Genco Erkal hakkında "Cumhurbaşkanına hakaret" iddiasıyla 4 yıl 8 aya kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlandı.
Genco Erkal “Hiçbir zaman hakaret yoluna başvurmadım. Bunu kendime yakıştırmam. Ben cumhurbaşkanlığı sistemine, çevre katliamlarına, laik bir ülkede sürekli din olgusunun siyasi malzeme olarak kullanılmasına, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına, insanların düşünceleri nedeniyle hapis yatmasına, yoksulları daha yoksul kılan bir düzene karşıyım. Buna ilişkin görüşlerimi eleştiri sınırları içerisinde aktardım." diyor.
İddianame “Hayır, Sen Cumhurbaşkanına hakaret ettin” diyor. Adres; mahkeme kapısı.
Erdoğan ve Genco Erkal’ın yolları ilk kez mahkeme kapısında kesişmeyecekti. Başka bir kesişim noktaları daha vardı; Nazım Hikmet!
***
1978 yılıydı. Ankara Çağdaş Sahnede Nazım Hikmet’in şiirlerinden uyarlanan Kerem Gibiyi izlemiştim. Genco Erkal’ı ilk orada seyrettim. Nazım Hikmet’le tanışıklığım daha önceye 13-15 yaşlarıma dayanıyordu. Hem Nazım Hikmet hem Çağdaş sahne hem Genco Erkal hem benim 18 yaşım... Muhteşem bir kombinasyondu. Bir daha böylesini bir araya getiremedim.
Yaklaşık yirmi sene sonra, birkaç günlüğüne bulunduğum Eskişehir’de, Genco Erkal’ın turnesine rastlamıştım. Yine Nazım Hikmet uyarlamasıydı. Lakin bu sefer 18 yaşım yoktu.
***
1978’de ‘Kerem Gibi’yi izlerken 40 yaşına gelmiş Genco Erkal, 20 yıldan beri sahnelerdeydi.
Sahne dekorları üzerinde; bir masaya sıçrıyor, bir yere atlıyor bir sandalyeye çıkıyor… kavga şiirlerinde kabına sığamıyordu. Sesini çıkartmasa bile kavga şiirlerini duyardınız. Derken elinde tahta bir bavul, tınısı halen kulağımdaki o sesiyle, gurbet ve hasret şiirlerine geçiyordu.
“Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden/ teper ha babam teper/ paralanmaz/ Teper taşlı yolları.”
Beyaz perdenin arkasına kocaman bir güneş gibi vuran kırmızı ışığın üzerine düşen kendi gölgesiyle yaptığı figürler, Genco Erkal’ın sesine eşlik ediyordu. Gah yay gibi geriliyor, gah kendi üzerine kapanıp ufalıyor, gah sıkılı yumruklar havada asılı kalıyordu. İnsan gövdesiyle, insan gölgesiyle görsel bir şölendi.
Güneşi içmek böyle bir şey olmalıydı. Halen, hatırladıkça ürperirim.
Aynı sene, Erdoğan İETT’de futbol oynuyordu, Genco Erkal sahnede devleşirken, Erdoğan sahalarda top koşturuyordu. Henüz Erdoğan’dan Nazım Hikmet şiirleri dinlemeye başlamamıştık.
***
Erdoğan’dan dinlediklerimiz, Nazım Hikmet’in, henüz 20’sine basmadan yazdığı ‘İstanbul’un Fethi’ veya ‘Ağa Camii’ gibi ilk şiirleri değildi sadece. Ağa Camii şiirini Taksim camisi açılışında (2021), İstanbul’un Fethini konu alan şiirini de Ayasofya'nın açılışını konu aldığı bir konuşmasında (2020) okumuştu.
Erdoğan’dan en çok dinlediğimiz “Kız çocuğu” şiiriydi. 2020’de Hiroşima’nın yıldönümü için yayınladığı mesajında, okumuştu. 2017’de, 23 Nisan kutlamaları için yabancı ülkelerden Türkiye’ye gelen çocuklara da okumuştu: “Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler.' Evet çocuklar öldürülmesin. Büyüklerin yol açtığı çocukların faturası çocuklara kesilmesin" diye konuşmuştu.
