İsrail Gazetesi Haaretz’de; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail-Hamas savaşıyla ilgili nasıl bir yol izlediği, Antony Blinken’ın Türkiye ziyareti ve Türkiye - İsrail ilişkilerinin şu anki durumuna dair bir analiz yayınlandı.
Oğuz Büber - Muhalif Özel
Analiz, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın Türkiye’ye ziyaretine değinerek başlıyordu. Blinken’ın Ortadoğu’daki kalabalık görüşme listesine Türkiye’nin de dahil edildiği belirtilerek Pazar günü Ankara’ya geldiği söyleniyordu.
Diğer vurgulanan kısım da o günün; Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin İsrail Büyükelçisi’ni istişarede bulunmak için geri çağırmasından bir gün sonrası olmasıydı.
Önemli bir ifadeye değiniliyordu: “Netanyahu artık konuşabileceğimiz biri değil. Onu defterden sildik.”
Ve aynı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rize’den yaptığı, “Gazze’deki kardeşlerimizi yalnız bırakmayacağız. İsrail’in bu ahlaksız, vicdansız, alçakça katliamına destek verenlerin suçlarını yüzlerine vurmak bizim tarihi sorumluluğumuzdur. İsrail’in suçlarını Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na taşımayacağız” ifadelerine yer verilmişti.
Ancak tüm bu sert söylemlerin İsrail - Türkiye diplomat ilişkilerini bitiremeyeceği söyleniyordu yazıda.
Çünkü Erdoğan’ın Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve İstihbarat Başkanı İbrahim Kalın üzerinden İsrail’deki kişilerle irtibat kurduğu ve diplomatik ilişkilerin kesilmesinin gündemde olmadığı, özellikle ülkeler arasında ilişkilerin kesilmesi diye bir şeyin söz konusu olmadığı belirtilmişti.
Yani medyaya yansıyan kısımda İsrail’e yönelik tavır çok sert olurken, İsrailli yazara göre arka planda hiç de ilişkileri kesmek gibi bir niyetlerinin olmadığı gözüküyordu.
Erdoğan’ı ilişkileri kesmeme konusunda haklı bulan yazar şu örneği gösteriyordu. Ürdün, Bahreyn ve Bolivya’nın da büyükelçilerini geri çağırdığını fakat İsrail’le halen bağlarını kestiklerini açıklamadıklarını söylüyordu.
İsrail ile Türkiye arasındaki ticari ve istihbarat bağlarının ise iki ülkenin de diğer ülkede büyükelçi bulundurmağı dönemlerde bile sürdüğü belirtiliyordu.
Yazar, Blinken’ın Türkiye’ye geliş amacının Erdoğan ile Netanyahu arasındaki ilişkiyi düzeltmek olmadığını söylüyordu.
Amman’da beş Arap gücünün dışişleri bakanlarıyla konuştuktan sonra Türkiye’ye gelen Blinken’ın Gazze savaşı diplomasisinin dışında tutulan Erdoğan’ın gönlünü alma ziyareti olarak bakılıyordu daha çok.
Sadece bu da değildi tabii.
İsveç’in NATO’ya katılımı, Türkiye’nin kongrede bekletilen F-16 savaş uçağı alımı gibi başka konular da vardı.
Erdoğan’ın Filistin’e destek vermesi yeni bir olgu olarak görülmezken, İsrail ile Türkiye arasındaki diğer anlaşmazlık konuları arasında Erdoğan’ın Hamas liderlerine verdiği mali yardım, siyasi destek ve hareket özgürlüğü sağlaması gibi sebepler anlaşmazlık konusu olarak değerlendiriliyordu.
İkili ilişkilerin tamamen düzelmesinden sonra bile Erdoğan’ın İsmail Haniye ve Salih el Aruri de dahil olmak üzere Hamas lideriyle olumlu ilişkilerini sürdürdüğü belirtildi.
Yazarın Türkiye - İsrail diplomatik ilişkilerine dair diğer anlattıkları da dikkate değer:
“Türkiye, Gazze’deki savaşın başlaması üzerine rehinelerin serbest bırakılması konusunda arabuluculuk yapmayı teklif etti ve müttefiki Katar’ın yanı sıra İsrail ve Hamas’la da görüşmeler gerçekleştirdi.
Türkiye Dışişleri Bakanı ve MİT’in eski başkanı Fidan’ın Mossad İstihbarat Teşkilatı ile yakın ilişkileri bulunuyor. Aynı zamanda Mossad’ın önceki yöneticisi Yossi Cohen’i yakın bir dostu olarak görüyor. Erdoğan’ın kıdemli danışmanı ve Fidan’dan sonra MİT Başkanlığına getirilen Kalın’ın da benzer şekilde İsrailli mevkidaşlarıyla yakın bir ilişkisi var.
Türkiye’nin arabuluculukta neden yer alamadığı ise şöyle anlatılıyor:
“İsrailli kaynaklara göre Türkiye’nin arabuluculuk çalışmalarına katılma teklifi; Hamas açısından değerlendirmek gerekirse Türkiye Cumhurbaşkanının örgüte yönelik tutumunun değişmesinden sonra suya düştü. Bu yüzden Katar ve Mısır tercih edildi.
Türkiye’nin kendisini bu olaylarda nasıl gördüğü ise şöyle ifade ediliyor yazar tarafından:
Türkiye kendisini olası bir arabulucudan ya da tarihi rolü Gazze’deki kardeşlerinin yanında durmak olan bir ülkeden çok daha fazlası olarak görüyor.
Türkiye kendisini tarihsel misyonunun da gerektirdiğini düşünerek Orta Doğu ve Kafkasya’da meydana gelen her türlü anlaşmazlığa dahil olmayı gerektiren bölgesel bir güç olarak görüyor.
Yazar yazının geri kalan kısmında da Türkiye’nin bölge ülkeleri arasındaki olaylarda nasıl bir sorumluluk üstlenme gayesiyle hareket ettiğine dair bilgilere yer veriyor.
Yorum Yazın