Bir yazarın ilk eserini keşfetmek:

Emrah Serbes’in kendisinin bile unuttuğu bir şiiri mi var?

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Emrah Serbes’in kendisinin bile unuttuğu bir şiiri mi var?
Abone ol
Eski dergileri karıştırırken bir şiir dikkatimi çekti. En çok da şiirin yazarı. Acaba düşündüğüm kişi olabilir miydi derken, şaşırtıcı bir sonuca varacağımı hiç bilmiyordum. Şiirin sahibi ünlü hikaye ve roman yazarı Emrah Serbes’ti…

Oğuz Büber - Muhalif Analiz

Türk ve dünya edebiyatında bugün başyapıt olarak gösterilen eserlere imza atan birçok yazarın ilk eserleri yayınevleri tarafından reddedilmiştir. Üstelik içlerinde bir kez değil, defalarca kabul görmeyenler de vardır.

20. yüzyıl İngiliz edebiyatının önde gelen isimleri arasında yer alan dünyaca ünlü yazar George Orwell’ı hepimiz Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanıyla biliyoruz.

Orwell’ın ilk romanı ‘Paris ve Londra’da Beş Parasız’ yine ünlü bir isim T.S. Eliot tarafından defalarca reddedilmesinin ardından ancak 9 Ocak 1933’de basılabilmiştir. Bu romanın otobiyografik formda olup olmadığı halen tartışma konusudur çünkü eserin kahramanı Avrupa’nın iki büyük şehri Paris ve Londra’da büyük bir sefaletle mücadele etmiştir. Rehinciler, iş bulma kurumları, sadece karnını doyurmak için günde on yedi saat çalışılan işlerle geçen Paris serüveni; yazarın zor da olsa Londra’da varmasıyla bitmiş gibi görünür ancak orada da kendisini çok zorlu bir hayat beklemektedir…

Geçelim diğer bir ünlü yazarın yaşadığı zorluğa…

Alfred Humboldt adlı yayınevi sahibine, bir arkadaşı tarafından Marvel Proust’un ‘Kayıp Zamanın İzinde’ isimli taslağı gönderilir. Humboldt’un arkadaşına yanıtı hiç de beklenildiği gibi olmaz: “Sevgili dostum, muhtemelen kafam durdu. Ama tanrı aşkına, bir insanın uykuya dalmadan önce yatakta oradan oraya dönmesini anlatmak için otuz sayfaya ihtiyaç duymasını bir türlü anlayamıyorum.”

Dosya büyük bir yazarın daha önüne gelir. O dönemde Gallimard Yayınevi’nin patronu olan Andre Gide de ‘Kayıp Zaman İzinde’yi paketini bile açmadan geri yollar. Hikaye, Proust’un kitabı kendi imkanlarıyla basmasıyla sonlanır. Hiç beklenmeyen bir başarı göstermesi de Humboldt ve Gide’nin en büyük pişmanlıklarından olacaktır.

Bu hikayeleri paylaşma sebebim ise ünlü bir yazarımızın eski bir kültür sanat dergisine gönderdiği ilk çalışmasıyla ilgili. Önemi de bu eserin daha önce herhangi bir yerde paylaşılmamış olması.

Öküz isimli kültür sanat ( kendi deyimleriyle kültür-fizik) dergisinin ilk sayısı 10 Mayıs 1996 tarihinde yayınlanmış. İlk 31 sayı haftalık, sonrasında ise aylık olarak yayımlanan ve 90 sayı olarak çıkan dergi 2001 yılının Kasım ayında yayın hayatını sonlandırmıştır.

Derginin ilham kaynağı ‘sokak’tır ve dergi; Orhan Pamuk, Can Dündar, Ece Ayhan, Sunay Akın, Metin Üstündağ, Ferhan Şensoy, Can Yücel ve Nihat Genç gibi Türk edebiyatının önemli birçok yazarını bünyesinde barındırmıştır.

Bahsettiğim yazarımız ise Emrah Serbes. Serbes’i hikayeleri ve romanları en çok da yarattığı Behzat Ç. karakteri ile tanıyoruz.

Ünlü yazarın diskografisinde yer aldığına göre ilk eseri 2006 yılına ait. Dergiye gönderilmiş çalışması ise 1999 yılının Aralık ayına ait. Ve esas farklı kısım ise Serbes’in dergide yayınlanan içeriği bir düz yazı değil, bir şiir.

‘On Yedi Ağustos’ isimli şiir, derginin ‘Öküz Junior’ olarak nitelendirilen ‘Buzağı’ adlı köşesinde yer alıyor. Yani anlayabildiğimiz kadarıyla yetenekli genç edebiyatçıların çalışmalarına yer verilen bir bölüm burası.

