Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Ekim Salı günü yapılan açılışında Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi sıralarıyla tokalaşması ile başlayıp, tüm ülkeyi onlarca soru yağmuruna boğan bir süreci yaşıyoruz. Olup bitene ilişkin şaşkınlığımızı da henüz tam olarak atabilmiş değiliz.
Bir gün önce DEM’li siyasetçiler de dahil kimseden duymayı tahayyül dahi edemediğimiz ifadeler Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından dile getirildi. Bu ifadeler Devlet Bahçeli dışında kim tarafından dile getirilseydi siyasal ve yasal sürecin en ağır şekilde işleyeceğine dair bir kuşku yok elbette.
Peki nelerin olup bittiğini, bu sürecin bizi nereye götürmekte olduğunu tam olarak anlayabildik mi? Elbette ki hayır. Doğası gereği gizli başlamış ve gizli yürütülmekte olan bu süreci bugün itibarıyla görüşmeleri yürütenler dışındaki tüm kamuoyunun sadece yorumlanması mümkündür. Elbette aklı selim her vatandaşın onaylayacağı, duyduğunda heyecanlanacağı ifadelerdir “Silah bırakma”, “örgütü lağvetme” vs. Ama insanın da bir doğası olduğu gerçeğinden hareketle şeffaf yürümeyen bu süreçle ilgili konuyla ilgilenen herkesin yorum yapması da bir o kadar doğaldır.
Anlaşılan odur ki süreç bir el sıkışma ile başlamamıştır. Çok öncesinde başlamış olan bir sürecin kamuoyuna ilanından başka bir şey değildi o el sıkışma. Taraflarla, özellikle İmralı ile defalarca görüşülmüş ve belli bir aşamaya gelindikten sonra sürecin kamuoyunun gözü önünde yürütülmesine dair görüş birliğine varılmıştır. Yukarıda da ifade ettiğim gibi bu ülkede bu süreci kamuoyu önünde açıklayabilecek bir kişi vardı, o da Devlet Bahçeli idi. Önce biraz eleştirildi, biraz da mizahi yaklaşımlar derken sonrasında herkes durumu kabullenip anlamaya çalışma aşamasına geçti.
Peki nedir aklımızda uçuşan sorular?
Bu sürecin başlatılması ihtiyacı ülkemizin de içinde bulunduğu bölgesel gelişmelerden kaynaklanan bir zorunluluktan mı yoksa iç siyaset kaynaklı bir arayışın sonucunda mı atılmıştır? DEM, Abdullah Öcalan ve diğer figürlerin sınırlarımızı aşan noktadaki kısıtlı etkinliğini düşündüğümüzde sürecin ülkemiz adına bölgesel bir yararının olacağını öngörmek pek mümkün değil. O halde bu süreci nedenleri ve sonuçları itibarıyla içimizde değerlendirmemiz gerekiyor. Yaşadıklarımızın sonuçları itibarıyla uzun vadede sınırlarımızın dışında da etkileri olabilir mi sorusuna da hayır diyemeyiz elbette.
Her iki tarafın açıklamalarında kullandıkları dil bize biraz olsun ip uçları vermekte. Hükümet kanadı “hiçbir taviz vermiyoruz, bu işi tavizsiz bitireceğiz” dilini kullanırken DEM sözcüleri “barış”, “süreç” gibi ifadeleri, sıkça kullanmakta.
Ortada bir gerçek var ki o da bir görüşme trafiğinin varlığı. Doğal olarak tarafların birbirinden talepleri söz konusudur. Bunun aksini düşünmek DEM’in varlık nedenine de ve siyasi geçmişine de terstir. İmralı, Edirne ve DEM’in yıllardır sürdürdükleri mücadelenin ana kazanımlarından vazgeçerek bu süreci tamamlayıp bir kenara çekilmelerini beklemek mümkün değildir. Bu görüşme trafiği de biz bunu söylüyor zaten.
Eğer Türk Devleti terör örgütüne ve siyasi uzantılarına bir parmak sallayarak dediğini yaptırabiliyor, silah bıraktırtıp, eylemleri sonlandırtabiliyor idiyse bunu neden bugüne kadar yapamadı. Bugünü farklı kılan nedir?
Bu soruların cevabını almamız çok zaman almayacak. İki tarafın kazanım ve tavizlerini çok geçmeden göreceğiz. Umarız ki kazanan ülkemiz ve dolayısı ile bu ülkede yaşayan tüm vatandaşlarımız olur.
Yorum Yazın