmış yok edilmiş tarih sayfalarına geri götürüp, utandırıp, pişmanlıklara, keşkelere” salan romanı.
Ben, battaniyelere sarınıp, koltuğa uzanarak keyifle sayfa çevirirken çayını yudumlayan okurlardan değilim… Anlatılanları, tarih sayfalarıyla karşılaştırıp, fanteziyle gerçeği buluşturma çabasıyla okuma zevkini kendine zehir edenlerdenim. Okurken, “Onu aç, bunu kapa, o alıntıya git, şu kitabı bul” diye diye bir hal olurum.
Yıllarca kamuoyundan saklanan kimi gerçeklerle ilgili itiraflar karşısında bir kez daha donup kaldım, “bir insan bunları yapmış olsa bile nasıl kılı kıpırdamadan itiraf edebiliyor?” Soruları kafama üşüşüp durdu.
Bilmem siz şu sözleri anımsar mısınız?
İhsan Sabri Çağlayangil (dönemin Malatya emniyet müdürü) bant kaydıyla! Kema Kılıçdaroğlu’na Dersim Harekatının sonuçlarını anlatıyor:
“Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler, mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Bugün Dersim’e rahatça gidebilirsiniz. Jandarma da girer, siz de girebilirsiniz…” (**)
Ve Harekatta “askeri pilot” olarak kendi isteğiyle görev alan Sabiha Gökçen’in yıllar önce gazeteciler Ahmet Emin Yalman ve Halit Kıvanç’a anlattıkları:
“Atatürk ayaklanmanın kesin olarak ve en kısa zamanda bastırılmasını, müsebbiplerinin de en ağır bir şekilde cezalandırılmalarını emretmişti…-Canlı ne görürseniz ateş edin!- emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk…Gariptir, tavuk kesilirken bakamam. Fakat tayyareye binince, hele böyle askeri bir vazife alınca bu histen sıyrılıyordum… Dersim’deki uçuşlarım daha heyecanlı olmuştur… İnsan evvela bombalarını atıyor, bundan makineli tüfeğe geçiyor. Dersim’deki ilk bombardımanın heyecanını unutamam… Muhasama (çarpışma) meydanlarında canlı hedef üzerine bomba atmak hiç acımak hissi vermiyor. İnsan yalnız vazifesini görmek için aramayı, vurmayı düşünüyor…” (***)