Sert ve soğuk kuzey rüzgarı, Volga’nın çamurlu sularını dalga dalga köpüklendirdi. Keskin ıslıklar çalarak tehlikeli burgaçlar yaptıktan sonra, nehrin ortasındaki küçük adacığın tam ortasına kurulmuş görkemli beyaz çadırın altın kuşaklı eteklerini havalandırdı. Yüzlerce kişinin sessizce ayakta dikildiği ucu bucağı belirsiz çadırdaki tahtta oturan adam, görmeyen gözlerle çadırı dolduran kalabalığa baktı. Sonra omuzlarına kadar uzanan saçlarını ve enikonu kırlaşmış sakallarını ara sıra karıştırarak, düşünmeye devam etti.
Çadırın kapısındaki Bulgar ve Suvar askerler hareketlendi. O tarafa doğru baktı ve başyardımcısının içeriye girdiğini gördü. Elinde her zamanki gibi yanar bir meşale vardı. Onun birkaç adım arkasında da unvanları ‘Kündür’ ve ‘Cavşıgır’ olan yüksek rütbeli öteki iki yardımcısı belirdi. Hepsi de Aşına soyundan gelen Şad, Tarhan ve Yabgu unvanlı yöneticiler ile her biri onar bin kişilik ordulara komuta eden Orbay’lar da önceden belirlenmiş yerlerini aldılar.
Derinlerden gelen boğuk bir davul sesi duyuldu. Çocuk yaşta İstanbul’a gönderilerek Bizanslı din adamlarından eğitim alan bir Papaz, Hazar lisanında kısa bir dua okudu. ‘Atamis kim kökta sen’ diye başladığı duayı, ‘barça barça imandan bisni kuthargil’ diye bitirdi. Buhara’dan gelmiş olan Müslüman din adamı da yine Hazarca olarak Kuran’dan bir sure aktardı. Son olarak tahtın yanına gelen Haham da ‘Avinu Malkenu’dan uzunca bir bölümü seslendirdi.
Sonra Hazar Hakanı Ubaca ile üç yardımcısı, ordu komutanları ve üç kutsal dinin temsilcisi, görkemli otağın gözlerden uzak bir bölmesine çekilip, hararetli bir tartışmaya daldılar. Saatler sonra döndüler. Hakan, altın ve değerli taşlarla süslü tahta oturdu. Töre gereği, çadırı dolduran insanların yüzlerine hiç bakmadan, gözlerini çadırın tepesine dikti ve hafif bir sesle konuştu: ‘Biz kararımızı verdik ve bundan böyle Hazarların inancı, Musa Yalvaç’ın inancı yani Musevilik olacaktır’.
Soğuk ve nemli rüzgar, çadırı dolduranların kürklerine daha sıkı sarılmalarına yol açtı. Volga üzerindeki adayı karadaki Hazar İmparatorluğu Başkenti İdil’e bağlayan köprülerde nöbet değiştiren Hazar, Bulgar ve Avar askerlerinin konuşmaları ve silah şakırtıları duyuldu. Sekizinci yüz yılın soğuk bir akşamında, döneminin en güçlü devletlerinden biri olan Hazar İmparatorluğu, Musevi dinine böylece geçiverdi.
Kısa bir süre sonra Batı Avrupa’da Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nun kurucusu Charlemagne’ın imparatorluk tacını giydiği tarihlerde, Avrupa’nın doğusunda, Kafkasya ile Volga arasında Hazar İmparatorluğu adı altında tanınan çok güçlü bir Musevi Devleti hüküm sürüyor olacaktı…
Çaresiz hastalığın kemirdiği vücudu bir deri bir kemik kalmış olan yaşlı adam, Parkinson hastalığı nedeniyle şiddetle titreyen elini, yanındaki koltukta oturmakta olan kadının elinin üzerine koydu. Kahverengi lekelerle kaplı, damarları fırlamış eli, kadının beyaz elinin üzerine yavaşça kapandı. Sevgiyle birbirlerine baktılar. Adam fısıltılı bir sesle ‘kararın kesin mi’ diye sordu. Kadın gülümseyerek, gözlerini kırpıştırmakla yetindi...