Gül Kara yazdı:

Gül Kara'nın kaleminden "Tüm yazılanlar ne olacak?"

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Gül Kara'nın kaleminden "Tüm yazılanlar ne olacak?"
Abone ol

O paragrafı bana yazdıran çağrışım neydi, o an hangi duygu içindeydim, o sırada neler yaşıyordum?” diye kendine sorduğunda net yanıtlar alamayabilir çünkü eser bittiğinde tüm duygusal ve zihinsel süreç ortadan kalkmış olacaktır.

Kişinin kendi zevki için okuması nasıl kişisel bir eylemse yazar için yaşadığı toplumun çatışmalarına, kültürel zenginliklerine, insana ve insan ilişkilerine dair ne varsa -duyarsızlıktan arınmak için- yazmak da kişisel bir eylemdir. Yüzeydekinin bir önemi yoktur, konu edebiyatsa olmamalıdır da. Zihin ve kalp cümleler içinde yaşatılıyorsa yazar, bedensel varlığından daha görünür ve daha çıplaktır. Önemli olan hayat deneyimi, bilincin öğrendikleri, bilinçaltının kurgularıyla ruhsal bir yorumun iz düşümlerini ifade edebiliyor olmaktır.

Toplum olarak varlığımızı ürettiğimiz bilgi ve sanat kadar ifade edebiliriz. Toplumlardan geriye kalan bu ifadenin ürettiği eserlerdir. Kitaplar, tablolar, tiyatro, filmler, heykel, mimari gibi aklı, kalbi, fikri içinde barındıran her şey... Belki de sırf kendimize has o üslupla, belirlediğimiz yöntem ve biçimle daha önce hiç kimsenin kurmadığı o cümleyi kurabilmektir amaç. Uzun bir süre yazma denemeleriyle edinilmiş bir tarz… Bu deneyimin en acımasız yanı ise eksiklik, fazlalık, tutarsızlık, uyumsuzluk, alakasızlık nedenleriyle yazılanların çoğunun ayıklanması gerekliliğidir. Bir yazarın veya birinin, kişisel üslubunu bulması yıllarca süren bir okuma sürecini içerir.

Yazmak; görmezden gelinen, yok sayılan, kaçınılan ne kadar duygu ve düşünce varsa üzerine gitmekle ilgilidir. Birbirine aykırı yapılan tüm o meslekler, birbirinden farklı merak alanları kişiyi, yazma süreci için yontuyor, besliyor ve yönlendiriyordur. Kişi, yazmayı yaşam biçimi hâline getirebilmişse, vazgeçilmez bir tutkuya kapılmışsa, gündelik işlerini hemen halledip yazı masasına koşa koşa gidiyorsa, yazarken zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsa, öğrenme susuzluğunu bir türlü dindiremiyorsa, kitapları en değerli armağan olarak görüyorsa, yalnızlığı ve sessizliği kolluyorsa, sıradan olayları sıra dışı anlatabiliyorsa, anlaşılmak değil anlatmak istiyorsa, üretmek bir mecburiyet hâline gelmişse… Evet, bunları yaşıyorsa bir nebze yazma hastalığına tutulmuş olabilir. Eğer ölene kadar bu işi yapmayı sürdürse bile son nefesinde, “Bir ara ben bir şeyler de yazmıştım ama -buna yazarlık da dâhil- hâlâ kendimi hiçbir kavrama ait hissetmiyorum, sadece dünyadaki yaşamı deneyimlemiş, bazı olaylara, durumlara ve kendi varlığına şahitlik etmiş biriydim o kadar,” diyebilir.

Yazma eyleminde bulunan kişinin kendiyle ilgili kovalamacasının bir diğer yanı ise eserini bitirdikten sonra yazdıkları ve o arasına giren zamanın mesafesinden dolayı yaşadığı karmaşık sürecin detaylarını hatırlamamasıdır. “Yani o paragrafı bana yazdıran çağrışım neydi, o an hangi duygu içindeydim, o sırada neler yaşıyordum?” diye kendine sorduğunda net yanıtlar alamayabilir çünkü eser bittiğinde tüm duygusal ve zihinsel süreç ortadan kalkmış olacaktır. Yazmaya devam ediyorsa çoktan farklı bir karaktere uyumlanmak, onu anlamak ve yazmak için başka bir dünyaya girmiştir. Dolayısıyla okuyucu kitabı okurken, bitmiş bir eserin içindeki karakterle kendini bağdaştırırken yazar çok uzaklardadır. Eski eseriyle ilgili yaşadığı süreci hatırlamak istese bile belli belirsiz izlerden başka bir şey hatırlamayacaktır. Çünkü başka bir hikâyenin, başka bir karakterin peşindedir. Daha farklı çağrışımların akışına kapılmıştır. Okur ve yazar arasındaki kovalamaca bu şekilde sürüp gider. Metin, yazar ve dünya arasındaki ara bir yer, alternatif başka bir dünya gibidir. Yazar; edasını, ritmini, dokusunu ve motifini bulmak için o ara dünyada dolaşmaktadır. Çeşitli karşıtlar arasındaki güç mücadelesini deneyimlemektir niyeti. Tüm bunlar içinde zaman zaman kendine bile ihanet edebilir. Çünkü her insan gibi kendine ait ön yargıları vardır. Kişisel ön yargı gerçekliği gizleyen bir perde gibidir. Ve büyük bir mücadele ile kırılması gereken kişisel ön yargı, savaşın başkahramanıdır.

Yazar Çok Kişiliklidir

Yazarken, araştırırken tesadüfler kişiyi öyle bir noktaya getirir ki bir önceki kitapta savunduğu fikri diğer kitapta yıkıp, yeni baştan başka bir fikre dönüştürüp, ispatlayıp, mübah hâle getirmesi gerekebilir. Çünkü hayatın içinde herkes haklıdır. Her karakterin yaptıkları ve seçtikleri ile ilgili kendine ait -haklı- nedenleri vardır. Bir katile bile “Neden öldürdünüz?” diye sorulduğunda, “Çünkü yapabiliyorum” diyebilir. İşte, içinden çıkılması gereken bir neden. Önemli olan o nedenin kaynağına doğru yapılan yolculuktur ve mümkünse anlayabilmektir. Dolayısıyla yazar; karakteri, tezini doğrulamak için gerektiği yerde savunabilir ama sonsuza kadar savunmaz, suçlamaz ve idam etmez. Karakter, hikâyenin konusuna göre çatışmaları kendi içinde yaşar zaten.

Sınırlarda Dolaşmak

Yazarın kendi zihninin en derinlerinde ve dışındaki âlemlerde de dolanması, tabulara kafa tutup kendi değer yargılarını sınaması ve aynı zamanda kurallarla dolu bir dünyaya itiraz etmesi hiç kolay değildir. Yazar, sadece anladığını kaleme alır, dolayısıyla sevimli biri değildir ve farklılığı deyişinde gizlidir.

Öyküm için edebî eser çevirmeni arıyordum. Yazdıklarım dijital ortamda dolaşırken hiç kitap okumayan birine rastlamış. İkimiz arasındaki bağlantım olan dostuma “Öyküsünü üç kez okudum,” demiş. Dostum, arkadaşının söylediklerini bana ilettiğinde “Hepimize hayırlı olsun, edebiyattan zevk almış,” dedim. Okur tarafında olanlar neler?

