Türkiye’de milyonlarca göçmenin tamamen güvencesiz, güvenliksiz, ağır koşullarda ve düşük ücretlerde çalıştırıldığını söyleyen Göçmen Sendikası Girişimi üyeleri, “Patronlar sınır dışı ettirme tehdidiyle insanlık onuruna aykırı tüm bu suçlara başvuruyor” dedi.Gazeteciler Cemiyetinin katkılarıyla hazırlanan Kadir Güney’in özel haberi...
Kadir Güney- İstanbul
Ülkesinden bir çok nedenle ayrılmak zorunda kalıp Türkiye’ye yerleşmiş milyonlarca insan yaşamakta. Bu insanların sayısı kimi zaman hızla artarken, kimi zaman artış hızı durağanlaşmakta. İçişleri Bakan Yardımcısı ve Bakanlık Sözcüsü İsmail Çataklı son olarak Türkiye’deki toplam yabancı sayısını 5 milyon 239 bin 426 olarak açıkladı. Resmi verilere göre bu durum böyle iken sendikalar, sivil toplum kuruluşları ise 8 milyona yakın insanın Türkiye’de var olduğunu dile getiriyor.
Ağır koşullar
8 milyona yakın göçmen işçi yaşam sürdürebilmek için Türkiye’de güvencesiz ve güvenlikten uzak çalışma ortamlarda çalışmak zorunda bırakılıyor. Ağır iş koşulları altında uzun çalışma saatleri boyunca düşük ücretle çalıştırılan göçmenler, genellikle kayıt dışı bırakılıyor. İşverenlerin ağır koşullarda çalıştırdığı bu işçilerden yaşamını yitirenlerin sayısına ise kayıt dışı oldukları için ulaşılamıyor.
"10 ayda 80 göçmen işçi öldü"
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin verilerine göre 2022’in ilk 10 ayında en az 80 göçmen yaşamını yitirdi. Yıllara göre göçmen işçi ölümleri 2021’de 94, 2020’de 101, 2019’da 112 oldu. Bu rakamlar İSİG Meclisi’nin ulaşabildiği rakamlar olup aslında çok daha fazla işçinin yaşamını yitirdiği öne sürülüyor.
Siyasi çıkar malzemesi
Göçmen işçileri örgütlemek için yola çıkan Göçmen Sendikası Girişimi yetkilileri ile, işçilerin yaşadıkları sorunları ve çözüm önerilerini konuştuk. Sendikanınkurucu üyelerinden Burcu Çıra, tarih boyunca kapitalist devletlerin göçmenleri ekonomik, siyasi çıkarları için malzeme haline getirdiğini anlattı. İktidarların göçmenleri “ucuz emek deposu” olarak gördüğünün altını çizen Çıra, “Bunun en iyi örneğini burada görüyoruz. Geçtiğimiz aylarda 1 milyon Suriyeli insanın gönderilmesi gündeme gelmişti. O zaman Süleyman Soylu’nun, ‘İstanbul’da fabrikanda Suriyeli çalıştır, sigorta da yapma. Oh ne ala, önce patronlar isyan eder bir kere’ cümlesine şahit olduk. Bu sözler aslında her şeyi özetliyor. Sermaye sınıfı her gün isimlerini dahi öğrenemediğimiz göçmenleri katlederken, bedenlerinin her bir noktasını sömürürken, insanlık onurlarıyla oynarken aslında hedeflediği karmaşayı yaratmış oluyor ve bu karmaşada servetini büyütmeye devam ediyor” dedi.
Meşru sendikacılık
Göçmenlerin de işçi sınıfının bir parçası olduğu ve onların yaşadıkları sorunlara çözüm üretmek için sendikayı kurduklarını söyleyen Çıra şöyle dedi:
“Toplumun içinde yükselen ırkçı saldırılara karşı örgütlü gücü oluşturmayı hedefleyen; bağımsız, fiili, meşru bir odak sendikacılık pratiği gerçekleştirme iddiası ile bir araya geldik. İnsan onuruna yakışır sigortalı bir iş ve ücret talepleri ve bu taleplerin politikleşmiş talepler olarak göçmenler tarafından sahiplenilmesi için her türlü lojistik, ekonomik, hukuki desteği sağlama niyetindeyiz. Bu bakımdan geleneksel üye yapan bürokratik sendikalardan farklı olarak işyeri, işkolu, mahalle fark etmeksizin fiili örgütlenme faaliyeti yürütmeye niyetle başladık ve buna devam ediyoruz.”
"Henüz sendika değiliz"
Sendika Girişimini kurdukları andan itibaren birçok göçmen ile temasa geçtiklerini ve hala temas halinde olduklarını belirten Çıra, henüz sendika değil sendika girişimi olduklarının altını çizdi. Kendilerine ulaşan göçmen işçilerle bir güven ilişkisi kurduklarını ifade etti. Çıra, "İşçi ile aramızdaki güven ilişkisini temel zeminimiz olarak görebiliriz. Göçmenlerin durumundan kaynaklı resmî kayıt olmadığı için üyelik işlemlerimiz yok. Dayanışmacı olanlarla da direkt kendi içimizdeki arkadaşlarımızla fiili mücadele yürütmeye çalışıyoruz. Aidat da yine aynı şekilde dayanışma ve kendi iç mekanizmamızla yürüyor. En diptekiler dibin dibindekiler dediğimiz herkesi kapsayan bir sınıf hareketi yaratmaya çalışıyoruz” ifadelerini kullandı.
İnsanlık onuruna aykırı
“Genellikle Suriyeli ve Afganistanlı göçmenler tekstil atölyelerinde, inşaatlarda ve mevsimlik tarım işlerinde çalıştırılıyor. Afganlar çoğunlukla çobanlık işinde çalıştırılıyor” diyen Çıra, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Bu işler çok insanın çalıştığı büyük iş yerleri olduğu için tercihin göçmenler olması sömürü çarkıiçin oldukça uygun, çünkü çok az paraya, sigortasız şekilde çok insan ve çok iş sermayenin işine geliyor. Göçmen kadınlar daha çok tekstil atölyelerinde ve ev içi bakım emeğinde çalışırken çocuklar da yine tekstil atölyelerinde ve bağ-bahçe işlerinde çalıştırılıyor. Çocukların yaşları çok küçükten başlıyor. Burada belirleyici olan şey çaresizlik. Türlü sebeplerle göç etmek durumunda bırakılmış insanların kayıtsız olmaları patronların elindeki en büyük koz. Kayıt yok, sigorta yok ve bir insanın o iş yerinde çalıştığına dair bir kanıt yok. İş cinayetlerinde ölen göçmen işçilerin nereye gömüldüğünü arkadaşları bile bilmiyor. 15 saate varan mesai saatlerinde çalışan işçilerin maaşlarını alabilmesi şansa bağlı. İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini saymıyoruz bile. Patronlar sınır dışı ettirme tehdidiyle insanlık onuruna aykırı tüm bu suçlara başvuruyor.”
Göçmen işçiler suçlanıyor
Göçmen Sendikası Girişimi kurucu üyelerinden Bala Ersoy ise Türkiyeli ve göçmen işçiler arasındaki ilişkilerin bölgeden bölgeye değişiklik gösterdiğinin altını çizerek, “Fakat hayat pahalılığı ve bazı siyasetçilerin ırkçı-popülist söylemleri arttıkça karşılıklı güvensizliğin de arttığını söyleyebiliriz. Göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı semtlerde Türkiyeli işçiler sıklıkla göçmen emeğinin çok ucuz olmasının onları da düşük ücretleri kabul etmek zorunda bıraktığından yakınıyorlar, siyasilerin de hedef saptırması sonucunda patronlar yerine göçmenleri suçluyorlar” ifadelerini kullandı. Türkiyeli işçilerin çoğu durumda göçmenleri suçladığını belirten Ersoy, “İstisnai durumlar olmakla beraber, Türkiyeli işçilerin tepkisel yaklaşımı çoğu zaman göçmen işçilerin onlarla dayanışma içinde olmasını zorlaştırabiliyor” dedi.
Dayanışma ağı olmalı
“Bu noktada en öncelikle yapılması gereken Türkiyeli ve göçmen işçilerin adil çalışma koşulları taleplerini örgütlü ve ortak bir şekilde dile getirebilecekleri bir dayanışma ağı inşa etmek” diyen Ersoy, “Daha kalıcı çözümler için ise göçmenlerin kayıtlı çalışmalarının önündeki engellerin kaldırılması, göçmenlerin serbest ulaşım hakkının gasp edilmesine yol açan Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesi'ne düştüğü coğrafi şerhi kaldırması(*) ve göçmenlerin yük olarak damgalanmadığı sorumluluk paylaşımı esasına dayanan AB ile yeni bir anlaşma yapılması gibi politikaların devlet nezdinde benimsenmesi gerekiyor” şeklinde konuştu.
"Maaş çok az"
Sosyal ve maddi çekincelerden kaynaklı ismini vermek istemeyen göçmen bir işçi ile çalışma koşullarını konuştuk. Çok fazla detay vermekte çekinen göçmen işçi 2015 yılından beri Türkiye’de yaşadığını ve 2016 yılından bu yana ise çalıştığını söyledi. Matematik öğretmeni olduğunu ve özel ders verdiği zamanlarda çok fazla sıkıntı yaşamadığını dile getiren göçmen işçi, çalıştığı yıllarda özel okullarda da çalıştığını söyleyerek, “Çok az maaş alıyordum sonra bir dernekte gönüllü olarak çalıştım ve günlük 4 saatlik çalışma için 50 ya da 70 TL alıyordum, bunun dışında hiç maaş verilmiyordu çünkü -gönüllü olarak çalışanlara maaş yok- dediler, bazen de başkalarından daha az para alırdım çünkü saat ücreti birbirinden de farklıydı” diye konuştu.
(*)Türkiye, 1951 tarihli Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukuki Statüsüne ilişkin Cenevre sözleşmesi'ne 1961 tarihinde taraf olmuş, sözleşmenin kapsamını genişleten 1967 tarihli New York Protokolü'ne de 1968 yılında katılmış, ancak Türkiye sözleşmeye taraf olurken, coğrafi sınırlama şerhi koymuş ve bu sınırlamayı günümüze kadar da muhafaza etmiştir.
Buna göre, Türkiye doğu ve güney sınırlarından gelenleri sözleşme kapsamında kabul etmemektedir. Başka bir ifadeyle avrupa'dan gelenler haricinde türkiye mülteci statüsü vermemektedir.
Yorum Yazın