Ormanları, dereleri, vadileri ve yerleşim yerlerini olumsuz etkileyecek olan projede, firmanın çevreye olan olumsuzlukları giderme yönündeki taahhütlerinin kiminin imkânsız olduğunu kimine ise daha işin başında özen gösterilmediğini savunan dernek, “Proje derhal durdurulsun” çağrısında bulundu…
Türkiye Ormancılar Derneği tarafından bu konuda yapılan açıklama şöyle:
Rize ili, İkizdere ilçesi, Cevizlik köyü yakınlarında Cengiz Holding tarafından açılmak istenen taş ocağı ve bu hukuksuz girişimin karşısında direnen yöre halkının mücadelesi, yirmi gündür ülke gündeminde yer bulmaktadır. Türkiye Ormancılar Derneği olarak, bir daha geri getirilemeyecek ormanları, dereleri, vadileri ve yerleşim alanlarını tehdit eden bu proje ile ilgili görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşmayı bir görev biliyoruz.
Son yıllarda ekonominin lokomotifi olarak görülen inşaat sektörünü ucuz hammadde ile beslemek için mıcır ve kum elde etmek amacıyla açılan taş ocaklarının sayısı hızla artmaktadır. Yer seçiminde kamulaştırma bedeli ödememek için genellikle ormanlık alanlar ya da dere yatakları tercih edilmektedir. Bu tercih nedeniyle kamu kurumları ve şirketlerin ekonomik maliyeti bir miktar düşse bile, bu uygulamanın ekolojik ve sosyal maliyeti çok yüksek olmaktadır. Bu tür uygulamalar ülkemizin doğal varlıklarının nasıl bir talana maruz bırakıldığı ve olağanüstü doğal varlıkların nasıl değersizleştirildiğinin en açık kanıtıdır.
Öncelikle Rize ili, İkizdere ilçesi, Cevizlik köyü yakınlarındaki taş ocağının tamamen yanlış bir yerde planlandığı anlaşılmaktadır. Böylesine dik, sarp ve ormanlarla kaplı, köy yerleşimlerinin ortasında ve tarım alanlarına neredeyse bitişik bir alanda taş ocağı işletmesi açılmasının daha başlamadan çeşitli çatışmalara yol açtığı bilinmektedir. Öte yandan yöre insanını etkileyecek, mevcut yaşam birliklerini ve habitatları tamamen yok ederek kayalığa dönüştürecek bir faaliyet için “ÇED gerekli değildir” kararı verilmesi de ayrı bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Üstelik bu karar verildikten sadece kırk gün sonra 13,45 hektar olan ocak alanının 37,02 hektara ve 15,7 milyon ton olan yıllık taş üretiminin 20 milyon tona çıkarılmasına yönelik kapasite artışı için ÇED başvurusunda bulunulmuş ve başvuruda 2025 yılına kadar üretim yapılacağı açıklanmaktadır.
Taş ocağının gerekçesi olarak İyidere ilçesinde yapılması planlanan lojistik merkez ve liman gösterilmektedir. Ancak bu lojistik merkez ve limanın ÇED raporunda “Proje kapsamında herhangi bir malzeme ocağı işletilmesi veya hazır beton tesisi kurulması planlanmamaktadır” diye yazmasına rağmen İkizdere’deki taş ocağında işlemlere başlanmıştır. Böylece hem lojistik merkez ve limanın ÇED Raporuna aykırı hareket edilmiş, hem de hukuki bir temeli olmayan bir gerekçeyle orman tahribatının önü açılmış olmaktadır.
Taş ocağı proje tanıtım dosyasında, proje alanının tamamının orman olduğu yazılmaktadır. Oysa ocak alanında tarım alanları da bulunmakta olduğu gerekçesiyle 20.03.2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararı ile bu tarım alanları acele kamulaştırılmıştır. Dolayısıyla proje tanıtım dosyasının yeterli inceleme yapılmadan hazırlandığı anlaşılmaktadır.
Proje alanının çok yakınında köy yerleşimlerine ait ev ve diğer yapılar bulunmaktadır. Bölgede yaşayan halkın evlerine 230 metre, tarla ve tarım alanlarına ise 50-70 metre mesafelerde yılın neredeyse tamamında delme, patlatma, yükleme ve taşıma faaliyetlerinin öngörülmesi her şeyden önce fahiş bir planlama hatasıdır.
Daha ocak için kazı faaliyetleri başlamadan sadece yol genişletilmesi çalışmalarında dahi ocağın proje tanıtım dosyasındaki taahhütlere uyulmadığı gözlenmektedir.