Okumak, kişinin kendi dünyasından bir kopuştur, sözcüklerin gücüyle koşullarının dışına çıkmasıdır, öz farkındalığın artmasıdır, başkasının dünyasına yoğunlaşmaktır. Estetik haz ihtiyaçlarına karşılık bulmaktır. Zihni harekete geçiren fikirler, muhalif ve dönüştürücüdür. Okumak, en basit yoldan bir deneyim kazanma, hayatı yorumlama, kendini tanıma, özgürlüğe davettir. Ruh beslenir, dünya algısı ve özgürlüğe bakış açısı değişir çünkü sabitlenmiş perspektif kayar. Cansız sözcüklere kuvvet gelir. Daha seçici, daha seçkin ve ince zevklere sahip olunur. Okumak zorlu ve gönüllü kabul edilen bir süreçtir. Tüm bu olanlardan sonra okunanlara ve ulaşılan noktalara hayret edilir. Başka birinin zihninin dehlizlerinde dolaşmak şok etkisi yaratabilir. Çünkü yaşama dair başka bir bakış açısıyla karşılaşılmıştır. İki farklı ruhun ya da zihnin karşılaşmasıdır bu. Yazarın ruhu, okurun ruhuna yansır ve bu sessiz, gizli, ikili karşılaşma ile değişim başlar.

Edebiyatı Edepli Sanmak Temel Yanılgıdır

Yazarın üzerinde beş yıl çalıştığı bir eseri üç günde zihne indirmek ve kitabı bitirdikten sonra rafa kaldırırken bir müddet içinde bıraktığı tadı duyumsamak müthiş bir deneyimdir. Tüm bu karmaşanın sonu bilinçlenme ile sonuçlanır. Ne kadar ve nasıl olduğu önemsizdir, kişi özelinde oldukça değişkendir. Olanların vasıtası; ezber bozan, kalıpları kıran, edepsiz edebiyattır o kadar.

Her kitap herkese hitap etmez ve herkese göre değildir. Yazılanlar, onlara rastlayan herkese ilginç gelmeyebilir. Mükemmel bir yapıt yaratılmış olsa da eleştirilebilir. İlgi alanlarına hitap edilemeyen eleştirmenler mutlaka olacaktır. Sadece kişi, yaşadığı dünyaya ve hayata karşı bir görüş bildirmiyorsa veya itiraz etmiyorsa, toplumdaki çürümeyi sorgulamıyorsa, yeni fikirler üretmiyorsa yazdığı şeyin ne olduğunu oturup tekrar düşünmelidir. Eğer ortada bir itiraz varsa bilinmelidir ki itiraz edilen konuya da itiraz edenler olacaktır.

Kim için, ne için yazıyoruz? Geçmişe değinmek, irdelemek ve anlamak için, durmak yerine hareket etmek için, hiç var olmamış bir dünyayı inşa etmek için, tamamen kişisel bir amaç uğruna yazı var olabilir. Dolayısıyla diğer her şey aradan çıkmıştır. Ve bu daha özgür bir alana sahip olunduğunun göstergesidir. Manzara bakılan açıya göre değişir. Araştırmalar, bilinçaltında zihnin iyimser olana, bilinç düzeyindeyse olumsuza odaklanma eğiliminde olduğunu göstermiştir. W. Arthur Ward der ki: “Gerçek iyimser problemlerin farkındadır ama çözümleri de bilir, zorlukları görür ama üstesinden gelineceğine de inanır, olumsuzlukları yakaladığı gibi olumlulukları da vurgular, en kötüye açıktır ama en iyiyi de bekler, şikâyet için nedeni olsa da gülümsemeyi seçer.” Asıl mesele seçimlerdir, amaçlardan ve değerlerden vazgeçmemektir.

Bir ninnide şöyle der:

“Daha küçük bir kız iken sordum anneme;

Ben ne olacağım?

Güzel mi?

Zengin mi?”

Bana söyledikleri şunlardı:

Ne olacaksa işte o olacak,

Geleceği görmek bizim için değil…”

Peki, tüm yazılanlar şimdi ne olacak?

Ne olacaksa işte o olacak!

 

1-Yazmak eylemi doğru soruları sormakla  ilişkilidir

https://www.muhalif.com.tr/haber/1-yazmak-eylemi-dogru-sorulari-sormakla-iliskilidir-65714

2- Kitap yazmak deli işi

https://www.muhalif.com.tr/haber/2-kitap-yazmak-deli-isi-71260?fbclid=IwAR2liyiSF3QvlI4IHuVAWGy0ODvAZS2pzja8PM1cXLfBYms3oaOnUPHK4Sw


Yorum Yazın