Yeni Şafak, bu kez de 6 yaşındaki kız çocuğunun cinsel istismarı davasının avukatını hedef gösterdi. Sırf sanıklar bir tarikat şeyhi, eşi ve damadı olduğu ve onları aklamak için...
“Hem avukat hem savcı hem hakim” manşetinde H.K.G. davasının avukatı ve Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KADEM) Başkan Yardımcısı Canan Sarı’yı hiçbir somut belgeye, bilgiye dayanmadan örgüt üyeliğiyle, nüfuz kullanmakla şöyle suçladılar:
“Sarı, dosyadaki karanlık noktaları aydınlatacak, sanıkların lehine sonuçlar doğuracak taleplerin hepsine bu nüfuzunu kullanarak engel oluyor. 17-25 Aralık öncesinde FETÖ ile ilişki içerisinde olduğu belirtilen Sarı’nın, Fransa’daki okul yıllarında örgütün öğrenci yapılanmasında olduğu da öne sürülüyor.”
Kim belirtiyor, kim öne sürüyor? Haberde bunlar yoktu. En önemlisi de Canan Sarı’ya neden böyle bir nüfuz atfedildiğinin belli olmamasıydı.
Üstelik Yeni Şafak, KADEM’in ertesi gün Canan Sarı’yı sahiplenen açıklamasını da yayımlamadı. Enteresandır, KADEM’in Yeni Şafak’ı “bir gazetenin manşeti” diye isim vermeden yanıtladığı açıklamasını yine iktidar yanlısı Hürriyet, Haber7, Sabah, TRT Haber, Takvim ve Milliyet gazeteleri kullandı. Hem de “KADEM’den avukat Canan Sarı açıklaması: Adalet savaşı veriyor” gibi başlıklarla. Sabah ayrıca Canan Sarı ile söyleşi yaparak web sayfasında “Çamur at izi kalsın hesabı” başlığıyla yayımladı. Bu haberde de Yeni Şafak’ın adı verilmemişti.
İktidar medyasındaki bu bölünmeyle Yeni Şafak’ın haberindeki “nüfuz”dan ne kastedildiği de açıklığa kavuşmuş oldu. Çünkü KADEM’in Mütevelli Heyet Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar. Anlaşılan, Yeni Şafak aslında haberinde isim vermeden Sümeyye Erdoğan’ı hedef almıştı. Hedef alınan Sümeyye Erdoğan olunca iktidar yanlısı diğer gazeteler de ona ve vakfına sahip çıkma gereği duymuştu.
Bu olayda asıl gazetecilik sorunu, Yeni Şafak’ın, sanıkları kurtarmaya azmetmiş olması. Onların gerçekten suçlu olup olmadığına bakmadan “davanın İslami camiaya hakaret alanı” olduğunu savunuyorlar.
Fakat asıl bu şekilde davaya etki etmeye çalışarak tüm İslami camiayı zan altında bıraktıklarının farkında değiller… Gazeteciliği ise bir kez daha ayaklar altına alıyorlar…
“Casus olmadan casus gibi davranma" suçu
Gürcistan’da “yabancı etkinin şeffaflığı” yasa tasarısına karşı protestolar haftalardır sürerken o yasada tanımlanan “etki ajanlığı” Türkiye'de de gündeme geldi. Yeni Şafak ve ardından Sabah, yeni “Yargı Paketi”nde “etki ajanlığı”nın Türk Ceza Yasası’ndaki “casusluk” suçuna ekleneceğini yazdı. Amaç da “Türkiye lehine gibi görünüp ancak aleyhte propaganda yaparak kamuoyu oluşturan etki ajanları”na yaptırım getirmekmiş!
Muhalif, eleştirel ve bağımsız gazetecilik için tehlikeli bir girişim bu. Çünkü bugüne değin zaten iktidar medyası, -özellikle Yeni Akit- birçok muhalif gazeteci, yazar ve aydını “etki ajanı” olarak hedef gösterdi. Böyle bir yasa çıkarsa siyasi iktidar, dilediği gazeteciye son derece muğlak bir tanımı olan “etki ajanlığı” suçlamasının yöneltilmesini sağlayabilir. Sabah'ın, bu düzenlemeyi eleştiren gazetecileri hedef alan “Etki ajanları panikte" haberi de bunun somut kanıtı.
Malum, AKP, iki yıl önce de dezenformasyona karşı önlem aldığı gerekçesiyle TCK’ya ekleme yaparak, “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” oluşturmuştu. Hapis cezası öngören bu düzenleme gazetecilere karşı kullanılmaya başlandı bile.
