İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4663 %0.01
36,6425 %0.26
3.519.231 %1.764
3.078,88 0,14
Ara

Los Angeles’taki yangın mı büyük, CHP’deki yangın mı?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Los Angeles’taki yangın mı büyük, CHP’deki yangın mı?

Kaliforniya, Amerika'nın demokrat kalbi… 
Bugün korkunç bir yangınla ve yönetim zaafiyetleriyle gündemde.
Kaliforniya'da Demokrat Parti'nin elindeki yönetim, sokaklarda yaşayanlara yönelik evler, barınaklar ve sosyal tesisler gibi “göz alıcı” yatırımlar yaparken, hayati önem taşıyan alanlarda dikkat çekici bir yetersizlik sergiliyor. İyi niyetli girişimler bir yana, bu girişimlerin ve yapıların korunması için gerekli araçların yönetimi ve önlemlerin alınması konusundaki başarısızlıklar ise gözlerden kaçmıyor.
Dünyanın bir numaralı süper gücünü günlerdir süper güçsüz ve çaresiz bırakan yangınlar su rezervlerine yapılan yetersiz yatırımlarla bağlantılı olarak kontrolden çıkıyor. İtfaiye teşkilatının ve teknolojik ekipmanların tam donanımlı olduğu düşünülse de, yangınları söndürecek yeterli suyun bulunmaması akıl almaz bir durum…
Sonra, yangının yakın zamanda sirayet edemeyeceği bölgelerde yapılan ani tahliye çağrıları trafiği kilitliyor. Bu durum, yangının kıskacındaki alanlardan tahliyeleri ve acil durum ekiplerinin bölgeye intikalini sekteye uğratıyor. Kriz yönetim planlamasındaki yetersizliklere bakın…
Los Angeles, coğrafi konumu gereği doğal afetlere karşı en hazırlıklı şehirlerden biri olmalıyken, tarihi yangın karşısında sergilediği etkisiz kriz yönetimiyle büyük bir çaresizliğe sürükleniyor. Milyon dolarlık evlerle parıldayan, dünyanın en az yarısının rüyalarını süsleyen bir bölgede günlerdir havadaki kül yağmurunu ve korku filmlerinden fırlamış gibi duran kıyamet sahnelerini seyrediyoruz.   Hem doğa hem de insanlık açısından büyük bir dram. 
Aslında bu durum, yönetimin basiretsizliğini ve önceliklerinin ne kadar yanlış belirlendiğini gözler önüne seriyor.
Tam da öncelikler demişken… Bir de kadrajı Los Angeles’tan İstanbul’a çevirelim.
Birkaç gün önce Galata Köprüsü’nde balık tutmaya çalışan kişi, iddiaya göre yaslandığı korkulukların kırılması sonucu denize düşüyor… Neyse ki kurtarılıyor. Fakat olayda (bu seferlik) can kaybı yaşanmaması, kentin bu tarihi ve en değerli köprülerinden birinin korkuluklarının çürümüş olduğu gerçeğini değiştirmiyor… Daha da acısı bu olay ne ilk, ne de son olacak. Daha önce de pek çok kez benzer olaylar yaşanmıştı gerek Galata Köprüsü’nde, gerek Emirgan’da. Bunların bir kısmı medyaya yansıdı, bir kısmı yansımadı bile…  
Altyapı yatırımlarının yetersizliği, bitmeyen trafik çilesi, köstebek yuvasına dönen, amortisör patlatan yollar, fırlayan rögar kapakları, kapıda bekleyen susuzluk ve deprem gerçeği, yeşil alanların korunması konusundaki sıkıntılar, İstanbul’u İstanbul yapan güzelim sahil şeridinde bile insanların can güvenliği sağlanmış bir şekilde yürüyebilme hakkına sahip olamaması ve daha bilimum problem kente kan ağlatıyor…
Sol, sosyal demokrat bir parti iki dönemdir ülkenin en büyük kentinde seçim kazanıyor. 31 Mart’ta bir önceki yerel seçimlere göre çok daha güçlü bir şekilde yönetime geliyorlar üstelik, Meclis’te çoğunluğu alıyorlar, istedikleri gibi karar çıkartabilir durumdalar… Ancak, popülist, tribünlere oynayan hamlelerden başka, kentin kaderini değiştirecek etkili adımlardan eser yok hala… 
Onun yerine Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin İller Bankası hak edişini kesmesini konuşuyoruz.
Sonra, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın, ihaleye fesat ve yolsuzluk suçlamalarından gözaltına alınışını, bu belediyelerin şebekevari, çetevari yapılanmalarla iş yapmasını, bu derin ilişkileri konuşuyoruz. Aziz İhsan Aktaş isminde Diyarbakırlı bir “iş insanı”nın, AKP dönemi de dahil olmak üzere, belediyelerin üst düzey yöneticilerine rüşvet vererek ihaleleri organize ettiğine dair iddiaları… Belediyelerde iş yapacak ulaşım, inşaat, temizlik gibi alanlarla ilgili şirketler kurduğunu ve bu şirketler aracılığıyla sadece Beşiktaş Belediyesi’nden 18 ihale aldığını… (İnsanın aklına Yenidoğan Çetesi lideri olarak tanıdığımız Fırat Sarı geliyor…) Aynı kişinin kamudan ihale aldığı yerler arasında TBMM, Yargıtay gibi kritik kurumların da olduğunu…  Toplam 47 kişi hakkında eş zamanlı yakalama ve gözaltı kararı verilmesini… 
(Bu durum, sadece Beşiktaş'la sınırlı kalmıyor. Görevden uzaklaştırılan Esenyurt Belediye Başkanı da dahil, 12 belediye görevlisi hakkında ihaleye fesat karıştırma, rüşvet gibi suçlardan gözaltı kararı verilmiş. Rüşvet operasyonu kapsamında gözaltına alınan kişiler arasında İçişleri Bakan Yardımcısı Mehmet Aktaş’ın kardeşi Ahmet Aktaş da bulunuyormuş…)
İktidar ve muhalefet arasında geçişken bir yapı oluşturan bu “al takke ver külâh” düzeni…
CHP’de başlatılan, sırada Beyoğlu, Eyüpsultan, Şişli, Sancaktepe ve Sarıyer belediyeleri olduğu söylenen, muhtemeldir ki İBB iştiraklerine ve İBB’ye doğru devam edecek olan operasyonları… 
CHP, yolsuzluklar ve üzerine atılan lekelerle mücadele ederken, iktidar da 31 Mart seçim yenilgisini tamamen atlatmış, normalleşme ve yumuşama ile gelen can suyunun etkisiyle küllerinden doğmuş vaziyette. Muhalefetin içini karıştırıp, yer yer “çamur at izi kalsın” politikasıyla, yer yer partide zaten varolan malzemeyi bulup çıkararak, toz duman olan ortalığı seyredip keyifleniyor. 
Bu süreç, CHP'nin son dönemdeki imajını derinden sarsarak benzersiz bir şekilde zedeledi. Doğru, yargının siyasallaştığı ve yargıya olan güvenin ayaklar altına alındığı konusunda hemfikiriz, ancak CHP'nin de bu yolsuzluk iddialarına malzeme olması, malzeme olacak isimleri bünyesinde barındırması, kabul edilemez. 
