Ekrem İmamoğlu: "Gelir dağılımındaki adaletsizlik canımızı acıtıyor"

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Ekrem İmamoğlu: "Gelir dağılımındaki adaletsizlik canımızı acıtıyor"
Abone ol

oğlu, İstanbul Ekonomi Zirvesi'nde yaptığı konuşmada gelir dağılımındaki adaletsizliğe ve halkın artan yoksulluğuna dikkat çekti.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu"Gelir dağılımı adaletsizliği, tarihte görülmemiş ölçüde ülkemizde bizlerin canını acıtacak durumda. Halkın yoksulluğu artıyor" dedi.

Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Beşiktaş’ta bir otelde düzenlenen “8. İstanbul Ekonomi Zirvesi”nde konuştu. “İstanbul”, “ekonomi” ve “zirve” kelimelerinin birbirine çok yakışan üç tarif olduğuna vurgu yapan İmamoğlu, “İstanbul'a, güzel olan her duygu çok yakışıyor. Dünya ölçeğinde lider kentlerden birisi. Ve bu liderliğini en üst seviyede ortaya koyan faaliyetleri yapmalı ve dünyaya iyi mesajlar verebilmeli, öncü mesajlar verebilmeli, uyarılar yapabilmeli. İstanbul'a yakışan budur” dedi. Bu kapsamda, yaklaşık 3,5 yıl önce Balkan Şehirleri Ağı B40’ı kurduklarını kaydeden İmamoğlu, aynı anlayışla Orta Doğu'nun ve Kuzey Afrika'nın önemli şehirlerini de bu ay içinde İstanbul'da bir araya getireceklerinin bilgisini paylaştı. Nisan ayında ise Almanya'nın Türkiye'yle olan kardeş şehirleri buluşmasının zirvesini yine İstanbul'da yapacaklarını aktaran İmamoğlu, “Daha önce de Mega Şehirler Zirvesi’ni yine İstanbul'da yapmıştık. Bütün bunları şunun için söylüyorum: İstanbul, dünya adına sorumlu bir şehirdir” diye konuştu.

“Gelir dağılımı adaletsizliği, tarihte görülmemiş ölçüde"

Dünyanın büyük bir iktisadi değişim ve dönüşüm sürecinde olduğuna dikkat çeken İmamoğlu, özetle şunları söyledi:

“Burada olumlu bir tablo çizmek isterdim, ama maalesef daha önce yaşamadığımız ölçekte bir ekonomik dar boğazında içerisindeyiz. Türkiye'yi her geçen gün daha da sıkıntıya sokan ekonomi politikaları, 2023 yılı genel seçimleri sonrasında yeniden şekillendi. Etki analizi yapılmadan, istişare edilmeden alınan bir kısım sürpriz kararlar, ekonominin ne yazık ki dengesini bozdu, pek çok şirket ve sektörü de bu aşamada paralize etti. Uygulamada sorunların kaynağını ele almak ve kökünden çözmek yerine, biraz geçmişten kalan 1980’li, 90’lı yıllarda uygulanan tipik kemer sıkma politikaları ne yazık ki benimsendi. Bunlar basit olarak, faiz ve vergi artışı ile kur ve ücretleri baskılamaya dayalı politikalar. Türkiye ekonomisindeki yapısal sorunlar ile geçmişten gelen sürdürülebilirlik endişeleri devam ettiği için, uygulanan kemer sıkma politikalarının, yüksek kur riskini azaltma dışında, maalesef istenilen düzeyde etkinliğini henüz göremedik ve yaşayamadık. Üstelik gelir dağılımı adaletsizliği, tarihte görülmemiş ölçüde ülkemizde bizlerin canını acıtacak durumda. Halkın yoksulluğu artıyor. Toplumun büyük bir kesimi eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi zaruri hizmet alanlarına dahi erişimde ciddi sorunlar yaşıyor. Özetle; gerçekleşen veriler, reel sektörde sert daralmanın başladığını, istihdam piyasasında kırılganlığın arttığını, ancak yürütülen politikaların tüketim, beklenti ve varlık fiyatları üzerinde istenilen etkiyi de henüz yaratmadığını gösteriyor.