Örneğin; dere yataklarına müdahale edilmeyeceği taahhüt edilmesine rağmen ocak alanına giden yolun genişletilmesi çalışmalarında kazı fazlasının dere yataklarına boşaltıldığı, hatta yol kenarındaki orman ağaçlarına Orman Kanunu’na aykırı olarak zarar verildiği, köklerinden söküldüğü ve dere yatağına atıldığı da görülmektedir. Özetle doğrudan ve dolaylı olarak dere yatağına müdahale edilmiştir. Karadeniz Bölgesindeki sellerin büyük bir çoğunluğunun nedeni dere yataklarına yapılan müdahalelerdir. Şimdiden bölgede sel riskinin arttığını ve derelerden akan suyun kalitesinin erozyon nedeniyle bozulduğunu söylemek mümkündür. Türkiye Ormancılar Derneği olarak gelecekte yaşanması olası sel ve heyelanlara karşı yetkilileri uyarıyor ve acilen ocak faaliyetlerinin sonlandırılması ve devam eden dava süreçlerinin tamamlanması gerektiğine inanıyoruz.
Yörede uluslararası sözleşmelere göre korunması gereken hayvan türleri bulunmakta olup, proje tanıtım dosyasında da bu türler açıkça raporlanmıştır. Bern Sözleşmesinde “Kesin olarak korunması gereken hayvan türlerinin üreme ve dinlenme yerlerine kasıtlı olarak zarar vermek veya buraları tahrip etmek, yabani faunayı üreme, geliştirme ve kış uykusu dönemlerinde kasıtlı olarak rahatsız etmek yasaktır” hükmü yer almaktadır. İşin trajik tarafı; Proje tanıtım dosyasında, Bern Sözleşmesinin bu ve diğer hükümlerine uyulacağı taahhüt edilmiş olmasına rağmen faunanın önemli bir kısmının üreme zamanı olan Nisan ayında faaliyetlere başlanmış olmasıdır.
Taş ocağının faaliyete başlamasından sonra oluşacak toz kirliliği nedeniyle vadideki ormanların, çay alanları ve bahçe bitkilerinin olumsuz etkileneceğini söylemek mümkündür. Çünkü çoğu taş ocağında tozumayı önlemek için alınacağı ifade edilen önlemler alınmamaktadır.
Çok dar ve dik bir vadide yankılanacağının da hesaba katılarak, işletmeden kaynaklanan gürültünün, başta uyku bozukluğu olmak üzere insanlarda ruhsal sorunlar yaratması ve yaban hayvanlarını da olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır.
Diğer yandan taş ocağının faaliyetin sona ermesinden sonra rehabilite edileceği de proje tanıtım dosyasında taahhüt edilmektedir. Ancak sıyrılması öngörülen toprak miktarı sadece 20 cm kalınlıktadır ve faaliyet sonrası som kayanın üzerine serilecek 20 cm toprak üzerinde ağaç yetişmesi mümkün değildir. Nitekim ülkemizde başta mermer ocakları olmak üzere birçok taş ocağının rehabilite edilemediği de ortadadır.
Türkiye Ormancılar Derneği, ülkemizin en güzel, doğal zenginlik açısından en varsıl yörelerinden birinde, yöre halkının haklı olarak karşı olduğu bu doğa düşmanı projenin derhal iptal edilmesi gerektiğini beyan etmektedir.
Yöre halkının haklı mücadelesini tüm benliğimizle ve mesleki duyarlılığımızla destekliyoruz.
KAMUOYUNA SAYGI İLE DUYURULUR. 10.05.2021
TÜRKİYE ORMANCILAR DERNEĞİ
Derneğin bu konuda hazırladığı kapsamla rapor ise şöyle:
T.C. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Trabzon 11. Bölge Müdürlüğü tarafından Rize ili, İkizdere ilçesi, Cevizlik köyü̈ mevkiinde “ER:3396069 Numaralı Cevizlik Bazalt Ocağı işletilmesi" planlanmaktadır. Son yıllarda çeşitli alt ve üst yapı inşaatları için ihtiyaç duyulan mıcır ve kum ihtiyacı için taş ocağı açılması ve işletilmesi konusu çok yaygınlaşmış, bu yönde mevzuatta değişiklikler yapılmıştır. Kamulaştırma bedeli ödememek için daha çok ormanlık alanlar ya da dere vadileri içinde açılmas tercih edilen taş ocaklarının kamu kurumları için ekonomik maliyeti bir miktar düşük olsa da ekolojik ve sosyal maliyetlerinin karşılanamaz olduğu aşikârdır. Öncelikle Rize ili, İkizdere ilçesi, Cevizlik köyü yakınlarında planlanan çalışmanın tamamen yanlış bir yerde planlandığı anlaşılmaktadır. Bu şekilde dik, sarp ve ormanlarla kaplı, köy yerleşimlerinin ortasında ve tarım alanlarına neredeyse bitişik yerlerde taş ocağı kurulması, ocak
daha faaliyete başlamadan çevre ihtilaflarının oluşmasına neden olmaktadır. Öte yandan yöre insanını etkileyecek, mevcut yaşam birliklerini ve habitatları tamamen yok ederek kayalık bir ekosisteme dönüştürecek bir faaliyet için “ÇED gerekli değildir” kararı verilmiş olması da ayrı bir sorundur. Bu durum çevre, orman ve doğanın korunması ile ilgili yürürlükte olan yasalara da aykırılık teşkil ettiği gibi, telafisi mümkün olmayan zararlar ortaya çıkarmaktadır. Yirmi gündür ülkemizin gündemini meşgul eden, yöre insanı ile doğayı korumak isteyenleri kolluk güçleri ile karşı karşıya getiren bazalt taş ocağı için 21.08.2020 tarihinde proje tanıtım dosyası (PTD) hazırlanarak Rize Valiliğine başvurulmuştur. PTD’de “Hammadde üretim izni 97,88 hektar olan alanın 13,45 hektarında çalışılacağı açıklanmıştır. ÇED Yönetmeliğine göre 25 hektardan küçük maden ocaklar, Yönetmeliğin EK-2 listesinde kaldığı için ÇED raporu hazırlanmamakta ve “ÇED gerekli değildir” kararı verilerek hızlı bir şekilde ocak faaliyetleri başlatılmaktadır. Nitekim Ocak 2021’de, İkizdere’deki bazalt ocağı PTD’si revize edilerek yeniden Rize Valiliğine sunulmuş ve 27.01.2021’de ÇED gerekli değildir kararı verilerek ocağın faaliyete başlamasının önü açılmıştır. Hemen sonrasında ise 08.03.2021 tarihinde aynı bazalt taş ocağı için 13,45 hektar olan izin alanını 37,02 hektara çıkartacak kapasite artışı için ÇED süreci başlatılmıştır. PTD’de taş ocağının tamamen orman alanı içinde olduğu belirtilmesine rağmen, alanda tarım
alanları da bulunduğu için 20.03.2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararı ile bazalt ocağı ve bağlantı yolu
üzerindeki taşınmazların acele kamulaştırılmasına karar verilmiştir.
Proje tanıtım dosyası incelenerek aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı XI. Bölge Müdürlüğü tarafından, Rize ili, İkizdere ilçesi, Cevizlik ve Gürdere köyleri sınırları içerisinde, mülkiyeti büyük ölçüde hazineye ait ormanlık bir sahada bazalt taş ocağı faaliyeti planlanmıştır. PTD’de ocak alanının tamamının orman vasfında olduğu açıklanmıştır. Ormanlık alanlar kayın, ladin, kızılağaç, gürgen, akçaağaç ve çok sayıda diğer
yapraklı türlerden ve orman toprağı zirai alanlardan oluşmaktadır. Ancak daha sonra hazırlanan ÇED başvuru dosyasında ocak alanı içinde tarım alanı olduğu belirtilmektedir ve 20.03.2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararı ile bu tarım alanları acele kamulaştırılmıştır. Buna göre ocağın PTD dosyasının gerekli incelemeler yapılmadan hazırlandığı açıkça ortadadır.
Taş ocağının işletileceği alan İkizdere ilçesi, Cevizlik ve Gürdere köyleri sınırları içerisinde kalmakta olup etrafında ve çok yakınlarında tarımsal faaliyet yürütülmekte; ayrıca köy yerleşimlerine ait ev ve diğer yapılar bulunmaktadır. Bu açıdan seçilen alan can ve mal güvenliği bakımından uygun değildir. Yörede yaşayanların evlerine 230 m tarla ve tarım alanlarına ise 50-70 m mesafelerde yılın neredeyse tamamında delme, patlatma ve yükleme taşıma faaliyetlerinin öngörülmesi her şeyden önce belli ki bilgisizlik kaynaklı fahiş bir planlama hatasıdır. Burada yapılacak her türlü faaliyet, köylerde can ve mal güvenliği açısından anlık, faaliyetin ilerleyen yıllarında ise telafi edilemez tehditler oluşturmaktadır. Eğer sağlıklı bir ÇED süreci işletilseydi belki de bu yer seçimi uygun bulunmayacak ve süregelen sorunlar yaşanmayacaktı
Resim-2: İkizdere bazalt taş ocağı PTD ile taş ocağı açılacak alan (sarı çizgi ile işaretli), kapasite artırımına konu alan (kırmızıçizgi ile işaretli) ve hammadde üretim izni olan alan (mavi ile işaretli)
PTD’ye göre “Ocak sahasından temin edilecek malzemelerin, İyidere Lojistik Merkez ve Limanı yapım, bakım ve onarım faaliyetlerinde ve bölgedeki yol yapımı projelerinde kullanılması planlanmaktadır”. Ancak İyidere’de yapılması planlanan lojistik merkezin ve limanın ne için yapıldığı konusunda bir bilgi bulunmamaktadır. Bu durum geleceğe ait farklı senaryoların konuşulmasına ve tedirginliğine yol açmaktadır.
PTD’de, faaliyet kapsamında, ocak sahasından 15.724.800 ton/yıl (5.616.000 m3
/yıl) üretim yapılması planlandığı, açık işletme yöntemlerinden basamaklarda delme – patlatma yöntemi uygulanacağı ve işletme süresinin üç (3) yıl olacağı açıklanmaktadır. Ancak 08.03.2021 tarihli ÇED başvuru dosyasında ise üretim miktarının 20.000.000 ton/yıla (7.142.857 m3 /yıl) çıkarılacağı ve işletme süresinin 10.07.2025 tarihine kadar olacağı açıklanmıştır. Özetle hem daha fazla hem de daha uzun süre taş üretileceği kabul edilmektedir.
PTD sayfa 4’te açıklanan toprak sıyırma yönteminin “Planlı, düzenli, ekonomik ve çevreye en az zararı olan yöntem” olduğu söylenmektedir. Oysa bu yöntemin uygulanmasıyla ekolojik açıdan son derece önemli ve korunması gereken yamaç ormanları ile su kenarı (riperyan) ormanlar ortadan kaldırılmaktadır. Öte yandan şirket ocak yüzeyinin en az beş basamaklı olacağını belirtmektedir ki bu durumda üst toprağın serileceği alanın en az %40 daha büyüyecek olması demektir. Yapılmayacağı aşikâr olan üst toprak serme işlemi istense bile yaklaşık 49 bin m3
toprak, arazi yüzeyine yetmeyecektir. Firma tarafından yapılmakta olan işlem; 6831 Sayılı Orman Kanunu, 2872 sayılı Çevre Kanunu, İnşaat Atık Yönetmeliği ve 2006/27 sayılı Başbakanlık genelgesine tümüyle aykırıdır.
PTD’de yazılanlar yukarıda sayılan nedenlerden dolayı inandırıcı olmaktan çok uzaktır. Diğer yandan yağışların yüksek olduğu bu bölgede depolanacak toprağın yağışlarla kaybolması muhtemeldir. Söylendiği gibi serilmesi durumunda da yine yüzeysel akışla yok olup gideceği aşikârdır. Şirketin “Çalışma alanının köşe noktalarına poligon taşları dikilerek çalışma alanının sınırları belirlenerek ocak sahası tel örgü ile çevrilecek, uyarı levhaları yerleştirilecek ve bu sınırların dışında hiçbir çalışma yapılmayacaktır” şeklindeki beyanı ortadayken taş ocağının büyütülmesi ile ilgili başka bir teşebbüste bulunulduğu ve hemen yanı başındaki ER:3404341 Numaralı Gürdere Bazalt Ocağı için başvurulduğu da ortaya çıkmıştır. Özetle bu taş ocağı ne yazık ki sınırları belli olmayan bir büyüklüğe doğru gitmektedir. Üstelik tüm bunlar İyidere Lojistik Limanı için hazırlanan ÇED raporunda “Proje kapsamında herhangi bir malzeme ocağı işletilmesi veya hazır beton tesisi kurulması planlanmamaktadır” taahhüdünün varlığına rağmen yapılabilmektedir. PTD’de “Ocak içi yollar ve nakliye yolları düzenli olarak sulanarak toz oluşumu minimize
edilecektir. Tozumaya karşı sulama, süpürme, toz bağlayan maddelerle muameleye tabi tutulması vb. her türlü önlem alınacaktır” önermeleri mevcuttur. Ancak ocağa ulaşmak için gerçekleştirilen yol genişletilmesinde tozumayı önlemek için herhangi bir önlem alınmamıştır. Ayrıca şimdiye kadar benzer taahhütlerde bulunan mevcut firma ve diğer firmaların hiçbiri, işin başındaki göstermelik
birkaç uygulama dışında böyle bir işlem yapmamıştır.
PTD’de “Söz konusu hammadde üretim ı̇zin alanının tamamı orman vasfındadır. Faaliyete geçilmeden önce 6831 Sayılı Orman Kanunu kapsamında yüklenici firma tarafından gerekli izinler alınacak, izin harici alanlarda faaliyet gösterilmeyecektir. Ayrıca yüklenici firma tarafından Orman Rehabilitasyon Projesi hazırlatılacaktır” demektedir. Som kaya olan bir arazide Orman Rehabilitasyon Projesi elbette söz konusu olamayacaktır. Ama firmanın bunu yapacağını söyleyebilmesi bile bu konuda var olan ciddi bir bilgisizliğin mevcudiyetini işaret etmektedir.
PTD’nin 2. sayfasında; ’”Bazalt ocağında işletme aşamasında 30 kişi çalıştırılması planlanmaktadır. Faaliyet kapsamında yılda 12 ay (312 gün/yıl), ayda 26 gün ve 3 vardiya (24 saat) çalışılacaktır.” ifadesi yer almaktadır. Muazzam büyüklükteki bir taş ocağında 30 kişi çalıştırılacak olması, bu faaliyetin istihdam açısından da doyurucu olamayacağının ve bir anlam ifade etmediğinin açık göstergesidir. Diğer yandan yılın neredeyse tamamında faaliyette bulunularak,
tüm bir vadiyi ve insan dâhil bütün yaşam formlarını patlatma, sarsıntı gürültü ve yoğun toz emisyonuna maruz bırakılması kabul edilebilir bir etki değildir.
PTD’nin 3. sayfasında “Proje Bedeli Analizi başlığı altındaki Ruhsat, İzin vb. Bedeller” karşısında “Proje alanı Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Trabzon 11. Bölge Müdürlüğüne ait saha olduğundan herhangi bir bedel ödenmesi söz konusu değildir” açıklaması bulunmaktadır. Bu açıklama ülkemizin doğal kaynaklarının nasıl bir talana maruz bırakıldığı, olağanüstü doğal varlıkların nasıl değersizleştirildiğinin en açık kanıtıdır. Yine aynı raporun 4. sayfasında proje alanı seçiminde suyun, toprağın, tarım alanlarının, bozulmamış orman ve riperiyan ekosistemleri ile sıra dışı yüksek kalitedeki dere ekosistemin ve nihayet insanların varlığının yok sayılarak sadece “Tüketim yerlerine yakınlığı, ulaşım özellikleri ve ekonomik hammadde temini” göz önünde bulundurulmuş ve söz konusu proje alanı uygun görülmüştür.
PTD sayfa 54’teki gürültü ile ilgili değerlendirme ise başka bir problemi işaret etmektedir. Buna gör; “Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği 22. maddesinde endüstriyel tesisler için çevresel gürültü kriterleri, yukarıdaki tabloda (Yönetmelik Ek-7, Tablo 4) verilen, gündüz 70 dBA sınır değerini Tablo 1.ç.13’te görüldüğü üzere, 100 m mesafeden sonra sağlamaktadır. Özetle PTD diyor ki; 100 m mesafeden sonra gürültü 70 dBA olmaktadır, 230 m mesafedeki Cevizli Köyündeki gürültü bu işler için kabul edilen gürültünün altında kalmaktadır. Burada kritik soru şudur? Gürültü ne kadar altında kalmaktadır? Örneğin, 65 dBA mı, 55 dBA mı, 45 dBA mı? Burada tek bir satırlık açıklama yoktur. Oysa buradaki gürültü ve vibrasyonun (titreşim) doğrudan yaban hayvanlarını etkileyecek olması kesindir. Gürültü, her durumda çevresel bir stres oluşturucu öge olarak kabul edilmektedir. Daha kötüsü İnsanlar eğer 40 dBA sese uzun sürelerde (rapordan anlaşıldığı üzere 24 saat /312 gün) maruz kalırlarsa ve çevresel gürültünün uyku bozukluğu ve hatta ruhsal duruma önemli bir olumsuz etkisi olduğu kabul edilmektedir. Örneğin çeşitli araştırmalar gürültünün, kızgınlık, sinirlilik, stres yarattığı, iş gücü verimini azalttığı hatta çeşitli kazalara neden olabildiğine vurgu yapmaktadır. Gece gürültüsüne maruz kalan bölgelerde yaşayan insanların daha fazla yatıştırıcı veya uyku hapı kullandığını da bilinmektedir. Çalışma, geceleyin 30dB’i aşan düzeydeki trafik gürültüsünün uyku bozukluğunu tetiklediğini göstermiştir.
Buradaki trafikten çok daha büyük gürültü varlığının sağlık üzerindeki etkisi ne yazık ki hiç irdelenmemiştir. Yapılan çalışmalarda motorlu taşıt araçların gürültüsünü ancak 200-250 m2 lik ormanların azaltabileceği, açık alanda bu mesafenin yaklaşık 2 km olduğu bildirilmiştir. PTD gürültü ölçümlerini gündüz saatlerine göre hesaplamıştır, oysa aynı raporda çalışmaların üç vardiya 24 saat yapılacağı açıklanmaktadır. 97-105 dBA şiddetinde gürültü yapan Taş kırma kompresörünün evlerde kaç dBA’ya düşeceği irdelenmemiştir. Çalışmada bu açıdan da ciddi bir eksiklik vardır.
Üstelik çıkan gürültünün çok dar ve dik bir vadide yankılanacağının da ayrıca hesaba katılması gerekmektedir. Bu tip taş ocakları için başka büyük bir tehlike de çıkan toz yoğunluğudur. PTD’de, sürekli
olarak ortaya çıkan ihtilafları gidermek üzere en geniş değerlendirme toz konusunda yapılmıştır. Hangi teorik açıklamalar yapılırsa yapılsın toz sorunu arazide asla raporlarda yazıldığı gibi
yönetilememekte; doğa, tarım, hayvancılık ve tüm insan yaşamı olumsuz etkilenmektedir. PTDs.55’te “Bazalt ocağında patlatma ve malzemenin üretilmesi aşamasında toz meydana gelecektir. Toz emisyonlarının en aza indirilebilmesi için kamyonların üzerleri kapatılacak, yükleme ve boşaltma işlemleri sırasında savurma yapılmayacak, kuru havalarda kaplamasız yolların sulanması sağlanacaktır” denilerek toz konusunun geçiştirilemeyecek önemde olduğu anlatılmaktadır. Ancak dedikleri ölçüde sulama yapılacak olsa bile delme ve patlatma sırasında oluşacak toz için bir önlem yazılmamıştır. Oysa her patlatmada neredeyse 4 ton kontrolsüz toz beklendiği açıklanmıştır (PTD
s.58). Gerçi enteresan hesaplarla bu toz miktarı çok daha düşük gösterilmektedir. Ortaya çıkması kaçınılmaz olan tozlar vadi rüzgarları ile yukarıya ve aşağıya yani havzanın çok uzak bölümlerine de yayılarak yaprakların ve çiçeklerin üzerini kaplayarak hem büyüme hem de tozlaşmaya engel olarak, çiçek verimini dolayısıyla da bu yöre için hayati önemdeki bal rekolte ve kalitesinde düşmeye yol açacaktır ki Doğu Karadeniz bu örneklerle doludur.
Tesis Etki Alanı ve Yerleşimlerin Etki Alanları
PTD bitki analizi ve koruma önlemleri bakımından tam bir fiyaskodur. PTD S. 92’de
belirtilen “Bitkisel toprağın sıyrılması ile faaliyet alanı ve yakın çevresinde bulunabilecek endemik, nadir ve nesli tehdit altında olan türlerin olgun tohumları, her bir türün çiçeklenme döneminden 45 gün sonra toplanarak, proje alanı yakınlarında uygun habitatlara taşınacaktır. Yöreye özgü hassas türler tohum ya da fide olarak ekolojik özellikleri yakın olan alan dışı habitatlara taşınarak (Ex-Situ) yeni populasyonlar oluşturulacaktır” önermesi şimdiye kadar her raporda yer alan ve asla yapılmayan ve de yapılamayacak olan bir uygulamadır. Yeterli bitki analizi yapılmamıştır. Kaldı ki bitkiler konusunda bu denli hassas davranılıyor ise burada taş ocağı faaliyeti tümden iptal
edilmelidir. Çünkü bitki örtüsünün kaybı doğrudan sel ve heyelan olarak karşımıza gelecektir. Ocak için yol genişletme çalışmaları başlamış olup yol kenarlarındaki bitki örtüsünün korunmasına yönelik hiçbir önlem alınmamıştır. Bitkilerin tohumlarının toplanarak başka alanlara ekilmesi bir algı yönetiminin ötesine geçmemektedir. Esas olan o bitkinin oluştuğu habitatıyla birlikte (in-situ)
korunmasıdır. Çalışma alanının fauna değerlendirmeleri daha da yetersizdir. Merkez Av Komisyon Kararları (MAK) ve Bern Sözleşmesinden bahsedilmekte ama orada bulunan yaban hayvanlarından tek bir türün bile bahsi geçmemektedir. Üstelik tehlike altındaki (VU) Kafkas semenderi ile tehlikeye girebilir (NT) Kafkas siğilli kurbağası gibi türler için hiçbir önlem işaret edilmemiştir. Kuşlar konusu ise bir başka aldatmacadır. PTD s. 98’de “Proje alanı ve yakın çevresinde yayılış yapan kuş türleri ve koruma statüleri aşağıdaki tabloda yer almaktadır. Proje alanı ve çevresinde habitat özelliği nedeniyle bulunması muhtemel 27 tane kuş türünden 15 tanesi Bern EK-2, 8 tanesi de Bern