Yerel yönetimlerde gücü elinde tutan CHP, buralarda atacağı ileri adımlarla Türk halkını, üllkeyi daha iyi yönetebileceğine ikna edebilmeli, kendinde çekim merkezi oluşturabilmeli. Seçmenin partiden beklediği bu. Salt iktidar karşıtlığı üzerinden bir parti politikası geliştirilemez. CHP adalet konusunda ne düşünüyor? İşsizlik? Asgari ücretlinin ve emeklilerin hali pür melali? Komşularla ilişkiler konusunda? Kıta sahanlığı konusunda? Bürokrasi konusunda? Eğitim konusunda? Uyuşturucu batağındaki gençler konusunda? Cezaevi şartlarının iyileştirilmesi konusunda? Sağlık, güvenlik konularında? Çevre konusunda? Küresel ısınma konusunda? Yenilenebilir enerji konusunda? Özgürlükler alanında? Partiler yasası ve seçim sistemi konusunda? Tüm bu alanlarda ve daha fazlası hakkında kendi fikirleri, kendi yol haritası, planlamaları nedir? 
CHP Genel Başkanı’nın kendi evinde bile uygulamadığı ve iktidara alay konusu olan ışık yakıp söndürme eyleminden daha etkili bir politika geliştiremiyorlar mı gerçekten? Ana muhalefet partisinin üretebildiği politika bu tür eylemlerden öteye geçemiyor mu? 
23 yıldır ülkeyi yöneten ve bugün ülkede yaşanan tüm siyasal, ekonomik, sosyal, toplumsal sıkıntıların baş müsebbibi, mutsuzlukların kaynağı olan iktidar partisi sazı eline almış, hiç durmadan çalıyor. Sanki sorunların sorumlusu değilmişçesine, “Ben yaşanan sıkıntıların farkındayım ve bir dahaki dönem bunların hepsini çözecek olan da yine benim,” mesajı verebiliyor meclis kürsülerinden, grup toplantılarından. Tam da muhalefetin söylemesi gerekenleri söylüyor. İktidar partisi hem iktidar, hem de muhalefet rolünü sahipleniyor adeta. Grup toplantılarından Kürtçe maniler yükseliyor… İktidar partisi genel başkanı, “Kırmızı kart” hareketi CHP’nin karakterine uygundur, diyor. Kırmızı, yasakların rengidir, diyor. Yani sol, sosyal demokrat bir partiyi yasak kavramıyla bile bir araya getirebiliyor… Kendisine söylenmesi gereken her şeyi mikrofonu eline alıp o söylüyor. Özgür Özel’den gelen tüm pasları gole çeviriyor… Bütün aparatları eline almış, kitlelerini konsolide etmiş durumda. 
Şimdi Cumhurbaşkanı’nın çıkıp, “parlamentoyu feshediyorum, ülkeyi erken seçime götürüyorum,” dememesini sağlayacak ne var artık? CHP’nin baskın bir tokat yeme olasılığı ne yazık ki yüksek.    
CHP tüm bunları konuşmadığı, içine kapandığı, kendi keşmekeşinden çıkamadığı taktirde böyle mahkeme kapılarında tartışılan bir parti olmaya devam eder… Zaten Cumhur ittifakının görmek istediği manzara tam olarak bu. Elbette yapılan operasyonların siyasi tarafı var, hatta bu yan ağır basıyor. Ama sen neden tüm bunlara malzeme veren parti oluyorsun? Yolsuzluğa en şiddetli tepkiyi göstermesi beklenen bir parti, nasıl oluyor da kendini yolsuzlukların merkezinde buluyor, öznesi konumuna gelebiliyor?
Türkiye’de, genel anlamda bir “temiz eller” operasyonuna ihtiyaç var. Bu operasyon, yalnızca CHP içinde değil, tüm siyasi partilerde gerçekleştirilmelidir. Ancak bu şekilde siyasetin itibarını yeniden inşa edebilir, siyasetçiye duyulan güveni geri kazanabiliriz. Aksi takdirde, şu anda yerle bir olan bu güvenin en somut göstergesi olan kararsız seçmen oranı, ki bu oranın yüzde 30’lara yükseldiği ve en büyük partinin kararsızlar partisi olduğu görülüyor, daha da artmaya devam edecektir.
CHP seçmeninin dilinde artık acı bir tat var; yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşçasına bir hayal kırıklığı içindeler. Sandık başına, gerçek bir sosyal demokrat değişim umuduyla yöneldiklerinde, sonu gelmeyen bir Matruşka oyununa dönüşen siyasi manzarayla karşılaşıyorlar. Her seçimde, birbirinin içinden çıkan, birbirine tıpatıp benzeyen figürlerle yüzleşmek, umutları yerle bir ediyor. Bu durumun somut yansıması da zaten anketlerde, CHP’nin azalmakta olan oy oylarından okunabiliyor. 
CHP’yi de ülkeyi de düze çıkarmanın yolu acil bir seçimli kurultaydan geçiyor. CHP içindeki bu parçalanmış yapı, (öyle ki mevcut parti yönetiminin başarısız olmasını dileyebilecek kadar intikamcı bir kutuplaşmış yapı) bertaraf edilmeli. Böylesine ikiye yarılmış bir partiden ülkenin yaralarına merhem olması elbette beklenemez. CHP önce kendi içerisinde barışı tesis etmeli, sonra ülkenin barışı, refahı için kolları sıvamalı. Bu iç barışın, bölünmüşlüğün sona ermesinin, yeniden ve güçlü bir şekilde bir bütün haline gelebilmenin, ortak değerlerde ve ortak gayelerde birleşmenin yolu da kurultaydan geçiyor…
***
Bu sırada İBB Başkanı İstanbul’u bırakmış, kentte yaşamı ağır ve aksak hale getiren tüm dertleri bir kenarda bekletip Suriye’ye yardım etmenin, orada sosyal konut yapmanın, bir diğer deyişle tribünlere oynamanın peşinde… 
Bu arada belediyelere operasyon yapılacağı yönünde çıkan haberlere de sitem ediyor, böyle haberler yapmayın, bunlar, çalışma arkadaşlarımızın iş yapma enerjisini ve cesaretini elinden alıyor, diyor. Ancak bu noktaya, genel başkan Özel’in normalleşme politikalarıyla birlikte gelindiği, iktidarın bu güce, yumuşama politikarından aldığı enerjiyle ulaşmış olduğu gerçeğini atlıyor. Ayrıca “amaç ben isem, arkadaşlarıma çile çektirmeyin,” diyerek bir anlamda rest çekiyor, kendisine siyasi yasak getirilmesinden bahsediyor, hodri meydan diyor. Kendini İstanbul Belediye Başkanlığı’nın ötesinde bir konuma yerleştiriyor ve Cumhurbaşkanlığı adaylığını ilan ediyor. 
***
Ülkede yoksulluk arşa yükselmiş, asgari ücretli kan ağlıyor… Ülke, kirasını veremeyen, evine et götüremeyen, eti bırakın karnını bile doyuramayan insanlarla dolup taşıyor, ana muhalefet partisi kendi içinde kaynayan kazanlara su taşıma peşinde… Birbirlerine “pışık” çekiyor… Ne yoksulluğa, ne adaletsizliğe, ne hukuk tanımazlığa, ne artık normalleşip kanıksanan tek adam rejimine karşı herhangi bir etkili iddia, bir politika, bir yol haritası ortaya koyabiliyor.
Bu sırada bugüne kadar iktidarın maşası olmadan varlığını sürdürmeyi başarabilmiş nadir kanallardan bir tanesi olan Flash Tv de, Bank Pozitif'in sahibi Erhan Kork tarafından, havuz medyasına dahil olmak üzere, satın alınıyor. CHP yine suskun… Sanıyor ki tüm ülke onları izliyor, onları takip ediyor… Sadece 3 kanal yapabiliyor bunu kısmen halbuki, onlar da birer birer elden gidiyor…
Chp’li seçmen bu “normalleşmeler”, bu “yumuşamalar,” bu kanıksamalar, görmezden gelmeler, sinmeler, hatta birlikte iş tutmalar için mi sandığa gidip oy verdi…
***

Kaliforniya, bir zamanlar Demokratların iktidara yürüyüşünde kilit rol oynamışken, gelecek dönemlerde bu destekten mahrum kalabilir. Peki ya CHP, ya İstanbul?
Los Angeles yangını, başta İstanbul Belediyesi olmak üzere, CHP’li belediyeler için bir laboratuar niteliğinde… Çıkarılması gereken derslerle dolu bir laboratuar… 
Altyapı yatırımları, kriz yönetimi ve şehir planlamasında acil eylem planlarının oluşturulması gerekiyor. Aksi halde, İstanbul'un da Kaliforniya gibi yanıp kül olmaması veya bilim insanlarının her gün biraz daha yaklaştığını bas bas bağırdığı büyük İstanbul depreminde yerle bir olmaması için elde avuçta kalan fırsatları değerlendirmek, somut ve etkili adımlar atmak şart.
Amerika'nın yaşadığı bu trajedi, Türkiye'nin şehir yönetimleri için ciddi bir uyarı niteliğinde.
***
Şimdi Amerika’daki yangın, Amerika ve İsrail’in, başta Filistin olmak üzere Orta Doğu’da yürüttüğü kan ve gözyaşı politikasına karşı, ilahi bir karşılık olarak okunuyor binlerce insan tarafından. Etme- bulma dünyası deniyor, “bu daha başlangıç” deniyor. İnsanların yüreğine su serpiliyor adeta…