“2024-25 yılı herkes için daha zorlu geçecek”

Bu gelişmeler, enflasyonu düşürmek için tek başına para politikalarının yeterli olmadığını da bizlere yaşatıyor. Tüm sektörler için geçerli bir durum tespiti yapmak gerekirse; 2024-25 yılının herkes için daha zorlu geçeceğini görmemiz gerekir. Eğer durum böyleyse, ‘ne yapmalı’, daha da önemlisi, ‘nasıl yapmalı’ sorusunu hepimiz kendimize sormak zorundayız. Her şeyden önce, Türkiye’mizin ciddi bir zihinsel değişikliğe ihtiyacı var. Ülkemizin daha fazla büyümesi ve ekonomik şoklara karşı daha dayanıklı olması adına rekabetçiliği, verimliliği ve potansiyel büyümeyi arttırmaya yardımcı olacak, kapsamlı bir yeni bir ekonomik reforma ihtiyacımız vardır. Hatta bundan da öte, tam bir ekonomik paradigma değişimi gerekmektedir. Çünkü, eğer toplumsal durgunluk ve ekonomik dar boğazdan kurtulmak istiyorsak, ülkemizi kalkındıracak yeni politikaları kapsayan yeni bir hikayeye ve yeni bir ekonomik modele ihtiyacımız olduğu çok açık ve net.

“Türkiye'nin kaynak sorunu olmadığını da biliyoruz”

Öte yandan, Türkiye'nin kaynak sorunu olmadığını da biliyoruz. Özellikle insan kaynağı, tecrübeli yatırımcı ve girişimci gücü. Bu çok değerli bir kaynaktır Türkiye'mizde. Tahmin edilenin çok daha üzerindedir. Yer altı ve yer üstü kaynakları, bizlerin en büyük gücüdür. Keza Türkiye'nin lokasyonu, iktidarlardan bağımsız olarak stratejik pozisyonuyla, bizim ülkemizi çok güçlü kılan bir özellik. Cumhuriyetimizin başından bu yana atılan adımların sonucu olarak, bir bölgesel üretim merkezine dönüşmüş önemli bir coğrafi özelliğe sahip ülkemiz var. Tabii şunu söylemek lazım; İtalya ve Çin arasında en büyük üretim alanı Türkiye'dir. Tam da bu nedenle yeni bir hikaye ve yeni bir ekonomik model ortaya koyabildiğimiz ortamda, hızla global arenadaki yerimiz, çok farklı ve çok daha güçlü bir seviyeye yükselecektir.

“Dünyanın sürdürülebilir ve kolektif bir çabaya ihtiyacı var”

Bir konuya daha dikkatinizi çekmek isterim. 2 hafta önce katıldığım Bakü'deki toplantılarında… Ki katıldığım en güçlü ve en başarılı COP toplantılarından birisi olmuştur. Bu anlamda Azerbaycan'a da teşekkürlerimi iletiyorum. Gerçekten bizleri gururlandıran, keyifli bir buluşmayı bizlere yaşattılar. Buradaki en önemli gözlemim; dünyanın sürdürülebilir ve kolektif bir çabaya ihtiyaç duyduğu gerçeği. Kolektif ve sürdürülebilir bir birliktelikten bahsediyoruz aslında. Yani dünyanın bu ölçekte bir paydaş olmaya dönük bakış açısı. Yani dünya, sadece büyüme ve karlılık odaklı bir yaklaşımdan, paydaş odaklı ve değer üretimine yönelen bir anlayışa kayıyor. Ülkemizde, ekonomi ve sanayinin içinde olduğu kritik eşiği aşmak için de doğrudan ve dolaylı, bütün aktörlerin iş birliği ve dayanışmayla, hep birlikte… Ki gücümüz çok büyüktür bu anlamda. Tek dezavantajımız, kurumsal anlamda belki bir araya gelememe konusundaki sıkıntılarımız. Bütün aktörlerle iş birliği ve dayanışmayı bir araya koyduğumuzda, ortak geleceği inşa edecek bir modeli ortaya çıkaracak bir oluşuma ihtiyacımız var.

"Paydaş ekonomisi' bize çok uzak bir kavram değil"

Biz, bu modele ‘paydaş ekonomisi’ diyoruz. Yani devletin, sadece şirketler için kısa vadeli karları optimize etmekle kalmayan, tüm paydaşların ve genel olarak toplumun ihtiyaçlarını dikkate alan, uzun vadeli değer yaratma arayışında olduğu güçlü bir ekonomi yönetim modeli. Döngüsel ekonomi anlayışına dayanan bu model, ülkemizin ortak sorunlarına yaklaşım ve bunların çözüm noktasında ortak akla ve iş birliğine dayanan bir anlayışı özetler. Gelişmiş ekonomilerde ve ülkelerde, ekonomik modelin temel dayanağını, ekonomik ve sosyal konseyler oluşturmaktadır. Bu konseyler, ekonomide ortak akıl ve toplumsal uzlaşma mekanizmalarıdır. Aslında bize çok uzak bir kavram değildir bu. Ülkemizde, 1995 yılında idari teşkilata giren ekonomik ve sosyal konsey vardır. Ama maalesef etkili olamamıştır. Kağıt üstünde kalmıştır. Türkiye, bütün aktörlerin, paydaş ekonomi modeli çerçevesinde ve Ekonomik Sosyal Konsey Platformu aracılığıyla, ekonomi ve sosyal politikaların oluşturulmasında aktif rol oynayacağı yeni bir sistemi hızla hayata geçirmek zorundadır. Çünkü gerçekten ülkemizin bu alana ve bu ekosistemle birlikte katkı sunacağı olağanüstü yetenekli kurum, kuruluş ve özel sektör temsilcileri, farklı paydaşları mevcutta vardır.

“Avrupa Birliği de ekonomik modelini sorguluyor”

İkinci önemsediğimiz konu ise, Türkiye Milli Sanayi Politikası ve Endüstriyel Stratejidir. Ülkemizin iyi planlanmış bir yeni nesil sanayi politika yasasına ihtiyacı vardır. Bakınız; Amerika Birleşik Devletleri, Çin ve Birleşik Krallık gibi ülkelerden sonra, şimdi Avrupa Birliği de ekonomik modelini sorguluyor ve kendi ‘milli sanayilerini geliştirme stratejilerini’ belirliyor. ABD başkanlık koltuğuna oturacak olan Donald Trump'ın, yüksek gümrük tarifeleri ve kota kısıtlamaları ile geleceği artık bir sır değil. Geçmiş uygulamalarından da ilk döneminden de attığı adımlardan belli. Açıkçası dünyanın da tahmini, daha fazlasını atacağı ve buna hazırlandığı. Sertleşecek bu küresel ticaret savaşının muhtemel etkilerini de kestirmek çok fazla zor olmasa gerek. Global ticaret hacmi daralacak, küresel büyüme olumsuz etkilenecek, tedarik zincirlerinde aksamalar yaşanacak, jeopolitik gerilimler yükselecek, küresel piyasalarda istikrarsızlık, finansal piyasalarda olumsuzluklar yaygınlaşacak. Türkiye ekonomisi de bu gelişmelerden ne yazık ki etkilenecek.

