İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4573 %-0.07
36,4748 %-0.32
3.508.266 %3.257
3.061,67 0,27
Ara
MUHALIF GAZETECILIK GÜNDEM Sancılı bir geçişin ‘sergüzeşt’i

Sancılı bir geçişin ‘sergüzeşt’i

Yazdığı Sergüzeşt adlı romanla Türk edebiyatında realizmi başlatan kişi sayılan öykücü ve romancı Sami Paşazade Sezai, bu romanında Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişin acıklı bir öyküsünü anlattı.

Karaköy rıhtımına gelince faytondan indi. İçine birkaç giyim eşyası, kitap ve yazı müsveddelerini doldurduğu tahta bavulunu alıp, rıhtımı caddeden ayıran alçak demir parmaklıklara doğru yürümeye koyuldu. Heyecanlı ve korkuluydu. Kaç gündür yazıhanesinin önünde rastladığı, evinin bahçe kapısından içeriye bakarlarken gördüğü, atlı tramvayda hemen yanı başında belirdiklerini hissettiği adamların, şimdi burada, rıhtımda da olacaklarından korkuyordu.

Ah o adamlar. O koyu renk elbiseli, fesleri kaşlarına eğilmiş, ‘kaplan bakışlı’, karanlık yüzlü adamlar. Kuşkulandıkları ya da canlarının istediği her insanı, ‘Bab-ı Zaptiye’ye götürüp, onu hayattan silebilecek adamlar. Hafiyeler. Saray hafiyeleri.

Tahta bavulu elinde, rıhtım boyunca yavaşça yürüyüp, ortalıkta böyle adamlar olup olmadığını kolaçan etti. İşin kötüsü, bütün o rıhtımı doldurmuş olan insanların çoğunun, korktuğu hafiyelere benzemesiydi. Şuracıktaki simitçinin, az ötedeki ayakkabı boyacısının, yolcu uğurlarmış gibi duran şu adamın, palamar çözen çımacının aslında bir hafiye olmadığını kim bilebilirdi ki?

Bavulunu yere bırakıp, üzerine oturdu. Son anda tutuklanmazsa birazdan bineceği gemiyi de o anda gördü. Fransız Posta Teşkilatı’nın tek bacalı köhne gemisi, rıhtımın Galata Köprüsü’ne doğru uzanan bölümünün sonlarında bir yerde öylece duruyordu işte. Bacasından süzülen ince duman, geminin kalkışa hazır olduğunu gösteriyordu. Zaten yolcular da güverteye çıkan seyyar merdiveni tırmanmaya başlamışlardı bile.

Yüreği heyecanla çarparak kalktı. Tahta bavulunu eline alıp yürüdü. Son anda geri dönemeyeceğini, bunu yapamayacağını bilmenin verdiği küçük bir rahatlık duygusuyla adımlarını hızlandırdı. Kapıdaki pasaport denetiminden kolayca geçince, korkusu biraz daha azaldı.

Güverteye çıktı. Korunaklı bir yer aradı. Denkler, bavullar ve sepetler arasında sıkışıp kalmış bir şezlong bulup ilişti. Derken uzun bir zil çaldı. Gemicilerin Fransızca komutları duyuldu. Vapurun düdüğü üç kez boğuk bir sesle öttü. Güverte tahtaları titredi ve gemi hareket etti.

Ayağa kalkıp, küpeşteye yaklaştı. Batmaya yaklaşan güneşin koyulaşan ışıkları altında tuhaf bir bakır rengi alanTopkapı sarayının kubbelerini, Yenicamiyi, uzaklardaki Üsküdar ve Beşiktaş sahillerini seyretti.

Köşe yazısının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *