“Kalacak yer bulamayanlar çayırlıkta yattıkları için sıtmaya yakalandı, heybesinde bir miktar bulgur, fasulye, pirinç, bir kutu yağ getirenler çoktu, Atatürk, zabıt katiplerine ekmek, peynir, zeytin ve helvadan ziyafeti verdi, 1921 bütçe açığını kapatmak için; memurların asli maaşlarından, mebusların ise 200 liraya çıkarılan maaşlarının tümünden yüzde 20 kesilmesi kararlaştırıldı.”
Hülya Özmen- Muhalif Ankara
Temsil heyeti başkanı Mustafa Kemal Paşa'nın Nisan'ın 23. günü Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nin açılacağını bildiren genelgesi, bütün ülkede büyük sevinçle karşılandı. Şehirlerde, köylerde, okullarda, camilerde bu milli bayram için görülmedik bir hazırlık başladı. Şehirlerin meydanları, okullar süslendi. Yaşlı, genç, kadın, erkek herkes süslü elbiseler giydi. Artık bütün Türk Milleti'nin gözü ve yüreği Ankara'da idi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) açılışı için yazarlar, tarihçiler o günü bu sözlerle anlatıyor...
1920 Meclisi için tüm yurtta seçimler yapılıyor
16 Mart 1920’de İstanbul’un işgal edilmesiyle Meclis’i Mebusan dağıtıldı ve pek çok mebusu tutuklandı. Ankara’da gelişmeleri takip eden Mustafa Kemal başkanlığındaki Temsil Heyeti, Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip yeni bir meclisin toplanması gerektiğine karar veriyor. Bunun için tüm ülkede 15 gün içerisinde yeniden seçimlerin yapılmasına ilişkin alınan karar 19 Mart 1920 tarihli bir tamimle tüm yurda duyuruluyor. Ankara’da, yapımına 1915 yılında başlanan ancak inşaatı tamamlanmamış olan eski İttihat ve Terakki Kulübü binası da Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplanacağı bina olarak belirleniyor. Ankara’ya gelmeye başlayan milletvekilleri ile 23 Nisan 1920 Cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisi resmen açılarak yasama çalışmalarına başlıyor. Birinci Dönem (1920-1923) Türkiye Büyük Millet Meclisi, sonraki üç yıllık süreçte Kurtuluş Savaşı veriyor ve memleketi düşman işgalinden temizliyor.
Velidedeoğlu: Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Osmanlı Meclis-i Mebusanının yasama organı oluşların dan başka ortak yönleri yoktur
TBMM’nin memur olarak ilk tanıklarından; yazar, Ord. Prof. Hıfzı Velded Velidedeoğlu, TBMM’nin açılışının 50. Yıl kutlamalarında şöyle diyor: Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Osmanlı Meclis-i Mebusanının- sadece her ikisinin de (Yasama organı oluşların dan) başka ortak yönleri yoktur. Osmanlı Meclisi saltanat devrinin bir (meşrutiyet meclisi). Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi ise, bütün devlet yetkilerini elinde toplamış olan bir ihtilal meclisi, yeryüzünde emperyalizme karşı ilk mücadele Meclisi ve aynı zamanda devlet kurucu bir Meclistir. Çünkü Saltanatı bu Meclis yıkmış, 1924 Cumhuriyet Anayasasının temellerini, daha önce kabul etmiş olduğu Anayasa kurallarıyla bu Meclis kurmuştur.
MECLİS’İN İLK TANIKLARI: MEBUSLAR, MEMURLAR VE GAZETECİLER
Türkiye Büyük Millet Meclisi 50. Yıldönümü kapsamında yayınlanan kitap, Kurtuluş Savaşını veren ve savaş sırasında yasama faaliyetlerini geceli, gündüzlü, yaz ve kış demeden sürdüren Birinci Meclis’in ilk tanıklarının anlatımlarıyla gerçek bir belge olarak karşımızda duruyor. Kitabın, ‘Anılar’ bölümünde, MEBUSLAR Fahrettin Altay, Dr. Tevfik Rüştü Aras, Ahmet Fevzi Erdem, Refik Koraltan, Yasin Kutluğ, Ali Kılıç, Hüseyin Aksu, Yasin Haşimoğlu, İsmet İnönü, Ahmet Ferit Tek yer alıyor, MEMURLAR Bölümünde, Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Eflatun Cem Güney, Tahsin Şerifsoy, Hasbi Sargın , Cevat Duru, Mehmet Hüsnü Ünsal, İhsan Kaftangil, Vehbi Koç, Tayip Başer, İhsan Yalçın, Refet Sezen, Feridun, Kandemir, Ramiz İmre, Rıza Erdim, Mahir İz, Nihat Dinçmen, Kazım Tolun, Prof. Avni Refik Bekman. GAZETECİLER: Ahmet Hidayet Reel, Kemal Salih Sel, Enver Behnan Şapolyo, Süreyya Kalabay, Münir Müeyyet Bekman, Naşit Uluğ.