“Milli büyüme ve iktisadi kalkınma stratejisine acilen ihtiyacımız vardır”

İşte tam da bu nedenlerden dolayı; temel malların üretiminde dışa bağımlılığı azaltan, ülkemiz için stratejik önemi yüksek yazılım, dijitalleşme, otomasyon gibi sektörleri destekleyen bir milli büyüme ve iktisadi kalkınma stratejisine acilen ihtiyacımız vardır. İlave olarak; yüksek teknolojili üretim ve katma değerli ihracat yapan stratejik sektörlere, uzun vadeli ve uygun koşullarda destek sağlamamız ve bu desteğin kaynaklarını oluşturmamız şarttır. Şüphesiz ki, bu stratejinin sürdürülebilirliğini sağlamak için, eğitim ve enerji politikalarıyla entegre edebilmemiz de şart. Çünkü, ekonomimizin verimliliği hem düzey hem artış hızı olarak potansiyelinin ciddi oranda gerisindedir. Verimliliğin güçlendirilebilmesi için, çalışan gelirlerinin arttırılması, toplumsal refahın yükseltilmesi, çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması gibi tedbirlerin yanı sıra, dijitalleşme ve yapay zeka teknolojilerine geçiş hedeflerine bir an önce ulaşmak, ülkemiz için hayati önem taşıyor. Çünkü, çağın bu yolculuğunu ıskalamak, dünyanın tam da göbeğinde, merkezinde duran ülkemize, 90 milyona yakın genç nüfusuna asla yakışmaz ve milletimiz bu treni asla kaçırmamalıdır.

“İş dünyamızı baştan aşağıya yeniden yapılandırmak zorundayız”

Bu zirvenin ana teması olan yapay zeka, artık bildiğimiz dünyayı değiştiren bir teknoloji haline geldi. Açıkçası bir devrimin içindeyiz. Yapay zeka teknolojisi, şu anda bildiğimiz şekliyle; işlerin, ekonomilerimizin ve toplumun çehresini değiştiren bir süreci tarifliyor. İnternet çağının belki de en önemli aşaması olan yapay zeka, sadece teknolojik bir ilerleme değil. Ekonomileri şekillendiren, inovasyonu yönlendiren ve jeopolitik manzarayı dahi etkileyen, dönüştürücü bir güç. Verimlilik artışı sayesinde büyüme hızlarına ateşleyecek, kapsamlı bir ilerleme. Verimliliğin ve uluslararası rekabetin tanımı, yapay zeka ile değişirken, iş dünyamızı baştan aşağıya yeniden yapılandırmak zorundayız. Üretim ve inovasyon sıçramasına araç olacak hukuki, finansal ve çevresel faktörleri de güncellememiz gerekiyor. Öte yandan, gelir adaletsizliğinin bugün vardığı eşiğin, yapay zeka devriminin bu ilk aşamalarında, hemen her ülkenin belki de en zorlayıcı sorunları arasında en ön sırada olacağını öngörüyoruz. Sonsuz bir esneklik vadeden yapay zekanın, aynı zamanda sorumluluk bilinciyle düzenlenmesi ve de sırf gelir dağılımı adaletsizliği nedeniyle bile yaşam konularından birisi olduğu gerçek.

“Yapay zekayı çok etkin şekilde kullanmayı ve üretmeyi becermemiz şart”

Yapay zeka, derin öğrenme araçlarından yeni ürün yaratma ve görev otomasyonuna kadar, teknolojide benzeri görülmemiş ilerlemeler sunarak, hayatımızın çeşitli yönlerini bugün bile hızla dönüştürdü. Türkiye olarak, yapay zekayı hemen bugün çok etkin şekilde kullanmayı ve üretmeyi becermemiz şart. Peki bunu nasıl yapacağız? Öncelikli adım, bu yöne doğru çoklu alanda kaynak yaratmaktan geçecek. Buna şüphe yok. Dünyada, şu anda görüyoruz ve izliyoruz ki, muazzam bir kaynak aktarımı söz konusu. Yapay zekanın pazar büyüklüğünün, 2024 sonunda 310 milyar dolara varacağı öngörüldü. Pazar büyüklüğünün 2024’ten 30’a kadar, yüzde 30’a yakın yıllık bir bileşik büyüme oranıyla artacağı da hesaplanıyor. Bu, küresel ekonomi büyüme hızının her yıl on katı kadar artış demek. Önümüzdeki beş yılda yaratacağı yeni işlerle birlikte, küresel ekonomiye 20 trilyon dolara kadar katkı sağlayacak, bir o kadar da değer ekleyecek bir alandan bahsediyoruz. Sektörler arası oran değişmekle birlikte, şimdiden şirketlerin yüzde 25’i, iş gücü eksikliklerini gidermek için yapay zekayı uygulamaya koydu bile. Bireylerin yüzde 75’i de doğal bir kaygıyla, yapay zeka nedeniyle iş kaybından ciddi anlamda endişeli. Yapay zekaya en çok yatırım yapan ülkeler listesinde, ülkemiz 20. sırada.

