Muhalif- Ankara
TBMM Genel Kurulu’nda 2025 yılı bütçesinin tümü üzerinde CHP Grubu adına konuşan İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli, temel hak ve hürriyetlerin Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenlenemeyeceği Anayasa'da açık olmasına rağmen ısrarla bu konuda Cumhurbaşkanlığı kararnameleri çıkartıldığını belirterek, Plan ve Bütçe Komisyonuna yağmur gibi Anayasa Mahkemesi tarafından bozulan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri geldiğini açıkladı. ‘Böyle gayriciddi bir iş olabilir mi’ diye soran Türeli, gelecek hafta görüşülecek torba kanun teklifinin de bu kapsam da olduğuna işaret ederek, iktidar kanadına, “Neden Anayasa'ya uymuyorsunuz? Anayasa'ya uymamayı bir alışkanlık hâline getirdiniz. Bunu neden yapıyorsunuz? Daha önce konuşurken bütçenin ilk gününde "Kendini uygulatmayan bir Anayasa." diye Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun sözcüsü söylemişti; kendini uygulatmayan Anayasa mı olur arkadaşlar? Anayasa'ya uyacaksınız, Anayasa bir toplumsal sözleşmedir. Sonuç itibarıyla "Ben bunun istediğim yerine uyarım, istediğim yerine uymam." derseniz böyle olmaz. (CHP sıralarından alkışlar) Burası Türkiye Cumhuriyeti; bu ülkenin gelenekleri var, burası muz cumhuriyeti değil, "İstediğimi yaparım, istediğimi yapmam." Olmaz” dedi.
Türeli’nin konuşmasından bazı bölümler şöyle:
TÜRKİYE ÇOK CİDDİ BİR KRİZ İÇİNDE
CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Şimdi, tabii, 2025 yılı bütçesini görüşüyoruz, aynı zamanda da kesin hesabı. Bunlar önemli metinler çünkü sonuçta bir toplumun şu anda nasıl bir ortam içinde olduğunu ve burada önümüzdeki dönemde nereye gidecek, ne olacak, hangi politikalar uygulanacak, hangi tedbirler alınacak, ülkenin kaynakları nereye aktarılacak, o konuda bir çerçeveyi, perspektifi çizen metinler bunlar ama ilginç olan şu: Biz bu bütçeyi konuşurken aslında Türkiye'nin içinde var olduğu, yaşadığı sorunların da gittikçe ağırlaştığını görüyoruz; siyasi, ekonomik, sosyal, idari bütün boyutlarda Türkiye çok ciddi bir kriz içinde.
Değerli milletvekilleri, Türkiye demokrasiden hızla otoriter bir rejime doğru kayıyor ve 2017 referandumu sonrası geçilen 2018 Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle bu otoriterliğe kayış hızlanmıştır. Devletin temel organları olan yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı hukuken ve fiilen ortadan kalkmıştır. Her sistemde -sadece parlamenter değil, parlamenter başkanlık, yarı başkanlık, bütün sistemlerde- olmazsa olmaz olan koşul, denge ve denetleme mekanizmasıdır ama ne yazık ki bu sistemde denge ve denetleme mekanizması yoktur. (CHP sıralarından alkışlar) Yürütme hem yasama hem de yargı üzerinde ciddi bir tahakküm kurmuştur.
BU SİSTEM AYNI ZAMANDA SON DERECE KEYFÎLİK İÇEREN BİR SİSTEMDİR
Temel hak ve hürriyetlerin Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenlenemeyeceği Anayasa'da açık olmasına rağmen ısrarla bu konuda Cumhurbaşkanlığı kararnameleri çıkartılmaktadır. Bakın, değerli arkadaşlar, komisyonlara, Plan ve Bütçe Komisyonuna yağmur gibi Anayasa Mahkemesi tarafından bozulan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri geliyor. Böyle gayriciddi bir iş olabilir mi? Önümüzdeki hafta burada bir torba kanun görüşeceğiz; 14 maddesi Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenen hususların Anayasa Mahkemesi tarafından bozulması, iptal edilmesi ve bunun kanun olarak yapılması için önümüze gelmesiyle ilgili fakat biz daha önce şunu biliyoruz: Gene böyle benzer düzenlemeler geldi ama gene kanun yapılırken de Anayasa'ya aykırılıklar vardı ve sonrasında yeniden Anayasa Mahkemesine gittik. Neden Anayasa'ya uymuyorsunuz? Anayasa'ya uymamayı bir alışkanlık hâline getirdiniz. Bunu neden yapıyorsunuz? Daha önce konuşurken bütçenin ilk gününde "Kendini uygulatmayan bir Anayasa." diye Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun sözcüsü söylemişti; kendini uygulatmayan Anayasa mı olur arkadaşlar? Anayasa'ya uyacaksınız, Anayasa bir toplumsal sözleşmedir. Sonuç itibarıyla "Ben bunun istediğim yerine uyarım, istediğim yerine uymam." derseniz böyle olmaz. (CHP sıralarından alkışlar) Burası Türkiye Cumhuriyeti; bu ülkenin gelenekleri var, burası muz cumhuriyeti değil, "İstediğimi yaparım, istediğimi yapmam." olmaz.
Merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkisi son derece sıkıntılı. Siz yirmi iki yıldan beri iktidarı yönetiyorsunuz ve 2019 seçimlerinde bazı belediyeler bize geçti, en son 2024 seçimlerinde de büyük anlamda hem büyükşehir hem il ve ilçe belediyeleri kazandık ve birden bire önümüze şu çıktı: Belediyelerin ve belediye şirketlerinin gecikmiş vergi ve sigorta prim borçlarının tahsili için genel bütçeden aldığı payların kesilmesi, aynı şekilde şirketlerin hesaplarına haciz konulması gibi uygulamalar gündeme geldi. Neden bunu daha önce yapmıyordunuz? Yirmi iki yıldan beri iktidardaydınız, bunların borcu yok muydu? (CHP sıralarından alkışlar) Neden bu konuda herhangi bir adım atmanız da şimdi yapıyorsunuz? "Belediyeleri kaybettik." diye yapıyorsunuz değil mi? Böyle olmaz arkadaşlar; merkezî yönetim ve yerel yönetim bir bütündür ve zaten merkezî yönetimin yerel yönetimler üzerinde vesayet yetkisi var ve bütün her türlü denetime tabi. Yani "Biz gelelim, biz istediğimizi yaparız." Bakın, bu, keyfîlik; Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin özündeki keyfîlik bu, tek adam rejimi ve keyfî bir rejim.
Seçilmiş milletvekili Can Atalay'ın AYM kararına rağmen Mecliste yemin edip göreve başlamaması ve sonra milletvekilliğinin düşürülmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi adına bir utanç kaynağıdır. (CHP sıralarından alkışlar)
2025 yılı bütçesi, kısaca ona bir değinmek isterim. Bütçe açığı azalıyor baktığımız zaman. Yıl sonu enflasyon yüzde 17,5'du OVP'de, Merkez Bankası yüzde 21'e çıkardı ama tabii, bunlar yıl sonu, buna bakarken bizim ortalama enflasyona bakmamız lazım. Yani gayrisafi yurt içi hasıla deflatörü yüzde 33,9 -ki o da çıkacak, büyük ihtimalle yüzde 40'ların üzerine çıkacak- harcamalardaki artış yüzde 31, vergi gelirlerindeki artış yüzde 46,5. Harcamaları kısıyorsunuz, vergileri artırıyorsunuz. İşte, bu bütçe nedir? Kime hizmet ettiği burada çok açık ve net olarak ortada. (CHP sıralarından alkışlar) Bütçe açığı kadar faiz harcaması var, 1 trilyon 950 milyar lira faiz harcaması; onu çıkardığınız zaman daha da aşağı doğru düşmüş ve çok ilginçtir, bütçedeki yatırım harcamaları -nominal olarak söylüyorum, mutlak rakam olarak- sadece binde 8 artıyor, reel olarak enflasyondan arındırdığımızda nasıl bir negatif seviyede olduğunu görün. Sermaye transferleri bile nominal, o da yüzde 56 azalmış mutlak rakam olarak, reel olarak çok ciddi bir azalma var. Yani faiz dışı harcamalar, aynı zamanda ekonominin, kamunun hizmet yaratma, hizmet üretme kapasitesini gösterir. Hizmet üretme kapasitesi azalıyor. Vergi gelirlerindeki artış çok yüksek, vergi yükü artıyor. Burada hem Cumhurbaşkanı Yardımcısı hem Hazine ve Maliye Bakanı hep Türkiye'nin vergi yükünün OECD ülkeleri içinde çok yüksek olmadığını söylediler ama bakın, yıllar içinde artıyor, son üç yıl içinde 2,5 puanlık bir artış var; bir kere onu söyleyelim.
BAKIN, 2025 YILI İÇİN BÜTÇE AÇIĞI YAKLAŞIK 2 TRİLYONDUR, VAZGEÇİLEN VERGİ 3 TRİLYONDUR
3 trilyon lira vergiden vazgeçilmesi son derece sıkıntılıdır.
KÖİ modeline, kamu-özel iş birliği modeline önümüzdeki üç yıldaki harcanacak para 689 milyar liradır.
Kur korumalı mevduat sisteminin yükü, bu bütçe açığıdır, bunu da bütçe açığına koyacaksınız, bu, bütçe açığıdır. (CHP sıralarından alkışlar) 2023 yılında 830 milyar liradır, bu sene de açıklamadı Merkez Bankası ama Merkez Bankası bilançosunun aktifindeki diğer kalemden bakınca 350 milyar liraları geçtiği anlaşılıyor.
TÜRKİYE'DEKİ EN ZENGİN YÜZDE 1 ÜLKEDEKİ SERVETİN YÜZDE 40'INI ALIYOR, GERİ KALAN YÜZDE 60'INI YÜZDE 99 PAYLAŞIYOR
Bölüşüm ilişkileri bozulmuştur değerli arkadaşlar. Gelir dilimlerine göre en düşük gelire sahip yüzde 5 gelirin yüzde 1'ini alırken, en zengin yüzde 5 yüzde 23,9'unu alıyor, tam 24 katı ve gene uluslararası bir kısım araştırma kurumlarının, bankaların yaptığı çalışmada Türkiye'deki en zengin yüzde 1 ülkedeki servetin yüzde 40'ını alıyor, geri kalan yüzde 60'ını yüzde 99 paylaşıyor. Böyle bir adalet olur mu? Bu ülkede huzuru ve refahı nasıl sağlarız, nasıl sağlarsınız? Ve daha da ilginci, önümüzdeki kalkınma planında ve orta vadeli programda buna ilişkin hiçbir perspektif yok. Gelir dağılımı konusu sanki şeydir... Hatta, Hazine ve Maliye Bakanının açıklamalarından anlaşılıyor, diyor ki: "Önce enflasyonu tek haneye indireceğiz, ondan sonra işçinin, memurun, emeklinin hâli düzelecek. Ört ki ölem. Böyle bir şey var mı arkadaşlar? Türkiye'nin ihtiyacı olan bir kalkınma stratejisidir, yeniden kalkınmaya dönmektir.