EK-3 listesinde yer almaktadır. Kuş türlerinin tamamı IUCN Red List Kategorileri’nde LC kategorisinde yer alıp, bu kategorideki türler “en az endişe verici türler olarak tanımlanmaktadır” denmektedir. Oysa mevcut PTD s. 95’te bile belirtildiği üzere Bern EK-II kesin koruma altına alınan fauna türlerini, EK-III ise korunan fauna türlerini ifade etmektedir. Bu türlere dikkat çekilmemesi bir yana, yörede 240 kadar kuş türünün bulunduğu da belli ki bilerek burada konu edilmemiştir. İki yaşamlılar ve sürüngenler konusunda da yeterli çalışma yapılmamış ve mevcut çok önemli türler göz ardı edilmiştir. Kaldı ki flora ve faunaya etkiler konusunda belli ki PTD’yi (s.103) yazanlar da çok umutlu bilgiler değillerdir. PDT’ de botanik bilimine aykırı pek çok ifade görmek mümkündür. Örneğin; (s.103)“Faaliyet ile proje alanında habitat deformasyonu yaşanacaktır. Habitatlarda meydana gelecek deformasyonların “Ekolojik Restorasyon” ilkelerine uygun olarak restore edilmesi mutlaka sağlanacaktır” denmektedir. Fakat bu durum taş ocakları için asla mümkün olamayacak bir durumdur. Yine aynı bölümde “Üretim sırasında, özellikle bitkisel toprağın sıyrılması ile habitat kaybı söz konusu olacağından, bu habitatı yaşam ortamı olarak kullanan flora ve faunanın kaybolması veya alanı terk etmesi kaçınılmaz olacaktır” denmekte ve gerçekler açıkça vurgulanmaktadır. Ancak bu cümlenin yani habitatın yok olacağının söylenmesinin hemen ardından bilimsel gerçeklerle asla uyuşmayan “Ocak sahası ve çevresinde flora ve fauna üzerine oluşabilecek olumsuz durumlar karşısında özellikle fauna türlerinin su içme, yem kaynağına ulaşma, barınma, üreme alanlarına müdahale edilmeyecektir, aynı zamanda av yasaklarına uygun hareket edilecek olması ve alınacak önlemlerle flora ve faunanın yaşamsal faaliyetlerine engel olunmayacaktır” gibi bilim ve teknikten tamamen uzak bir değerlendirme yapılmaktadır. Diğer yandan BERN Sözleşmesi kapsamında kesin olarak gereken türlerin bulunduğu alanlarda;
Üreme ve dinlenme yerlerine kasıtlı olarak zarar vermek veya buraları tahrip etmek
Yabani faunayı Bern Sözleşmesinin amacına ters düşecek şekilde üreme, geliştirme ve kış
uykusu dönemlerinde kasıtlı olarak rahatsız etmek yasaktır.
PTD’nda Bern Sözleşmesinin bu ve diğer hükümlerine uyulacağı taahhüt edilmiş olmasına rağmen faunanın önemli bir kısmının üreme zamanı olan Nisan ayında faaliyetlere başlanmıştır. PTD’de yazan “Ocak sahasında üretime başlanılmadan önce bitkisel toprak sıyrılacak olup, üretim sonrası arazi ıslah çalışmalarında kullanılmak üzere çalışma alanı içerisinde depolanacaktır” cümlesi de ilginçtir. Bu açıklama gerçekleştirilmesi olanaksız bir beyandır. Şimdiye kadar Doğu Karadeniz’de hiçbir taş ocağı galerisinde iyileştirme çalışmasının yapılmamış olduğu bir tarafa, öncesinde de üst toprak sıyrılıp, saklanıp alanın rehabilitasyonunda kullanılmamıştır. Kaldı ki daha işin başında yol çalışmalarında bile, değil toprağın sıyrılıp depolanması, taş, toprak ne varsa sıyrılıp herkesin gözü önünde yamaçlardan derelere dökülmektedir. Tekraren PTD’nin 105. sayfasında ise en acı değerlendirme yapılmaktadır ve doğanın korunmasına yönelik diğer tüm taahhütlerin de aslında gerçekle örtüşmediğinin kanıtı olan şu cümle bulunmaktadır: “Gerek işletme ve gerekse inşaat aşamasında akar ve kuru derelere zarar verilmeyecektir. Faaliyet kapsamında 2872 sayılı Çevre Kanunu ve Yönetmeliklerine, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu ve Yönetmelikleri, Bern Sözleşmesi hükümlerine uyulacaktır”. Daha işin hemen başında herkesin gözü önünde billur gibi akan dereler taş ve toprakla tamamen doldurulmuş, kuşlar ve iki yaşamlılar öldürülmüş, bu türlerin habitatı tamamen ortadan kaldırılarak bu paragrafta bahsi geçen tüm yasa ve yönetmelikler ihlal edilmiştir.
PTD’de dere yatağına hiçbir suretle taş, toprak, moloz vb. hafriyat dökülmeyeceği
belirtilmektedir.
PTD’de dere yataklarına müdahale edilmeyeceği taahhüt edilmiştir. Ancak ocak alanına giden yolun genişletilmesi çalışmalarında kazı fazlasının dere yataklarına boşaltıldığı, hatta yol kenarındaki orman ağaçlarına Orman Kanununa aykırı olarak zarar verildiği, köklerinden söküldüğü ve dere yatağına atıldığı da görülmektedir. Özetle doğrudan ve dolaylı olarak dere yatağına müdahale edilmiştir.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
1) Taş ocağında yapılacak patlatmaların, zaten heyelana duyarlı olan bölgede mevcut heyelanları tetı̇klemesi, yenı̇ heyelanlara neden olması, can ve mal güvenlı̇ğı̇nı̇tehdı̇t etmesi olasılığı oldukça yüksektir.
2) Raporda taş ocağında yılda 312 kere ve her seferinde toplam on tona yakın patlayıcı ile yapılacak patlatmaların, projenin 230 metre uzaklığında yaşayan insanları özetle rahatsız etmeyeceği iddia edilmektedir ki bu asla kabul edilebilir bir değerlendirme değildir.
3) Açılması için çalışmalara başlanmış olan bazalt ocağının çok yakınında diğer deyişle etki alanı içerisinde tapulu tarım özellikle de çay arazileri bulunmaktadır. PTD raporunda çay alanları veya bahçe bitkileri üzerindeki toz emisyonunun oluşturacağı olumsuz etkiler konusunda hiç bir değerlendirme yapılmamıştır.
4) Anılan faaliyetle ilgili gürültü ölçümleri ve açıklamaların yeterli duyarlılıktan yoksun hazırlandığı ortadadır. Yapılan gürültü hesaplamalarında hem ocak içinde hem de yollarda aynı anda faal olacak 150’ye yakın kamyonun gürültüsü değerlendirilmemiştir. İnsanlar ve tüm canlılar yıllar boyu 24 saat gürültüye maruz kalacaklardır. Bu kabul edilebilir bir akustik yük değildir.
5) Toz emisyonu için yapılan değerlendirme her türlü bilimsel ve insani yaklaşımdan varestedir. Her bir patlamada çıkması hesaplanan yaklaşık 4 ton tozun, nasıl olurda 17 kg seviyesine düşürülebileceğini anlamak çok zordur. Toz emisyonunun hesaplanmasında; taşıma yapan kamyonların yükü dahi hesaba dahil edilmemiştir.
6) Taş ocağı için daha uygun bir alternatifin bulunmadığı iddiası ise en basit tabirle ne bilimsel ne de insanidir. En uygun yer burası diye alternatif yer aranmaması kabul edilebilir değildir. PTD s.4’te “..malzemenin bulunduğu alanda kurulması gerekliliği nedenleri ile alternatif bir alan arayışına gidilmemiştir. Tüketim yerlerine yakınlığı, ulaşım özellikleri ve ekonomik hammadde temini göz önünde bulundurulmuş ve söz konusu proje alanı uygun görülmüştür"
denilmektedir. Oysa alternatifi olmayan bir yer varsa o da; taş ocağı açılmaya karar verilen bu vadidir.
7) Türkiye’nin hemen her bölgesinde olduğu gibi burada da bitkilerin tohumlarının toplanarak korunacağı gibi bir algı yapılmakta ve bir şablon şeklinde aynı ifadeler burada yer almaktadır. Oysa, ülkemizin biyolojik çeşitliliği ancak doğal habitatlarıyla birlikte korunabilecektir.
8) Daha 13,45 ha büyüklüğündeki alanda çalışılacak ocak için faaliyetlere başlanmadan ve ÇED Gerekli Değildir kararı verildikten sadece 40 gün sonra kapasite artışı için başvurulması başlı başına bir hukuksuzluktur.
9) Ocak için kazı faaliyetlerine başlanmadan ve sadece yol genişletme çalışmalarında dahi PTD’nda verilen taahhütlere uyulmamış ve dere yataklarına müdahale edilmiştir. Karadeniz Bölgesindeki sellerin büyük bir çoğunluğunun nedeni dere yataklarına yapılan müdahalelerdir. Şimdiden bölgede sel riskinin arttığını ve derelerden akan suyun kalitesinin erozyon nedeniyle bozulduğunu söylemek mümkündür. Bu nedenle Türkiye Ormancılar Derneği olarak gelecekte yaşanması olası sel ve heyelanlara karşı yetkilileri uyarıyor ve acilen ocak faaliyetlerinin sonlandırılması ve devam eden dava süreçlerinin tamamlanması gerektiğine inanıyoruz.
Türkiye Ormancılar Derneği olarak lkemizin en güzel, doğal zenginlik açısından en varsıl yörelerinden birinde, yöre halkının haklı olarak karşı olduğu taş ocağı projesinde halkın haklı mücadelesinin yanındayız ve tüm benliğimiz
ve mesleki duyarlılığımızla İkizderelileri destekliyoruz. Kamuoyuna saygıyla duyurulur…
TÜRKİYE ORMANCILAR DERNEĞI