İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4679 %-0.04
36,6762 %0.23
3.511.629 %2.251
3.057,91 0,15
Ara
MUHALIF GAZETECILIK GÜNDEM Ya barbarlar gelmezse?

Ya barbarlar gelmezse?

Nobel ödüllü yazar Joan Maxwell Coetzee, en ünlü eseri olan Barbarları Beklerken kitabında, hayali bir imparatorlukta geçen kurgusal olayları anlattı. Nedir, kendisi de Güney Afrika’da doğup büyüyen Coetzee’nin, o dönemde kanlı bir ırkçılığın kol gezdiği 1970’lerin Güney Afrika Cumhuriyeti’ni anlattığı da hemen anlaşıldı.

Öylece oturup bekliyoruz. Sessiz. Kımıltısız. O kadar uzun bir zamandır bekliyoruz ki, korkuyu da unuttuk artık. Bundan daha korkutucu ne olabilir ki? Hiçbir şey yapamadan onları beklemek. Onları yani sadece isimlerini bildiğimiz, kendilerini hiç görmediğimiz, neye benzedikleri konusundaki fısıltılı söylentiler ve imparatorluğun şehrin duvarlarına, meydanlara, parklara yapıştırdığı soluk renkli afişlerdeki ürkütücü resimlerinden başka hiçbir şey bilmediğimiz “barbarları” beklemek kadar korkutucu ne olabilir ki?

Barbarlar. Onları gördüklerini iddia eden sınır boyu devriyelerinin betimlemelerine göre, hayvan postları giyen, sürüler halinde yaşayan, dondurucu soğuklar başladığında göl kıyısındaki kulübelerini bırakıp, dağlardaki karanlık mağaralara sığınan insanlar. Çölde, o kavurucu sıcaklarda bile kertenkele ve kaktüs yiyerek hayatta kalmayı başarabilen “kara kafalılar”.

Nedir, biz “şehirlileri” paniğe sürükleyen bunlar değil, son üç yıldır yoğunlaşan başka söylentiler oldu. Sınır devriyesi atlı askerlerinin betimlemelerini dinleye dinleye ve yine büyük ölçüde bu betimlemelere göre yapılan resimlerin yer aldığı afişlere baka baka, barbarları az çok tanımış, hatta onlara biraz alışmıştık. Onların koyu renk tenleri, düz perçemli kuzguni saçları, siyah gözleri bizi pek ürkütmez olmuştu artık. Hayvan postundan yapılmış eğreti elbiseleri, kalın çizmeleri ve ellerindeki ucu sivriltilmiş kalın sopalarına da iyi kötü aşina olmuştuk. İmparatorluğun gizlice desteklediği propaganda kampanyalarına göre, barbarlar örgütlenme yetenekleri bulunmayan canlılardı. Bu nedenle bir araya gelemezler, belirli bir amacı olan topluluklar kuramazlardı. Böylece, asırlardır onları dışlayışımızın, surlarla çevrili şehre sokmayışımızın, onları sürek avlarında zevk için öldürüşümüzün öcünü alamazlardı.

Oysa son üç yıldır söylentiler inanılmaz bir biçimde değişmişti. Yok. Barbarların neye benzedikleri, onların “kara kafalı hayvanımsı insanlar” olduğu yolundaki resmi söylemde en küçük bir değişiklik olmamıştı. Barbarlar afişlerde yine postlar içindeki çirkin yaratıklar olarak çiziliyor, onların yaşadığı yerlerde görev yaptıkları söylenen atlı askerler de dönüşlerinde onları yine aynı şekilde betimliyordu...

Köşe yazısının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *