İnanç Uysal'ın yeni yazısı 'Gücü eline geçirenlerin tarihi' sizlerle...
“Bu ülke 80 yıldır sömürge idi, 1945’ten sonra İsmet İnönü döneminde İngiltere, sömürgesini Amerika’ya hediye etti.” Bu cümleyi kuran birisi ne demek istemiş olabilir. Aslında okuduğunu anlamayı bilen herkes cümlenin anlamını da bilir. Merak edenler, internete yazar ve cümlenin ne zaman kime söylendiğini de görür.
Öncelikle bu cümleyi bir başkası tersinden söylese, söyleyenin başına ne gelir mesela? Yani Türkiye 25 yıldır işgal altında dese birisi. Nereden baksan en hafifinden bir iki ay misafir olur, memleketimizin her bir yerine kurulan 5 yıldızlı konaklama tesislerinden birinde değil mi?
Ama fark etmez aynı şahıs daha önce de açın pencereleri kapıları, müjdeler olsun doğalgaz bulduk diye de yayın yapmıştı, ama ona inanıp hepimiz kapıları pencereleri açmış ve fakat faturaları öderken kendisini bir türlü bulamamıştık.
Elbette yalnız değiller kendileri, bunlardan çok var. Burada, Kemalistler üzerinden meseleyi hiç Atatürk’e bulaştırmadan İnönü çevresinden hallediyor gibi görünmeyi de oldukça başarılı bir şekilde halletmiş kendince.
Tuhaf olan bu cümlelerin kullanıldığı paylaşımın altında neredeyse kimse, “80 yıl ne zamandan başlıyor mesela?” diye sormamış. Ama aslında açık, 2002’deN 80 çıkarınca 1922 kalıyor yani. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir sömürge olarak kuruldu demek oluyor bu elbette. Ama hadi biz yanlış anlamış olalım da mesela olay 15 Temmuz’la ilişkili olsun. Her ne kadar herhangi bir mantığı olmasa da, o zaman da 1931’den beri sömürge oluyor ülke.
Bunun benzeri başka açıklamalar da yapılıyor sosyal medya mecralarında fenomenler tarafından ama hiç biri hukukun konusu olmuyor ne yazık ki.
Eskiden de benzerleri oluyordu, ama mahalleler değişiyordu. Gücü eline geçiren, diğerini her seferinde yok ederek rahatlama yolunu deniyor. Sorun şu ki, bu tip durumların kimseye faydası dokunmazken herkese birden zarar vermesi sıradan bir durum.
Konjonktüre göre kutsallar ve-veya ideolojiler üzerinden diğerine saldırmanın maliyetsiz ve hatta kazançlı olduğu dönemler oluşuyor memlekette. Ölçümüz kutsallar ve ideolojilerin ne kadar sömürülebileceği. Bu konuda herhangi bir tarafın mensubunun utanma duygusu falan varsa işi zor elbette. Hele gerçekten inanmış insanlar ise onların işi daha zor.
Durumu şahsi menfaatleri için kullanmaları zor olduğu gibi kendi taraflarından gelen bu tip sömürüleri de savunmak durumunda kalabiliyorlar.
Ama epey bir zamandır durum tek taraflı ilerlediği için artık biraz fazla rahatsız edici olmaya başlamış gibi. Yani bu ajitasyonları yapanların samimi muhatapları da artık olup bitenleri net şekilde görüyorlar. En son olarak da, Medrese-i Yusufiye’de namaz kılmaktan dizleri yara olmuş olan Polat ailesinin acılarına tanık olduk mesela.
Evlerinin, pardon malikanelerinin muhteşem manzarası eşliğinde çektikleri video ile durumu biz ölümlülerle paylaşma lütfu gösterdiler. Elbette eksik olmasınlar; neticede henüz dava sonuçlanmasa da hem masumiyet karinesi gereği, hem de tutuksuz yargılanma hakkı elde etmelerinden dolayı şu aşamada asla bir suçlarının olduğunu ima etmek dahi kimsenin haddi değil. Zaten öyle insanlar suç işlemezler, sadece iftiraya uğrarlar.
Ama olsun ben yine de, Ali Şeriati’nin bir cümlesi ile hissettiklerimi buraya yazmak istiyorum. “Haram lokma yerken besmele çekenlerden usandım” diyordu Şeriati. Bir de Goethe’ye ait bir cümle geliyor aklıma, “Tanrı, kendisine inanan insanlar gibi görüldüğünde alay konusu olur!” Aslında Goethe burada biraz daha samimi ama cahilden bahsediyor. Halbuki örnek olay da samimiyetsiz ve kurnaz var. Cahillik de var. Ama samimiyet kesinlikle yok. Ama suç tanımı artık bambaşka bir yerde, sanki bu ülkede fiil değil kişi suçun asli unsuru artık. Ne yapmış yerine, kim yapmış diye sormak gerekiyor galiba. O zaman haydi hep birlikte bir kez daha açın kombileri enerrjjiiii bedava…
Yorum Yazın