“Yapay zekaya yönelen yatırımlar desteklenmeli”

İnsan sermayesi kalitesini arttırmak, genç işsizliğine çare bulmak, özel sektörün özellikle rekabet gücünü verimlilik odağına çevirmenin tek yolu, yapay zekaya yönelen yatırımların daha geniş alanlarında yer bulması ve desteklenmesinden geçiyor. Bu yönüyle yapay zekayı, insanlık için daha iyi bir gelecek inşa edebilecek, güçlü bir araç olarak görerek, uygun düzenleyici çerçevelerin geliştirilmesi de elzem olacak. Yapay zeka odaklı ekonomik dönüşüm, eğitim sisteminde de hepimizi öylesi bir sürece hazırlama konusunda ciddi değişiklikler yapmaya davet etmekte. Yapay zeka teknolojileri konusunda eğitim almış bireylerin sayısının artması, Türkiye'nin de rekabet gücünü doğal olarak arttıracak. Eğitim sisteminin adil fırsatlar yaratması, parasız, kaliteli eğitimin sağlanması, eğitime erişimin herkes için artması, müfredatların özellikle güncel ihtiyaçları ve güncel sektörlerle eşleşen bir ortamı yaratması ile yapay zeka ve veri bilimi gibi konularda güncellenmesi gibi hedefleri ortaya koymak zorundayız.

“Teknolojiye eşit erişim, hala çok önemli bir sorun”

Bizlere, yöneticilere düşen başlıca görev de yasal düzenlemeler, etik standartlar ve araştırma fonları gibi konularda atılacak adımlarla, Türkiye'nin yapay zeka ekosistemini güçlendirme rolüdür. Bu alanın yaratacağı sosyal eşitsizlikleri en aza indirecek düzeni, hep birlikte düşünmek ve kurmak zorundayız. Bugünün Türkiye'sinde teknolojiye eşit erişim, hala çok önemli bir sorundur. Aslında dünyada da eşitsizliklerle ilgili çok önemli bir kavram haline gelmiştir teknolojiye erişim konusundaki eşitsizlikler. Ve bu, aslında dünyada halklar arasında bile geniş uçurumlar yaratan, ciddi anlamda konuşulması gereken eşitsizliklerin artık ön sıralarına doğru yükselmekte. Bu sorunun çözümü de kamu harcamalarını verimsiz alanlardan koparıp, geleceği yakalamamızı sağlayacak alanlara yatırım yapmaktan geçmektedir. Kaybedecek zaman kalmadı. Değişim, günlük hayatta hissedilir hale gelmiştir. Biz, toplumsal görev ve sorumluluklarının idraki içerisinde hareket eden herkesin, her kesimin yüklerini paylaşmaya hazırız. Gençlerimizin ve iş dünyamızın, bu büyük ekonomik devrimin atıkları haline gelmesini asla izin vermeyiz, veremeyiz. Türkiye'mizin zengin kaynaklarını, jeopolitik avantajlarını, enerjimiz ve gençliğimizle atıl kalmaktan kurtarmalı, geleceğe en güçlü vizyonla hep birlikte hazırlık yapmalıyız.”

8. İstanbul Ekonomi Zirvesi’nin selamlama konuşmalarını, Azerbaycan Ekonomi Bakan Yardımcısı Elnur Aliyev ve Arnavutluk Ekonomi, Kültür ve İnovasyon Bakan Yardımcısı Blerta Rama gerçekleştirdi.

Kaynak: ANKA


Yorum Yazın