Şiir dergide tam olarak şu satırlarla yer alıyor:

On Yedi Ağustos

ben senden ayrıyken
bütün kentlerin Japonuyum 
fotoğraf çekerek bulurum yolumu 
düşene bir gül de ben veririm 
moloz toplarım geceleri
bilirsin sensiz bütün kentler 
Tokyo'dur bana
bütün suratlar
takunyasız hamam
bir kadın ansızın regl olur
ve uzat şimdi ellerini
yoksa keseceğim benimkileri

    Emrah Serbes - Antalya

Şimdi diyebilirsiniz ki: “Ne malum bu şiirin yazar Emrah Serbes’e ait olduğu?”. İnternette yaptığım taramalarda herhangi bir yerde aynı esere rastlamadım. Ama yazarın geçmişine baktığımda şiire ve çalışmayı gönderdiği şehre dair bulgular edindim.

Çalışmanın ismi dikkatinizi çekmiştir. ‘On Yedi Ağustos’ deyince aklımıza hemen 1999 yılında yaşadığımız Gölcük depremi gelir. O büyük felaketle, şiirin dergide yayınlanması arasında da dört aydan az bir süre bulunuyor. Sadece bu da değil. Serbes Yalova doğumlu ve deprem döneminde yaşadıklarını verdiği bir röportajda da anlatıyor*:

“Ben şunu hiç sevmem: Oturayım sana hayatımı anlatayım, şöyle oldu böyle oldu falan… Ama 17 Ağustos depreminin izi kalmıştır bende. Yalova’da evdeydim. Çok dişim ağrıyordu. Ağrı kesici falan da kar etmedi. Saat 3’e doğru uyandım. Babam buz torbası getirdi. Tam buzu koydum uzandım, ortalık zangırdamaya başladı. Ben de dişim zangırdıyor falan zannediyorum. Sonra ortalık karıştı. Kütüphane devrildi, duvarlar sallanmaya başlandı. Ama ev yıkılmadı. Çıktık dışarı, merdivenler gitmişti. Sonra baktık karşıdaki bina yıkılmış, ortalık karanlık. Bağırış çağırış, enkaz korkunç bir geceydi. Ben sanıyorum ki birazdan kurtarma ekipleri gelecek, herkese yardım edecek. Hiç öyle olmadı, herkes kendi derdine düştü. Gidiyoruz bir yere, duvarın altında biri var, çabalıyoruz, birkaç kişiyiz, yine gücümüz yetmiyor. Kaldıramıyoruz enkazı. Çaresizlik, elimizden bir şey gelmiyor. Sonra AKUT ve benzeri kuruluşlar geldi, o zaman da şunu görüyorsun: Ekipler bir enkazın başındayken etraftan başka insanlar gelip ‘Bizimkine yardım edin, onların kurtulması daha mümkün’ diyor. Çaresizlik, umutsuzluk, öte yandan cinnet hali. Yani o geceyi ve sonrasını hiç unutamam…”

Hemen sonrasında da şiirin gönderildiği şehir olan ‘Antalya’yı anlatıyor Serbes:

“O sene üniversite sınavına girmiştim. Sınava girerkenki ruh halim şuydu; buradan bir kurtulayım da en uzak yere gideyim. Antalya Turizm İşletmeciliği çıktı. Oysa ki ben edebiyat, felsefe, psikoloji falan okumak isterdim. Hep böyle şeyler yazmıştım. Araya burayı da sıkıştırmıştım, orası denk geldi. Niye burayı listeye ekledim, hiçbir fikrim yok. Valizimi yaptım gittim Antalya’ya…”

Serbes ayrıca röportajda, ‘o dönemde hep yazmaya çalıştığından, yazar olmak istediğinden’ de bahsediyor.

Sonuç olarak dergiye gönderilmiş şiirdeki bilgilerle Serbes’in geçmişine dair tüm parçalar örtüşmüş oluyor. Kim bilir Emrah Serbes’in kendisi bile unuttu belki Öküz dergisine gönderdiği bu şiiri. Belki yazının başında aktardığımız gibi Serbes’in başarız denemelerinden biriydi ve sonradan bu kadar tanınmış bir yazar olacağı fark edilmemişti.

Tabii sonuçta dergiye gönderdiği tür ile bugün kendisini tanıdığımız yazı türü oldukça tamamen farklı. Bunun da etkisini yadsıyamayız.

 

* Emrah Serbes’in 22 Ekim 2016 tarihinde ‘Emrah Serbes: Bazen delirmek de çare değil' başlıklı Hürriyet’te yayınlanan röportajı
 


Yorum Yazın