Büyükelçi (E) Ahmet Süha Umar yazdı:

Çirkin eylemler ve içi boş sözler

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Çirkin eylemler ve içi boş sözler
Abone ol

Öyle sözler ve eylemler vardır ki söylendiğinde veya yapıldığında önce “Vay canına! Neler varmış? Neler oluyormuş!” dedirtir insana. Bir saniye sonra, “İçi boş sözler ve çirkin eylemler bunlar.” der geçersiniz. Söyleyenlerin, yapanların aklından kuşku duyarsınız.

Özel hayat kimseyi ilgilendirmez.

Kadın, erkek, çocuk fark etmez. Kişilerin özel yaşamları, adı üstünde, “özeldir.” Kimseyi ilgilendirmez. Kimse başkalarının özel yaşamı için tek bir söz söyleme hakkına sahip değildir. Bu kural, devlet adamları, siyasetçiler için de geçerlidir. Siyasetçinin dikkatle izlenmesi gereken yaşamı, özel yaşamı değil, siyasette yaptıklarıdır. Hangi siyasetçinin özel hayatında kimle ne yaptığı kimseyi ilgilendirmez ama bir siyasetçinin hele de iktidarda, hem de uzun süredir iktidarda ise, ülke yararına neler yaptığı veya ülkeyi ne hale getirdiği, hangi badirelerin içine attığı herkesi ilgilendirir. O siyaset adamının bu konularda adım adım izlenmesi, yaptıklarının açığa çıkarılıp, hesabının sorulması, siyasetin temel kuralıdır.

İftira suç, vicdansızlık Tanrı katında da en büyük kötülüktür.

Her gün çeşitli anketlerin, iktidarın en yakın adayı olarak gösterdiği, ana muhalefet partisi CHP’nin Başkanı Özgür Özel’in, benim de zaman zaman dile getirdiğim, eleştirilecek çok sözü ve eylemi vardır ama özel yaşamı dokunulmazdır. Hele de bir insanı karalamak için masum ve çok ciddi bir sağlık sorunu yaşamakta olan bir kadını kullanmaya kalkışmak, sadece densizlik değil ayrıca iftira ve vicdansızlıktır. İftira suç, vicdansızlık ise, Tanrı katında da, bir insan için en kötü niteliktir. 

Böyle bir vicdansızlığa ve suça sarılmak zorunda kalmak, yapanlar için kaybetmiş olduklarının kabulü, çaresizliğin ifadesidir. Onlar için artık sonun yakın olduğunun en belirgin göstergesidir.

İsrail terör uygulayarak kurulmuş bir haydut devlettir.

İsrail haydut, terörist devlettir. Kuruluşunu, onu kendi çıkarları için, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu’nun bağrına sokan başta İngiltere olmak üzere Müttefikler’in planlarına ve kuruluş aşamasında, Yahudi terör örgütlerinin, Filistin halkı üzerinde uyguladığı vahşi teröre borçludur.

İsrail bugün de son derece tehlikeli, dostça ilişkiler sürdürüldüğü zaman bile çok dikkatli olunması gereken bir devlettir. Kuruluş yıllarında benimsediği terör, katliam, suikast yöntemlerini bugün de her alanda ve her zaman kullanmayı politika olarak benimsemiştir. Bunların da ötesinde, Ukrayna gibi İsrail de, ABD tarafından “vekâlet savaşları”nda kullanılan bir devlettir. İsrail de bu hizmetinin karşılığında -ABD’deki Yahudi lobisinin de gücü ve desteği ile- ABD’yi kullanmakta, onun savaş araç ve gerecini son damlasına kadar sömürmektedir. Buna da mecburdur çünkü İsrail, ABD’nin desteği olmadan Ortadoğu’da bugün yaptıklarını bile yapabilecek güçte bir devlet değildir. Kısacası bu, karşılıklı çıkara dayanan, kullanma ve kullandırılma rızasıdır.

İsrail Türkiye için de ilişkilerimizin en yakın ve iyi olduğu 1990’lı yıllarda bile tehlikeli ve dikkat edilmesi gereken bir devletti. Türkiye’yi yıllardır uğraştıran, büyük maddi ve manevi zarara sokan PKK -şimdi ayrıca PYD/YPG- terörüne, çoğu kez açık etmeden, dolaylı olarak ciddi destek vermiş, halen de vermektedir. Bunun somut birçok örneğini, İsrail ile ilişkilerin düzelmesi ve çok yüksek bir düzeye çıkarılmasına katkıda bulunmuş olan bu satırların yazarı, uzun diplomasi yaşamında, gerek Amman Büyükelçiliği döneminde gerek Ortadoğu Barış Görüşmeleri’nde bizzat tanıklık etmiştir. Sadece tanıklık etmekle kalmamış, Dışişleri Bakanlığı’nın, İsrail’in bu tehlikeli, devlet niteliğine her fırsatta dikkatini çekmiştir. * (*Çöl Devriyesi. Ürdün Anıları. Süha UMAR. Boyut Yayıncılık)

İsrail Türkiye’ye saldıracakmış!

Bu gerçekler ışığında bile Erdoğan’ın TBMM açılışında söylediği, “İsrail yönetiminin, Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, bizim vatan topraklarımız olacaktır.” sözleri, eğer iç politikada yeni bir öcü yaratmak ve iktidarını sürdürmek için söylenmiş değilse, kanımca doğruluğu çok tartışmalı sözlerdir.

İsrail’in Türkiye topraklarında gözü olduğu, bunun da “vaat edilmiş topraklar” inancından kaynaklandığını gösteren bir belirti yoktur. Bugüne kadar da bırakın belirtiyi, böyle bir söylem de duyulmamıştır. Öncelikle Tevrat’ta vaat edilmiş toprakların sınırları çizilmemiştir. Bu belirsizliği, her aklına esenin, dilediği gibi harita çizdiği günümüzde, Türkiye topraklarının da bu kavrama dâhil olduğu biçiminde yorumlamak, vesveseyi abartmak gibi gelmektedir.

“Büyük Ortadoğu” kavramının ve “Büyük Ortadoğu Projesi’nin” (BOP) ise, Atlas Okyanusu’ndan -Kuzey Afrika Arap devletleri-, başlayıp, Orta Asya Türk Devletleri’ni de içine alan, ABD-İsrail çıkışlı bir çıkar ve harekât alanı tanımı olduğunu bilmeyen yoktur.

İsrail’in Türkiye’ye saldırması için önce Lübnan’ı sonra Suriye’yi işgal etmesi gerektiği, harita üzerinde doğrudur. İsrail’in son günlerde, özellikle Lübnan’da yürüttüğü harekât konusunda televizyonlarda saatlerce konuşan kişilerin en çok üzerinde durduğu konu, bu coğrafya unsurudur. Ve kanımca abesle iştigaldir.

İsrail’in Lübnan’ı, Suriye’yi fiilen işgal niyetinin olduğu çok tartışmalıdır. Hele de daha bir kaç yıl önce (2006) işgal ettiği Lübnan’dan nasıl çıktığını bilemediği; Golan Tepeleri’ni boşaltmak zorunda kaldığı ve nihayet Gazze Şeridi’ni de arkasına bile bakmadan terk ettiği gerçekleri ortada dururken. İsrail’in Lübnan ve Suriye için planı ancak bu iki ülkeyi istikrarsızlaştırmak ve buradan İsrail’e, Hizbullah vb. oluşumlardan gelebilecek tehlikeyi önlemek olabilir ki son günlerin harekâtları bize bunu göstermektedir. İsrail’in, bu iki ülkede bu amaçlarını gerçekleştirdikten sonra, geçmişte olduğu gibi gelecekte de Türkiye’de de benzer istikrarsızlaştırma eylemlerine -örneğin Kürt ayrılıkçı hareketlerinin desteklenmesi, içeride farklı gruplar arasında çatışmalar çıkarılması, Türk-Yunan anlaşmazlıklarının körüklenmesi gibi- kalkışması veya bu tür eylemlere destek vermesi daha akla uygudur.

Bu düşünceler ve olgular akla birçok soru getirmektedir.

Akla gelen sorular.

Eğer yukarıdaki yaklaşım ve değerlendirme doğru ise ki geçmişe baktığımızda doğru olduğu görülmektedir o zaman Erdoğan’ın sözlerinden hareketle aşağıdaki soruları kendisine sormanın zamanı, Türk vatandaşı olan herkesin hakkıdır.

İsrail’in Türkiye üzerinde böyle emelleri olduğu biliniyordu ise, bu planın en önemli aracı olan Büyük Ortadoğu Projesi, Eş Başkanı olmak, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına uygun mudur?

Türkiye’ye yayılma alanı gözüyle bakan İsrail’in -Mısır’ın Camp David Antlaşmaları ve sonrasındaki büyük ABD yıllık yardımlarından (rüşveti de diyebiliriz)  sonra adeta İsrail yandaşı olması ile- İsrail’in Ortadoğu’da yayılmasının önündeki iki güçlü devletten biri olan Suriye’nin -diğeri İran-, BOP’un en büyük destekçisi ABD ile birlikte parçalanmasına, gücünü yitirmesine katkıda bulunmak Türkiye’nin çıkarına mıdır?

Suriye’yi bölüp, istikrarsızlaştırırken, Özal döneminde Kuzey Irak’ta yaratılmasına dolaylı hatta ticaret eliyle doğrudan katkıda bulunduğumuz bir Kürt ünitesinin, Kuzey Suriye’de de ortay çıkmasına, güçlenmesine yol açmak ne kadar çıkarımıza olmuştur?

Suriye’nin bölünüp, parçalanması sürecine katkıda bulunurken, uzun yıllar Ortadoğu’da adı bile olmayan Rusya’nın, güneyimize, Suriye’ye yerleşmesine yol açmak Türkiye’nin ne kadar çıkarınadır?

İsrail’in Türkiye üzerindeki emellerinden bu kadar emin idiysek, onun Doğu Akdeniz gaz ve petrol projelerinde Mısır, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte hareket etmesine yol açan yanlış adımlarımızın Türkiye’ye büyük maliyetini göremedik mi?

Bir yıldır Ortadoğu’da yaşanmakta olan insanlık dramlarının faili olan İsrail’e bu fırsatı veren Hamas’ı bugün bile terör örgütü olarak görmediğimizi, BM’de tüm dünyanın önünde tekrarlayarak, Hamas’a verdiğimiz destek, Türkiye’nin varlığına bir tehdit olduğunu söylediğimiz İsrail’in ekmeğine yağ sürmek değil midir?

Devlet adamının görevi, halkını gerçekliği oldukça tartışmalı dış ve iç tehditlerle korkutmak mıdır? Yoksa doğru politikalarla böyle tehditlerin ortaya çıkmasını önlemek, ortaya çıktığında da gereken önlemleri belirlemek ve almak mıdır?

Yoksa bu sözler de, “siyasette böyle sözler söylenir. Ciddiye almamak gerekir.” söyleminin bir başla örneği midir?


Yorum Yazın