“Bile” dememin nedenini benim kuşağımın solcu ve “ilerici” aydınları anlayabilirler. 1960 ve 70’lerde siyasal bilinç edinmiş olanlar için Süleyman Demirel “öteki” idi. Bir çeşit baş düşman, mitolojik deyişle “nemesis”! Bütün kötülüklerin anası!
Morrison Süleyman! Hangi kirli taşı kaldırsanız altından o çıkardı!
Memleketi Amerikan üsleriyle dolduran oydu, irticayı kışkırtan oydu, ülkenin servetini yakınlarına peşkeş çeken oydu… Ne hinoğlu hindi o!
Babıali’ye Son Tren adıyla ilk bölümünü yayınladığım anılarımı yazarken de sık sık karşıma çıktı. Benim hayatımı da doğrudan etkilemişti. İki kez işsiz kalmama ve hatta ülkeyi terketmeme neden olmuştu:
İsmail Cem’in 1975 yılında TRT Genel Müdürlüğünden atılması hukuksuzluğunun baş faili oydu. Cem’in ekibindeki bizlere de kapı görünmüştü. O kadarla kalsa gene iyi. Çok iyi bir üniversiteden doktoram olmasına rağmen Boğaziçi Üniversitesi’ne girmeme de, dolaylı yoldan da olsa, o engel olmuştu.
BOĞAZİÇİ’NE NİÇİN ALMADILAR
İstanbul’da çıkarttığımız gazete batmıştı. İki çocuklu ve işsizdim. Boğaziçi Üniversitesi’ne başvurmuştum. İlgili bölüm başkanıyla konuştuğumda Indiana Üniversitesi’nden aldığım doktora tezimi istemişti. Götürüp bıraktım. Birkaç hafta ses çıkmayınca bir uğrayayım dedim. Kendisi ofisinde yoktu ve tuğla kalınlığındaki tezim rafta duruyordu. Sekreterine kim olduğumu söyleyip tezi aldım.
300 sayfalık tezim TRT’nin özerkliğiyle ilgiliydi. Dünyanın başka yerlerindeki “özerk” yayın kuruluşlarının yapısıyla bizdeki kurumun yapısını karşılaştırıyor, siyasal iktidara karşı özerklik bölgelerini saptamaya çalışıyordum. Tabii ülke yöneticilerinin o konudaki görüşlerini de aktarıyordum.
O zaman Başbakan olan Demirel TRT’ye ateş püskürüyordu. Efendim, özerklik de ne oluyordu? Devlet içinde devlet olur muydu? Ya orası anarşistlerin, komünistlerin eline geçerse ne yapardık!
En büyük destekçisi de gece gündüz özerk TRT’ye saldırdığı için adı TIRT Osman’a çıkan Bölükbaşı’ydı.
Doğal olarak tezde bu görüşlere de yer vermiştim.
Neyse, aldım tezi eve geldim. İçinden bir yazı çıktı. Bu bir rapordu. Sanırım, tezi götürdüğüm hoca onu konuya aşina bir başkasına okutmuştu ya da BÜ’nün böyle bir usulü vardı. Raporu yazan bu türden tehlikeli fikirlerim nedeniyle uygun bir aday olmadığım yolunda görüş belirtmişti.
Nitekim, arayan soran da olmadı.
O hocanın artık hayatta olduğunu sanmıyorum. Ancak çoluğu çocuğu ve torunları tarih önünde mahcup duruma düşmesin diye adını vermiyorum.
Özetle, Demirel’i eleştirdim diye bir kez daha işsiz kaldım!
Ve yurtdışında ekmek parası peşine düştüm.
MUHAFAZAKAR DEVLET ADAMI
Yurda ve gazeteciliğe döndükten sonra Demirel’le Güniz Sokak’taki evi dahil birçok yerde görüştüm. TV 8’de televizyon programıma da çıktı. 1960 ve 70’lerdeki saldırgan ve kaba politikacı gitmiş, demokrasi konusunda titizlenen muhafazakar bir devlet adamı gelmişti. İnişli çıkışlı hayat ona çok şeyler öğretmişti. Hakşinastı. Elmasın çöplüğe düşse de değer kaybetmeyeceğini biliyordu.
Nitekim 1990’larda haksız yere görevden aldırdığı İsmail Cem’in altı yıl süren başarılı Dışişleri bakanlığının arkasındaki adam odur. Basınla ilişkileri fevkalade dostane sürmüştür. Koca göbekli mayolu karikatürlerinin kopyasını almak için karikatüristlerden ricacı olmuştur. Güniz Sokak’taki evinde mütevazı masasının üzeri kitaplarla doluydu. Köy köy tanıdığı Türkiye’nin sıradan bir yer olmadığını, ülkenin geldiği yere kolay gelmediğini anlamıştır. Bu yüzden Atatürk’e saygısı sonsuzdur.
Köylüdür ama sonradan görme değildir. Dindardır ama dinci değildir. Müslümandır ama İslamcı değildir. Barajcıdır ama fikirlere baraj çekilmesinden yana değildir. Ümmetçi değil, memleketçidir. Kalkınmacıdır, rantçı değildir. Nasreddin Hoca’nın ülkesinde olduğunu bilir: Nüktedan ve hoş sohbettir.
Evet, büyük yanlışlar da yaptığı hayatını boşa harcamamış, öğrenmiştir!
Fotoğraf: https://iktibasdergisi.com/2019/06/17/morrison-temsilciliginden-basbakanliga-uzanan-yol/
Yorum Yazın