Benim anlamadığım şey, bu şiirin neden çocuklara okunduğuydu. Bir çocuk şiiri değildi, çocuklara hitap eden bir şiir değildi. Yani ‘çocuklar öldürülmesin’ ifadesinin muhatabı çocuklar olamazdı. Halbuki Emine Erdoğan 2009 yılında First Lady’ler toplantısında aynı şiiri çocuklara değil büyüklere okumuştu.
Ben olsam çocuklara “Dünyayı verelim çocuklara, hiç değilse bir günlüğüne/ Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar/ Oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında…” şiirini okurdum.
***
Erdoğan, Afyonkarahisar İl kongresinde (2009), "Sen yanmasan/Ben yanmasam/Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa" dizeleriyle muhalefete yüklenmişti. Bunlar 1978’de çağdaş sahne izlediğim gösteriye adını veren ‘Kerem gibi’ şiirinin dizeleriydi.
“Davet” de Erdoğan’ın zaman zaman okuduğu şiirlerdendir. Trabzon’da “Şair, milletimizin yolculuğunu ne güzel anlatmış” diyerek okumaya başladığı şiir (2018) tam bir teatral şölendir. “…dişler kenetli, ayaklar çıplak…” derken açığa çıkardığı dişlerini, parmağıyla göstermesi dinleyeni konun içine çekiyordu.
Lakin “Kapansın el kapıları…” derken ellerini birbirinden uzaklaştırması bana kapanmayı değil de açılmayı çağrıştırmıştı. Orada kafam biraz karışmıştı.
Ayrıca şiirden cehennemi çıkartarak “Bu cehennem bu cennet bizim” dizesini “Bu cennet bizim” yapmıştı. Memleketin cehennemine sahip çıkmamıştı.
Halbuki Genco Erkal okurken, memleketin cehennemine de cennetine de talipti.
Bir de şiirin son iki satırının- ki fevkaladenin fevkindedir, okunmamış olması beni düşündürmüştü. Erdoğan “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ ve bir orman gibi kardeşçesine” dizelerinden haberdardı. 2007 yılındaki Nevruz mesajında bu satırlardan bahsetmişti. Ama bu sefer okumamıştı.
Biz de zaman zaman bir şiirde bir şarkıda bir öyküde… bazı satırlara takılırız. Şöyle olmasaydı, böyle olsaydı… gibi muhakeme yürütürüz. Bu tamamen kendi birikimlerimizle, kendi alışkanlıklarımızla alakalıdır.
Yangınlar devam ederken Manavgat ve Marmaris ziyaretleri sonrası yaptığı açıklamalarda Erdoğan "Bir binanın tuğlaları gibi sıkı sıkıya kenetlenmeye davet ediyorum" demişti. Tuğla-duvar metaforunu, ağaç-orman metaforundan daha etkili bulmuş olabilirdi.
Belki de şiir “Yaşamak bir tuğla gibi tek ve hür ve bir duvar gibi kardeşçesine” bitmeli, diye düşünmüştür. Tabii bu benim tahminim. Yanılmış da olabilirim.
***
Kesişim noktasında Nazım Hikmet varken, benim tercihim Genco Erkal’dan yana olur. Belki de Nazım şiirlerini Erdoğan’dan çok daha önce, Genco Erkal’dan dinlediğim içindir. Kulağım ona alışmıştır.
Veya Erdoğan Nazım Hikmet'in şiirlerini bestelese, tercihim Zülfü Livaneli’den yana olur. Aynı sebepten, Nazım bestelerini, önce Zülfü Livaneli’den dinlediğim içindir. Yoksa Erdoğan kötü beste yapıyor, diye değil. Asla.
Ama Cumhurbaşkanına hakaret konusu yargıya intikal ettiği için fikir belirmek uygun olmaz diye düşünüyorum. Yargıyı etkilemeyelim. Sonucunu bekleyelim.(**)
***
(*) Bu yazı ilk kez ahvalnews.com’da yayınlanmıştır. (25.08.2021)
(**) Genco Erkal, "Cumhurbaşkanına hakaret" davasında beraat etti (14.4.2022)
Yorum Yazın