Böylesine düz ve sığ bir bakış açısı aslında Türk toplumunun derinlerinde yatan bir ruh halini yansıtıyor. Solun uzun süredir ve ısrarla göz ardı ettiği, hatta reddettiği bu kültürel kodlar; kadercilerin, hayallerini yalnızca ilahi bir dokunuşla gerçekleşebileceğine inananların, hayata arabesk bir gözle bakanların, acı çekenlerin duygusal dünyası…

Halbuki Ferdi Tayfur’un dediği gibi belki de, arabesk ölürse Türk milleti de ölür…

Biz bu insanlarla aynı kentleri paylaşıyor, aynı havayı soluyoruz, aynı toplu taşıma araçlarına biniyor, aynı sokaklarda yürüyoruz. Acıda, hüzünde, sevinçte kesişiyor, yaşamın kalbinde buluşuyoruz.  Türküler, ağıtlar, arabesk melodiler; hepsi bu toprakların sesi, hepsi bizim yankımız. Ama ülkede bir Ferdi Tayfur öldüğünde, onu üstünkörü anmaktan öteye geçemiyoruz. Sol kimliğimiz elimizdeyken Ferdi Tayfur’un müziğini dinlemeye de, Ferdi Tayfur kimliğini derinlemesine incelemeye de cesaret edemiyor, bunu kendimize yakıştıramıyoruz. Bu şekilde milletin gerçek kodlarını okuyamıyor, ruhuna dokunamıyoruz. Toplumun derinlerinde yatan duygusal ve kültürel dinamikleri anlamanın uzağına düşüyoruz.

Halbu ki;

Seni sana bıraktım, Vicdanınla başbaşa, Dinle kalbinin sesini, Anlatır beni sana, Dinle kalbinin sesini, Anlatır beni sana…

***

Bu arada kalp krizi nedeniyle hastaneye kaldırılan ve tedavisi devam eden değerli gazeteci Yılmaz Özdil’e de geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

 

Sadık ÇELİK
[email protected]

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *