Özgür Zeybek’in Ali Öz ile yaptığı söyleşi

İmge ve Kurgu Düzleminde Fotoğraf ve Şiir ilişkisi

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
İmge ve Kurgu Düzleminde Fotoğraf ve Şiir ilişkisi
Abone ol

Özgür Zeybek’in İmge ve Kurgu Düzleminde Fotoğraf ve Şiir ilişkisi üzerine yazdığı Göz ve Söz adlı kitabında yer alan söyleşisi Kitap, Özgür Zeybek’in bakış açısı ile  imge ve kurgu düzleminde, her iki sanat disiplini arasındaki ilişkiyi inceliyor ve üç farklı söyleşi ile anlatıma kitaptaki anlatıma farklı bakış açıları kazandırıyor. İşte o söyleşilerden biri. Ali Öz ile Özgür Zeybek.

Ali Öz

Özgür Zeybek: Siz aslında bir gazetecisiniz ve fotoğrafa haber fotoğrafçılığı ile başladınız. Kendinizi de “Politik Belgeselci” olarak tanımlıyorsunuz.

Bu bağlamda da, fotoğrafı, aslında bugünü yarına taşıyan ya da toplumsal sorunları, insanın hallerini, öfkesini, acısını, mücadelesini herkesçe görünür kılan, geniş kitlelere aktaran ve taşıyan bir ifade biçimi olarak görüyorsunuz.

Oysa ki sizin fotoğraflarınızda, nesnel gerçekliğin çarpıcılığı kadar, fotoğraf karesinin içerisinde gizli, çekildiği andan ve mekandan bağımsız ve kendine ait bir hikaye de var.  Fotoğraf, nesnelliği gereği bir belge ve tespit özelliği taşıması dışında, fotoğraf dilinin bütün unsurlarını kullanarak kendi özgün hikayesini de yazmalı mıdır?

Sizce fotoğrafta etki nedir?

Ali Öz: Evet fotoğrafa yaklaşımımı “Politik Belgesel Fotoğraf” olarak tanımlıyorum. 40 yılımı verdiğim bu yaklaşım ve tercih, geçmişten bugüne hayata bakış açımın izlerini taşıyan bir tavır ve çalışma biçimi.

Dünyayı algılama biçimim ve bilincim oluştuğundan bu yana, gerek yaşamın getirdikleri gerekse üniversite yıllarımın kazandırdıkları ile bir bakış açısı ve düşünce biçimi benimsedim.
Bir dönem sosyal politikalar alanında da çalıştım. Bütün bunlar düşüncelerimin ve bakış açımın temellerini attı, bir karar almamı sağladı. Zamanla şimdi geldiğim noktaya evrildi diye bilirim. Yaşamı anlama ve anlamlandırma adına ve bir ifade biçimi olarak fotoğrafı seçtim. Fotoğrafta ise, Politik Belgesel Fotoğrafçılığı tercih ettim.

1982 yılında verdiğim bir röportajda da söylediğim gibi, Fotoğrafın yalansız dolansız bir anlatım dili olduğuna inandım. Fotoğrafı çok sevdim ve o günden bu yana Politik Belgesel fotoğraf çekiyorum.

Neden böyle ifade ediyorum diye soracak olursanız. En önemli gerekçelerimden biri, benimde içinde bulunduğum 78 kuşağının geçirdiği çok hızlı ve zorlu bir sekiz yılın ardından o döneme ait fotoğrafların hem nicelik hem de niteliksel anlamda yeteri kadar birikmediği ve bir belgeselinin de olmadığını, olamadığını görmüş olmamdır. Oysa çok önemli bir dönemdi ve o döneme ait çok az görsel belge vardı. 1985 yılından itibaren bu durumu oldukça önemsedim. Bu nedenle, fotoğrafa başladığım dönemden bu yana bakacak olursak, 40 yıldır Politik Belgesel fotoğraf çekiyorum.

Asıl sorunuza gelecek olursak; fotoğrafı, belgesel niteliği taşıyan, yaşamı biriktiren ve sonraki zamana aktaran bir belge niteliği taşıyan ve yalın gerçekliğin aktarımı olan bir üretim ve ifade aracı olarak görsem de, fotoğrafın estetiğini hiçbir zaman ihmal etmedim. Aslında duyduğum ve tamamlamaya çalıştığım eksiklikte bu belki.

Gazetede çalışmaya başladığım yıllarda, bizim gazete fotoğrafçıları “şipşakcı” diye tarif ettiğimiz anlayış ile bir tepe flaşı kullanarak 125 enstantane ile gece gündüz flaşlı fotoğraf çekiyorlardı. Bütün mesele ve öncelikli konu o anı belgelemekti. O dönemin koşulları ve anlayışı içinde bu çok önemliydi elbette.

Daha sonra fotoğrafın eğitimini almış ve/veya fotoğrafa gönül vermiş, inanmış, onu sanatsal bir ifade aracı olarak gören fotoğrafçılar, böyle olmayacağını anladılar ve ortaya koydukları ile de anlatmaya çalıştılar. Böylelikle fotoğrafta estetiğin önemini ve sanatsal ifadenin gerekliliğini ön plana çıkardılar.

Ben de onlardan biriyim. Fotoğraflarımda, her zaman,  bir hikaye oluşturmayı tercih ettim ve bir fotoğrafçı bir hikayeyi anlatacaksa, bunu estetik ve derinlikli bir anlamsal ifade ile yapmalıdır diye düşündüm, düşünüyorum. Böylece fotoğraf sadece bir belge olmanın dışında, bir hikayede taşıyacaktır. Bu da fotoğrafın etkisini artıracaktır.

Örneğin ben gazetelerde çalışırken, daha estetik, daha etkili fotoğraf çekebilmek genelde yakın plan yerine geniş açı çalışmayı ve bir kurgu, bir bütünlük yakalamayı tercih ederdim. Genelde 18mm, 24mm, 28mm 105mm gibi sabit lensler kullanırdım.

Hikayenin etkili olabilmesi için estetik kurallarının düzgün olması gerekir. Ama haber fotoğrafçılığında öncelik belgelemektir. Buna estetik ve anlam kaygılarını da eklersek, elbette daha etkin sonuçlar elde edilir. Örneğin çok uzun zamandır dans ve bale fotoğrafları çekiyorum. Bu benim estetik duygumu anlayışımı geliştiren ve besleyen bir çalışma. Basın fotoğrafçılığı yaptığım sırada, estetik bakış açısı anlamında bana çok katkı sağlamıştı.

En çetrefilli konuda bile çalışırken, alan derinliği, renkler, ışık, gibi fotoğrafın bütün unsurlarını hesaplar, tasarlar ve düşünürüm.

Örneğin hızlı çalışmama rağmen genelde eksi stop kullanırım. Bunun nedeni renklerin daha doygun hale getirebilmek ve etkiyi artırabilmektir.

Ben toplumun yalın ve çıplak gerçekliğini fotoğraflayan biriyim fakat hiçbir zaman sadece o anı belgelemek niyetinde olmadım. Fotoğraflarımda her zaman bir hikaye oluşturma kaygısı ve tavrı içinde oldum.

Fotoğrafın estetik kurallarını göz ardı edemeyiz elbette ama fotoğrafa başladığım ve hali hazırda çalıştığım Politik Belgesel Fotoğraf kavramını da kapsayabilecek bir alan olan haber fotoğrafçılığında az önce de söylediğim gibi öncelikli mesele o anı belgelemektir.
Beni de standart haber fotoğrafçılığında ayıran önemli etkenlerden biri de bu estetik kaygı ve fotoğrafta anlama ve hikaye yaratmaya verdiğim önem olsa gerek.

Örneğin arkadaşlar, benim için, haber fotoğrafçılığı ile sanat fotoğrafçılığını harmanladığımı, çalışmalarımın bu ikisinin kesiştiği noktada olduğunu söylerler.

Kuşkusuz ki, fotoğrafı oluşturan dil bileşenleri estetik bir anlayış ve yaklaşım ile zenginleşir.

Fakat burada estetik anlayışı biraz daha spesifik bir yere koymam gerek. Ben fotoğrafı yaşadığım toplumla olan bağın bir sonucu olarak görüyorum.

Zevkli, neşeli, eğlenceli konular yerine, toplumsal sorunlara, insan hallerine ve yaşamsal problemlere değinmeyi tercih ediyorum.

Fotoğrafta anlamsal derinlik, kurgu, estetik..vs gibi ifade alanlarını da, fotoğrafın etkisini ve ifade gücünü artıran bir unsur olarak görüyorum.

Özgür Zeybek: Artık fotoğrafta imajdan söz eder olduk. İmgesel anlatım nesnel gerçekliğin, ansal ve güçlü bir ifade becerisi ile ele alınmasından ziyade onun deformasyona uğratılması dejenere edilmesi ile elde ediliyor. Hatta bu denli bir anlatım, pek göz önünde de tutulmuyor artık. Sadece görselliğin zarafeti, çarpıcılığı ve estetik ön planda gibi…
Bu deformasyon teknoloji ile gelen yeni bir yöntem olarak kabul edilebilir mi?
Günümüz fotoğrafçılığında nesnenin imaja, imgenin makyaja dönüştüğü bir alan var.
Buradan bakınca ve fotoğraf sanatının asıl dinamikleri üzerinden değerlendirdiğinizde neler söylemek istersiniz?

Ali Öz: Benim en dertli olduğum konulardan biri de bu. Günümüzde güzel fotoğraf ve imaj yaratmak üzerine gelişen bir anlayış ve yaklaşım ile fotoğrafta hikaye yaratma isteği ve gereğinin yok edildiğini düşünüyorum. Hal böyle olunca, anlamdan ziyade imajlar üzerinden estetize edilmiş bir görsel çalışmalar yığını ortaya çıkıyor. Teknik ve dijital uygulamalar ve pahalı makineler ile içi boş, kof, hiçbir hikayesi olmayan üretimler söz konusu. Adına “güzel fotoğraf” dedikleri, insanlık ve toplum adına bir dert taşımayan, hiçbir bakış açısı ile bağı olmayan tamamen kişisel imajlar, maalesef gitgide çoğalıyor. Ben bu durum ve anlayıştan en kaba tabiri ile nefret ediyorum. Fotoğrafı makine değil, göz çeker.

Hatta kimi zaman ağır ve trajik konular da benzer bir anlayış ile estetize edilmeye çalışılıyor. Bana göre bu durum, fotoğrafın da fotoğrafçının da inandırıcılığını kaybetmesinden öteye geçmeyen ve hem bu sanat disiplinine hem de sanatçıya zarar veren bir yaklaşım.

Bense, gerçeğin peşinde olan bir anlatıcı, bir fotoğrafçı olduğum için, gerçeği bütün nesnelliği ile değerlendirip, zihinsel kurgum ve estetik anlayışım birleştirerek ele almaya çalışıyorum.
İstanbul’a kar yağdığında, kar ile oluşan görsel doğa ve sokak manzaralarından ziyade, o sırada sokakta olanları, olmak zorunda kalanları anımsarım. Çalışmalarımda toplumsal duyarlılık benim için birincil önceliktir.

Bu nedenledir ki, çağımızın hastalığı haline gelen imaj yaratma karmaşası bana acı veriyor.

Maalesef toplum da bir bakıma buna da müsait. Hemen herkesin acılarla ve gerçeklikle yüzleşmekten kaçındığı bir dönemde yaşıyoruz.. Çünkü yeterince acı var ve artık insanlar acıdan hoşlanmıyorlar. Belki de bu nedenle, kendi gerçekliklerini görmek istemiyor, bundan kaçıyorlar. Bense bu gerçeklikten hiç kopmadım. Her zaman bunu en etkin, en etkili biçimde nasıl anlatırımın derdinde ve çabasında oldum.

Bana göre, bir sanat üreticisinin yaşadığı toplumla bir derdi, insanlıkla bir bağı olması gerekir. Benim böylesi bir değişmeyen derdim ve anlayışım var. Bu nedenle, 2003 den bu yana çalışmıyor olsam da, bunun keyfini sürmek, kendi zevkli yaşamıma ya da eleştirdiğim böylesi çalışmalara yönlenmek yerine, hala gazetecilik yapıyorum ve toplumsal sorunların aktarımını, anlatımını ve belgelenmesini önemsiyorum.

Bunun yaşadığı çağa karşı sorumluluk duyan bir sanatçının tutarlılığı diyerek tarif edebilirim.

Selanik’te bir kültür merkezinin yöneticiliğini yapan yakın dostum Yorgo, benim fotoğraflarım ile Sebastião Salgado’nun fotoğraflarının bir kıyaslamasını yaparak şöyle bir çıkarımda bulunmuştu.

“Salgado, kuşkusuz etkili fotoğraflar üretiyor fakat örneğin bir yoksulun fotoğrafını çekerken aslında bir imaj yaratıyor. Ali Öz’ün fotoğraflarında ise, yalın gerçekliğin anlatım var.”

Toparlamak gerekirse, ben imgesel anlatımdan ziyade, nesnel gerçekliği anlamsal kurgu ve estetik bir bakış açısı ile ele alarak, en yalın halde hikayeleştirmeyi önemsiyorum. “Ayıp Şehir” çalışmam buna bir örnektir.

Toplumsal olarak tamamen gerçeklikten kopmuş durumdayız ve bana göre bir çürüme yaşıyoruz. İnsanlar başkasının savaş ve trajedi fotoğraflarına bakabiliyor ama kendi savaşını ve trajedisini görmek istemiyorlar. Bense bütün önceliğimi kendi toplumumun gerçekliğine veriyorum. Öğrenci meseleleri, işçi eylemleri, deprem, seçim süreçleri vs gibi toplumun tamamını ya da geniş bir kesimini ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gerektiğini düşündüğüm konularda nerede olsam koşup gidiyorum. Planlarımı erteleyebiliyor ya da iptal edebiliyorum. Çünkü Gazetecilik ya da fotoğrafçılık anlayışı olarak, hem de bir insan olarak yaşadığım çağ, toplum ve insana dair bir derdim var.

İnsanlığa yararlı olduğunu düşündüğüm bir bakış açısı taşıdığımı ve anlatım yöntemi kullandığımı düşünüyorum. Bu konuda ki bunca inadım, salt gerçekliğin peşinde olan ve bütün bu gerçeklikleri yalın bir hikaye ile fotoğrafa aktarmaya çalışan bir yapıya sahip olmam.

Şiir ve Fotoğraf ilişkisi üzerinden bir değerlendirme yapmak gerekecekse, benim fotoğrafçılık anlayışımı belki toplumcu şiirle tarif edebiliriz. Evet imgeye yer veren bunu yadsımayan fakat yalın ve etkin anlatımı anlamsal gücü ön planda tutan bir yaklaşım diyebiliriz.
Bu da benim değişmeyen derdimin bir sonucu sanırım 

Özetle; İnsan olarak geldiğim bu dünyada insana yaraşır yaşamaya çalışıyorum.

Son olarak size 80 döneminde yaşadığım bir anekdotu anlatayım;

Bir gün arkadaşlarıma yeni bir makine aldığımı söyledim. Pentax ME.
“Ya abi öyle bir silah markası var mı? diye sordular. Bende onlara “bu silah öldürmüyor ama hayatı ve insanlığı savunmak için kullanılan etkili bir silah” diye cevap verdim.

Ben az konuşmayı seven ve tercih eden biriyim. Bu nedenle fotoğraf makinesi benim için sadece derdimi en iyi anlatabildiğim bir üretim aracı.

Fotoğraf bana göre, toplumsal gerçekliğin, anlamsal nitelik ve derinlikle, yalın ve etkin bir hikaye kurgusu içinde aktarılması ve kalıcı hale getirilmesine yönelik, bu konudaki sanatçıların topluma karşı sorumluluğunun bir sonucu. Aynı zamanda bu anlayışı taşıyan fotoğrafçıların ortaya koyduğu müdahalenin bir ürünüdür. Fotoğraf sadece anlatmaz. Kimi zaman insanları ya da kurumları toplumsal sorunlara karşı harekete de geçirir.

Özgür Zeybek: Fotoğraf diğer sanat dallarından farklı olarak gücünü nesnellikten alıyor ama tek bir ana ait bu nesnel gerçeklik, iyi bir fotoğrafçının gözünden ele alındığında içinde daha geniş anlamlar taşıyor. Hatta zaman, mekan, duygu gibi pek çok algılanabilir unsur, fotoğrafta kullanılan ışık, seçilen zaman, mekan, nesnelerin birbiriyle ilişkisi…vs gibi bileşenlerle, anlamsal olarak ardı ardına açılan daha geniş alanlar oluşturuyor.
Öyleyse fotoğrafta nesnellik ve kurgu ilişkisini nasıl değerlendirmek gerekir?

Siz fotoğrafı sokakta arayan bir sanatçısınız. Deklanşöre basılacağı zaman dilimi içerisinde karşınızda duran nesnellik ile ve zihinsel kurgunuzun birleşimi sonucu ortaya çıkan fotoğraf ile önceden kurgulanan, sahnesi hazırlanan bir fotoğraf arasında anlamsal açıdan fark var mıdır?  Siz, böyle kurgusal bir çalışma yapmayı hiç düşündünüz mü?

Ali Öz: Zihnimdeki kurgu benim dünyaya bakış açımın oluşturduğu bir şey, gerçeklik ise karşımda duran şey. Bu ikisini aynı kare içine yerleştirmek ancak o anı içselleştirmek ile mümkün olur diye düşünüyorum.

Fotoğrafçı, zamana ya da insana uzaktan tanıklık etmek yerine o anın koşullarını ya da insanın hallerini içselleştirerek asıl anlatmak istediğine ulaşır.

Kurgusal bir çalışma yapmayı hiç düşünmedim. Ben çıplak gerçekliğin peşinde olan ve gerçek yaşamı fotoğraflayan bir fotoğrafçıyım. Salt gerçekliğin peşinde olan ama bu yalınlığın hikayesini taşıya ve derinliği olan fotoğraflar üretiyorum.

Aslınd, az önceki konuşmalarımızda verdiğim bazı cevaplar, bu sorunuzun yanıtını taşıyordu diye düşünüyorum. Yine de tekrarlamak ve özetlemek gerekirse, fotoğraf düzleminde kurgu ve nesnellik ilişkisi açısından, başta da söylediğim gibi, dünyaya bakışımın sonucu olan zihinsel gerçekliğim ile karşımda duran yalın gerçekliğin birlikte harmanlanması diyebilirim.

Özgür Zeybek: Ben bu çalışmamda, imgenin kullanımı, metaforik anlatım, anlam derinlikleri, anlatıcının bir anlam aktarıcı olmaktan çok anlam yaratıcı olması ve kurgu ile nesnellik ilişkileri üzerinden Şiir ve Fotoğraf arasındaki ilişkiyi sorgulamaya çalıştım.
Sizin fotoğraflarınızı izlediğim de, imgesel anlatımdan ziyade, çoklu anlam katmanları ve derinlikleri, her fotoğrafınızda bir hikaye yazıyorsunuz diyebilirim.
Ama bunu, metaforik bir biçimde ve nesneler üzerinden değil,  nesneler arasındaki ilişkiden üretiyorsunuz. Yine de fotoğraflarınızın öyle güçlü imgesel çağrışımları da var ki, insanda şiirsel bir etki bırakıyor.

Bundan olacak Şennur Sezer’in sizin fotoğraflarınızdan esinlenerek oluşturduğu “İzi Kalsın” adlı kitabı, bana göre, hem Şiir ve Fotoğraf arasındaki ilişkiye dair bir gösterge hem de bu düşüncemi destekleyen bir çalışma.

Pek siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Fotoğraflarınızın şiirsel bir ilişki taşıdığını söyleyebilir misiniz ya da Fotoğraf ile Şiir arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Ali Öz: Üniversitede yıllarımda hatırladığım bir anı ile başlayayım. İlk derslerden birinde, hocamız fotoğrafı ışıkla yazı yazmak olarak tanımlamıştı. Bu fotoğrafa dair ilk ve en genel tanım olsa gerek. Netice de  biz ışıkla, şairler ise sözcüklerle derdini anlatıyor.
Buradan bakınca, başından beri fotoğraf için söylediklerimizi, sözcükler, onların etkisi ve gücü açısından şairler içinde söylemek mümkün. Bütün sanat disiplinleri arasında olduğu gibi Fotoğraf ile Şiir arasında da muhakkak bir ilişki, bir ilintiden söz etmek mümkün.

Şennur  Sezer’in kitaplarında benim fotoğraflarım üzerine yazdığı şiirler, aslında benim fotoğrafla anlatamadığım eksik kalan tarafları tamamlıyor ve/veya açılımlıyor.
Bana kalırsa şiir ve fotoğraf ilişkisi açısından, bir tamamlayıcılık söz konusu diyebilirim. Fotoğraf bana göre daha direk ve gücünü nesnellikten alan bir disiplin, şiirse bunu daha derin ve dolaylı biçimde açan bir tür.

Özgür Zeybek:  Şennur Sezer İzi Kalsın adlı kitabına, “insan yaşadığı çağdan sorumludur” diyerek başlıyor.“Önsöz” isimli ilk şiirin sonunda da “karşı koy haksızlığa / izi kalsın” diye noktayı koyuyor.

Sanat her yanı ile bir karşı koyuştur elbette.  Fakat önemli olan bunu ne ölçüde estetik ve anlamsal açıdan ne kadar güçlü ifade ettiği...

Bu noktada da sanatçının, içinde bulunduğu sanat disiplinin ifade araçlarını kullanarak algıladığı nesnelliği, zihinsel düzlemde yeniden kurgulayan, verili gerçeklik üzerinden, ansal bir gerçeklik yaratarak, yine yaşama dair bir anlam sorgulaması hedefleyen, bir takım itirazlar ya da önermeler geliştiren bir anlatıcı olduğunu söyleyebiliriz.

Fotoğraf sanatını bu anlamda ele alan ve bu konuda da Türkiye’nin en başarılı sanatçılarından biri olarak, Türkiye’de ve dünya da fotoğraf alanındaki gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz ve son olarak neler söylemek istersiniz?

Ali Öz: Günümüzde fotoğraf sanatı toplumsal ihtiyacı anlamak ve anlatmaktan ziyade, kişisel tatminin ön plana çıktığı bir noktaya geldi. Buradan fotoğraf adına ne çıkar bilemiyorum ama ben her zaman idealist ve itiraz eden bir insan oldum. Tepeden bakmacı bir anlayışı benimsemedim ve hiç popülist bir tavrım olmadı. Bunun da fotoğraflarıma yansıttığımı düşünüyorum. Oysa günümüzde durum bunun aksi biçimde ilerliyor maalesef.
Fotoğraf sanatının geleceği içinse, bahsettiğim bu bakış açısı ile yapılacak fotoğrafçılığın, fotoğrafı sanatsal bir ifade biçimi olarak daha olumlu noktalara taşıyacağı inancındayım.
Üniversitedeki ilk yıllarımda şunu söylemiştim. “Bizim gibi okuması yazması olmayan toplumlarda görsel iletişim çok önemlidir.”

Bu nedenle, fotoğraf sanatı bu ciddiyetle ve gerçeklikle ele alınmalı.
Kişisel tatmin için yapılan fotoğrafçılık ortaya sadece ticari ürünler çıkarır. Sanatsal anlamda fotoğrafı bir yere taşımayacaktır.

Oysa fotoğraf, sanatın özü gereği, risk almaktır. Fotoğraf adına genel gidişattan hoşnut değilim fakat umutsuz da değilim.

Evet. Son olarak genel bir özet yapmak gerekecekse 1981 yılında gazete için yaptığım bir röportajda verdiğim cevabı yinelemek isterim. 1981’den bu yana bu konu ile ilgili düşüncelerim hiç değişmedi. Ben aynı zamanda tutarlı bir bakış açısının, sanatçının özgün üretim sürecinin devamlılığı ve istikrarı açısından önemli olduğunu kanaatindeyim.
O röportajda, fotoğrafa yaklaşımımı şöyle tanımlamıştım.
Fotoğraf sanatının temel özelliği ışık olayına dayanmasıdır. Fotoğraf, görsel ışık, ışıkla görme işidir. Fotoğraf sanatçısı nesnelerdeki ışığı, ışık yansımalarını görür algılar, yeniden biçimlendirir ve yeniden insanların yüreklerine, bilinçlerine yöneltir. İnsanlarla iletişimi yüreklerinde ve bilinçlerinde ışıkla gerçekleştirir.

Bir yandan yaşam kaygısı, bir yandan çekim…

İnsan açlığa katlanabiliyor. Ama sevgisizlik, tutkusuzluk ve amaçsızlığa katlanamıyor.
İnsan sever ve sevdikleri için mücadele verir. Benim de insan sevgimin odaklandığı soluklandığı bir alan oldu fotoğraf sanatı. En dolaysız en somut bir sesleniş aracı…

Fotoğraf sanatında tema toplumsal ve evrenseldir. Görsel iletişim olgusu ile birlikte el ele yürür. Hiçbir yazı Vietnam savaşı ya da dünyadaki bir açlık sorununu anlatırken, insanlığın yüreklerinde, bilinçlerinde, bir fotoğrafın dilindeki gibi belirleyici biçimde etki yapmamıştır.

Fotoğrafın sınır tanımayan evrensel dili, nesnelliğinden gelen inandırma gücü sayesinde, bugün dahi, Nazi Toplama Kamplarının vahşetini,  Hiroşima’yı, Vietnam’ı, Tel Zaatar’ı ve daha nicelerini dünya insanlarının bilinçlerinde sonsuza dek yansıtacaktır.

Bu sözlerin ardından birkaç ilave yapmam gerekirse;

Fotoğraf bireysel bir uğraşının toplumsal bir açılıma dönüşmesidir. Fotoğrafçı kendini gizlemeli fakat gözlem gücünü de geliştirmelidir. 

İmaj yaratma kavramının çok önde olduğu ve toplumsal çürümelerin yaşandığı günümüzde hakim olan ve insanları kendi gerçekliğinden koparan bu anlayış, sadece fotoğraf için değil bütün sanat disiplinleri için terk edilmeli ve sanatçının yaşadığı topluma, çağa ve insana olan sorumluluğu biricik ve öncelikli olmalıdır.

Fotoğraf özelinde ise, eğitim düzeyinin düşük olduğu toplumlarda görsel iletişimin önemi unutulmamalı ve bu sanatsal ifade alanı böylesi bir gerçeklik ve ciddiyet ile ele alınmalıdır.

Ali Öz Kimdir?

Ali Öz toplumsal gerçekliği derinlikli ve güçlü bir etki ile anlatan Türkiye’nin en önemli fotoğrafçılarından biri.

Fotoğrafın en genel tanımı olan ışıkla yazma işini, fotoğraf karelerinde yarattığı şiirsel öykülerle bizlere aktaran, bir sanatçının taşıması gereken tüm duyarlılığı ve sorumluluğu bir yaşam biçimi haline getiren, her an bir köşe başından, sanki bir uzvu haline gelen makinesi ile karşınıza çıkabilecek, gerçek bir sanatçı. Kendini toplumsal sorunların anlatıcısı, aktarıcısı olmaya, insana dair ne varsa onun parçası olmaya adamış bir basın emekçisi.

Ankara Siyasal Bilgiler Basın Yayın Yüksek Okulu Radyo Televizyon Bölümü Mezunu.  1979 yılında elindeki kısıtlı para ile edindiği bir makine ve bir agrandizör ile fotoğrafa başlayan, gençlik yıllarında sosyal politika alanlarında uzun süre çalışmış, 20 yıl basın fotoğrafçılığı yapmış, 40 yılını fotoğrafa ve fotoğrafın diliyle toplumsal sorunları ve insanı anlatmaya adamış, hem Türkiye’de hem de uluslararası alanlarda çok sayıda çalışmalarda bulunmuş, sergiler açmış önemli bir sanat adamı.

Ali Öz’ün, yaşadığı çağın ve toplumun sorunlarını yalın, gerçekçi fakat bir o kadar da çarpıcı ve şiirsel bir dille anlatan fotoğraflarında ilk karşımıza çıkan, kimi zaman hüznün kimi zaman mücadelenin estetik ve derin anlatımı. 

Fotoğraflarındaki çok katmanlı anlamsal yapı, bizleri fotoğrafta izlediğimiz nesnelliğin kapısından içeri alan ve o duygunun, anın ya da nesnenin tüm halleri içinde düşsel, çarpıcı ve uyarcı bir hikayenin ortasına atan türden. Bu hikayenin içinden nasıl çıkacağınız ise, tamamen size kalmış.

Sokağın dilini, insanın hallerini ve toplumun problemlerini, fotoğraf sanatının bütün dinamikleri içinde ve sanatsal bir anlayış ile ortaya koyan fotoğrafçıyı, Türkiye’deki her toplumsal olayda görmek mümkün… 

İnsanların kendi gerçekliğinden kaçtığı, kendi acısı ve sorunları ile yüzleşmek istenmediği bir dönemde ve toplumda, bu gerçekliği hiçbir zaman terk etmemiş ve onu an ve an belgeleyen, hikayeleştiren ve şiirsel bir estetik ile ortaya koyan Ali Öz’ün belki de en bilindik çalışması İstanbul’un Tarlabaşı semtini fotoğrafladığı “Ayıp Şehir” sergisi.

Uzun yıllar Nokta, Güneş, Milliyet, Cumhuriyet, Aktüel, Tempo ve NTV Mag gibi yayın organlarında fotoğrafçılık yapan Ali Öz, şimdilerde “Politik Belgesel Fotoğraf” alanında serbest çalışmalarına devam ediyor. Kendi biyografisinde serbest foto muhabirliği yaptığını söylese de, benim için sayısız çalışmaları, ödülleri, sergileri ve fotoğrafları ile, Türkiye’nin tarihsel, toplumsal ve sanatsal belleğinin bir parçası olan değerli bir fotoğraf sanatçısı.

Sokağın nabzının, fotoğraf kareleri ile, duyarlı, aydın ve yaşadığı topluma karşı sorumluluk duyan insanların nabzında atmasını sağlayan bu sanat adamı insanlığın sessiz hikayesini yazmaya devam ediyor.

Özgür Zeybek’in İmge ve Kurgu Düzleminde Fotoğraf ve Şiir ilişkisi üzerine yazdığı Göz ve Söz adlı kitabı edinmek için;

D&R

https://www.dr.com.tr/Kitap/Goz-ve-Soz-imge-ve-Kurgu-Duzleminde-Fotograf-ve-siir-iliskisi-uzerine/Edebiyat/Deneme-Yazin/urunno=0002140107001?srsltid=AfmBOopcBJK8QSiNrcmja0iqAkn56TDpfqTdlBZLNWGcWu9f_8amViPk

İDEFİX

https://www.idefix.com/goz-ve-soz-imge-ve-kurgu-duzleminde-fotograf-ve-siir-iliskisi-uzerine-p-4249828?srsltid=AfmBOop-xBJhlMteuUXguaR0_KlJlY5h5cwJt_lrvQGE3LB2tffIWu8M

KİTAP YURDU
https://www.kitapyurdu.com/kitap/goz-ve-soz/694746.html?srsltid=AfmBOoqG06RHvGKIjKTcLRg7vlz9u5c69WuGlB5HzD1d2VmSGU9QkwJV


Yorum Yazın