Almanya kaynaklı haberin, “Türkiye ile Yunanistan Adalet Divanı’na mı gidecek?” başlığını görünce, “yine mi aynı film?” diye mırıldanmışım.
Türkiye ile Yunanistan, 1974-76 yıllarında, Ege kıta sahanlığı anlaşmazlığı nedeniyle karşı karşıya gelmişlerdi. Ege adalarının askersizleştirilmesi, karasuları, ekonomik bölge ve hava sahası gibi yönleri de olan bu görüşmelerde Türkiye’yi, Mülkiye’den hocam, Prof. Dr. Suat Bilge başkanlığında bir heyet temsil ediyordu. Bendeniz de Dışişlerinde, Deniz Hukuku Konferansı, kıta sahanlığı konularına bakan şube müdürü idim.
Yunanistan ciddi müzakereye yanaşmıyor, anlaşmazlığın doğrudan Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesini istiyordu. Amacı açıktı. Kıbrıs’ta sıkı bir tokat yemiş, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesine engel olmadığı savıyla NATO’nun askeri kanadından çıkmış -12 Eylül 1980 darbesinden sonra, Evren’in Türkiye’nin vetosunu kaldırmasıyla ünlü Rogers Planı çerçevesinde geri dönecektir- henüz AB üyesi olmayan Yunanistan’ın, Türkiye’ye isteklerini kabul ettirecek gücü yoktu. O nedenle müzakereden kaçıyor ve Adalet Divanı’na sığınıyordu. Divan’dan istediği gibi bir karar çıkartabileceğini düşünüyordu. Çok da haksız sayılmazdı. O yıllarda Adalet Divanı konusunda bir araştırma yapmış ve Divan yargıçlarının, özellikle büyük devletlerin isteği ve yönlendirmesi doğrultusunda kararlar verbildiklerini öğrenmiştik. Kaldı ki Adalet Divanı’na da, “bütün düşmanlarımı cezalandırın. Bütün alacaklarımı tahsil edin.” diye gidilemiyordu. İlgili ülkelerin önce aralarında görüşüp, bir “tahkimname” hazırlamaları, anlaşmazlığın ne ölçüde ve hangi yönlerinin Divan’a götürüleceği üzerinde anlaşmaya varmaları gerekiyordu. Yunanistan buna bile yanaşmıyordu.