"Etki ajanlığı” düzenlemesi de “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” gibi gazetecilik üzerinde yeni bir baskı ve tehdit aracı olabilir. TCK’daki “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” ucubeliği gibi “casus olmamakla birlikte casus gibi davranmak” gibi yeni bir kavram ortaya çıkarılabilir. İktidar aleyhine her yazı, her program “Türkiye’ye karşı propaganda” sayılıp, “etki ajanlığı” ilan edilebilir.
“Yumuşama" ya da “normalleşme" denilen süreci de zehirleyecek bu düzenlemeye karşı şimdiden ses yükseltmek gerek.
Çakarlı araçla gezen gazeteciler
Çakarlı araçlar ve koruma polisleriyle gezen, çantalarını polise taşıtan iktidar yanlısı gazeteciler varmış. Bunu ilk yazan da Sabah yazarı Melih Altınok’tu. “Gazetecinin polis korumasıyla gezmesi nedir arkadaş?” sorusunu yöneltti. Cem Küçük ve Ersoy Dede de ona destek verdi.
Ersoy Dede “Bütün gün emniyet şeridi ayılarına parmak sallayan gazeteciler, yayından çıkınca kendileri aynısını yapıyor” dedi ama isim açıklamadı. “İsim istemeyin benden. Onlar kendini biliyor” dedi.
İyi de onlar kendilerini bilse ne olacak? Önemli olan bizlerin, kamuoyunun öğrenmesi. Devletin polisi ve çakarlı araçlarıyla caka satan, devlet olanaklarını kişisel konforu için kullanan gazetecilerin kim olduğunu bilmezsek hesap soramayız.
Melih Altınok, Cem Küçük ve Ersoy Dede, iktidar nimetlerinden böyle görgüsüzce yararlanan ve gazeteciliği kötüye kullananların engellenmesini gerçekten istiyorlarsa isimlerini gizlememeli. İsim açıklamadan meseleyi böyle genel ifadelerle yuvarlamak, daha çok dedikodu yazarlığına benziyor.
Güya eleştiriyor ama isim vermeyerek koruyorlar.
Çin’de ağırlanan otomotiv yazarları
Otomotiv yazarlarının çoğu, önceki hafta sayfalarını Pekin’deki “Auto China 2024” fuarına ayırmışlardı. Fuarda tanıtılan yeni otomobil modellerini anlatıyorlardı yazılarında.
Ben de o yazarların Çin’e hangi bütçeyle gittiklerini merak ettim doğrusu. Malum, medya kuruluşları, bırakın Çin’deki otomobil fuarını, Anadolu kentlerinde “haber değeri” taşıyan felaketlere, etkinliklere bile muhabir göndermiyor.
Neyse, otomotiv yazarlarını Çin’de ağırlayan şirketleri geçen haftaki yazılardan öğrenmek mümkün oldu. Dünya, Hürriyet, Karar, Sabah ve Yeni Şafak’ta, aynı gün Chery Grup Başkanı Yin Tongyue ile Uluslararası Başkanı Zhang Guibing’in demeçleri yer aldı. Bu beş gazetenin otomotiv yazarları, şirketin Wuhu’daki merkezini ziyaret etmiş, yöneticilerle konuşmuşlardı! Beşi de İspanya’da fabrika açan Chery’nin “Türkiye’de yatırımdan da vazgeçmediği” sözlerini başa çıkarmıştı. Belli ki, Pekin’de ağırlanmalarının karşılığını bu “PR” söyleşisi ile ödemişlerdi.
Auto Show dergisi ile CNN Türk’ün yazarlarını da Geely, Pekin’e davet etmişti. Onlar da bu şirketin haberlerini yayımladılar. Gazeteciliği şirket tanıtımı faaliyeti haline getiriyor bu tür yayınlar…
Sosyal medyadaki “kırıntı haberciler”
Gazeteci Gökhan Özbek, İstanbul’da taksicilere karşı savaş açan Martı TAG şirketi kurucusu Oğuz Alper Öktem’in paylaşımlarına dikkatimi çekti. Öktem’in her paylaşımı reklam olarak öne çıkarılıyor, bazı “haber hesapları” da bu reklamları habermiş gibi yayımlıyormuş.
Ben de kontrol ettim, çok haklı. Öktem, X hesabından 1 Mayıs’ta “Üşenmedim Kenya’ya geldim. Burada da paylaşımlı yolculuk var” diye yazarak görüntü paylaşmış. Tam bir reklam paylaştığı görüntü.
Ama @pusholder (2,8 milyon takipçi), @Darkwebhaber (1,5 milyon takipçi), @bosunatiklama (996 bin takipçi), @bpthaber (924 bin takipçi), @ZAMajans (713 bin takipçi), @metropolmedya_ (443 bin takipçi) ve daha az takipçili birçok hesaptan haber gibi ama hiç değiştirmeden yine dolaşıma sokulmuş.
Öktem, 6 Mayıs’ta da “Mısır’ın çöllerinde bile taksi sorunu çözülmüş” diye başka bir video paylaşmış X hesabından. Aynı şekilde bu reklam da yine aynı hesaplar tarafından hiç değiştirmeden, yeni bir bilgi eklenmeden, kontrol edilmeden haber gibi yayımlanmış.
Reklamın haber gibi paylaşılması, yayımlanması insanları kandırmaktır. Bu hesaplar, Öktem’in reklamlarını ücretli mi yayımlıyor bilmiyorum ama zaten bu durumu değiştirmez.
Tabii sosyal medyada reklamı haber gibi paylaşan bu siteler ne kadar haberci, gazetecilik mi yapıyorlar bu da tartışmaya açık bir konu.
Ama Pusholder hesabının profilinde “Yeni nesil dijital dünya”, Darkweb Haber’de “Dijital çağın haber portalı”, Boşuna Tıklama’da da “Dijital medya ve haber” açıklamasına yer veriliyor; adı geçen öbür hesaplar da kendilerini benzer ifadelerle tanımlıyorlar.
Prof. Dr. Süleyman İrvan, “ kırıntı haberciliği” olarak tanımlıyor bu hesapların yaptığını. Tek tweetle, tek cümleyle “haber” verdiklerini iddia ediyorlar. Halbuki verdikleri sadece başlık. Onları da çoğu, kendi muhabirleri, editöryal kadroları olmadan oradan buradan aldıkları metinleri, görüntüleri, paylaşımları kullanıyorlar. Gazetecilik, editöryal bir süreçtir. O nedenle bu paylaşımları gazetecilik ve haber tanımları içinde göremiyorum. Öyle olunca da gazetecilik ilkeleri açısından değerlendirmek mümkün değil.
Onlardan asıl beklememiz gereken, gazetecilerin emeğine saygı gösterip onların haberlerini çalmamaları, okur ve izleyicilerini kandırarak reklamları haber gibi sunmamaları.
Tek cümleyle:
Sağlık Bakanı Koca, “Geçen yıl 23 milyon kişi, aldığı randevulardan en az birine gitmedi” dedi ama Sabah, ilk sayfada “Geçen yıl 81 milyon kişi randevusuna gelmedi” diye yazdı.
Cumhuriyet, Bursa’nın CHP’li Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in yeğenini belediyenin bir şirketine “başkan” ataması haberinde yanlışlıkla “başkan yeğeni olarak” atadığını yazdı.
BirGün’ün “Can Yücel Kültür Sanat Festivali’nin teması ‘Göç” haberinde festivalin Datça’da düzenlendiği bilgisi eksikti.
Halk TV’nin, TBMM İliç Maden Kazasını Araştırma Komisyonu haberinde “iki işçinin daha cenazesinin” çıkarıldığı söylendi ama cenaze değil naaş, ceset ya da cansız beden olmalıydı.
Yeniçağ’ın, Mustafa Denizli’nin TFF kongresinin olağanüstü toplanması için imza atmasına ilişkin habere “Mustafa Denizli ‘Yeter’ dedi imzayı attı” başlığı konulması yanıltıcıydı.
“İkinci astronotun uçuşu 9 Haziran’da” haberlerinde bu yolculuğun “ilave maliyet oluşturmayacağı” belirtildi ama maliyetin ne olduğu açıklanmadı.
CHP Genel Başkanı Özel, Türkgün'ün “CHP’de hesaplar karıştı” haberine dayanak yapıldığı gibi ‘Ben de varım’ dememiş, tam tersine “kendi adaylığını dayatmayacağı”nı söylemişti.
Müzisyen Kalben, polisin servis ettiği, evinde yapılan arama görüntüleri de yayımlanarak uyuşturucu satıcısı olarak damgalandı ama yurt dışına çıkış yasağı konularak serbest bırakılması sonrasında da bazı sitelerdeki haberler düzeltilmedi; özür dilenmedi.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Yorum Yazın