İlk tanıklardan anlatımlar:
“ATATÜRK'ÜN EMANETLERİNE SIMSIKI SARILARAK O EMANETLERİ NE PAHASINA OLURSA OLSUN MUHAFAZAYA ÇALIŞMAK”
ALİ KILIÇ
1336 (1920) Senesi Nisan ayında Ayıntap'ta Fransızlarla çarpışırken Ayıntap'lılar tarafından bir 'kadirşinaslık olarak Birinci Büyük Millet Meclisi'ne Mebus seçildim. Birinci Meclis'in Osmanlı Mebusan Meclisi'nden farkı: Büyük Millet Meclisi, Devleti ınkırazdan kurtarmak gayesiyle doğmuş milli bir teşekkül idi. Osmanlı Mebusan Meclisi gibi sadece kanuni esasi dairesinde devleti kontrolden ibaret değildi. Teşrii, icrai bütün kudret, kuvvet ve selahiyetleri nefsinde toplamış , icraata içinden seçtiği vekillerini memur etmiş, arayi millinin tecelligahı olan büyük bir Meclisti. Büyük Meclis yalnız inkılap Meclisi değil, aynı zamanda müsbet ve maddi en büyük işler görmüş, zafer kazanmış, memleketi istiladan kurtarmış, millete yepyeni bir devlet hediye etmiş, vatanperver bir Meclisti. Birinci Meclis'in, yeni yetişmekte olan Türk Gençlerine örnek olacak yönleri, baştan nihayete kadar vatan perverane ef'al ve harekatıdır. Bu, yalnız Türk Gençliğine değil, gelen ve gelecek olan nesillere örnek ve hakiki mürşit olmalıdır.
Türk Milletinin tarihi gelişmesinde, Birinci Meclis'in rolü ne olduğuna gelince: Birinci Meclis öyle büyük bir eserdir ki onu var edenler bile ondan, ilham, heyecan ve kuvvet alarak muvaffak olmuşlardır. Onun içindir ki bu mübarek menbadan, hayat kuvvetinin geçmişteki tarihinden örnek alarak aziz Atatürk'ün emanetlerine sımsıkı sarılarak o emanetleri ne pahasına olursa olsun muhafazaya çalışmak, bütün vatandaşlarımız için kaçınılmaz bir vatan borcudur.
“BİZ SEKİZ AY HÜKÜMETTEN HİÇ PARA ALMADIK. SEKİZ AY SONRA DA HER AY 100’ER PANKINOT PARA ALIYORDUK”.
HÜSEYİN AKSU
Meclis'e 1 Mayıs 1336 tarihinde Ankara'da iltihak ettim. Meclis her gün fasılasız olarak toplanıyordu. Gerek gizli celseler ve gerekse aleni görüşmelerde bu vatanımızın düşmanların elinden ve pis ayaklarının altından, 'kanımızın pahasına da olsa kurtaracağız, diye yemin ettik. Hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu o günlerde Dünya'ya ilan ettik. Misakı Milli hudutları çizildi. Bu Misakı Milli hudutları içinde düşmanların işgalinde bulunan topraklarımızı geri almadıkça bu Meclisimiz müstemirren devam edecektir diye karar alındı.
Meclisimizde mobilya vesaire yoktu. Hala bulunan kuru tahtalar üzerinde otururduk. Elektrik yok, lüks lambaları yok, 15 mumluk gaz lambası ve zabıtları tutan katiplerin önünde geceleri birer mum dikilirdi. Doğru dürüst bir lokanta yoktu. Aşçılardan yemek götürüp evimizde yerdik. Milletvekilleri dağınık durumda şehir dahilinde oturmaları uygun görülmedi. Hepimiz şimdiki işhanı yerinde bir Dar-ili muallimin vardı. Hepimiz orada talebe yataklarında yattık. Ve yemeklerimizi tabldottan yedik. Birçok arkadaşlarımızın hazır parası yoktu. Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye geldiği zaman, ensar ile muhacirlerin birer kardaş olmasını emir buyurmuştu. Biz de bu emre uyarak arkadaşlarımız arasında parası olmayanlarla vakti müsait olanlar kardeş yazıldık Onların masraflarını biz ödedik. Padişahlar'ın Maliye memurları bize para vermediler. İstanbul Hükümetinin emri olmayınca bize sizi tanımıyoruz dediler. Biz sekiz ·ay hükümetten hiç para almadık. Sekiz ay sonra da her ay 100’er pankınot para alıyorduk.
“MUSTAFA KEMAL PAŞA DA, RİYASET MECLİSİNDE REİS VEKİLLERİ BULUNDUĞU VAKİT SALONA GİRDİKLERİNDE, ARKADAŞLARININ YANINA SIKIŞIR, OTURURDULAR”.
YASİN HAŞİMOĞLU
Ankara'da toplanacak Meclis için Erzurum'dan Mebus seçilen Durak Bey'le birlikte, at arabası ile Meclise katılmak için Ankara'ya hareket ettik. Erzurum'da Mebus seçimini beklemem ve 19 gün süren yolculuk sebebi ile Büyük Millet Meclisi'nin ilk toplantısına maalesef yetişemedim. 13 Mayıs 1920 de Büyük Millet Meclisi'nce Oltu'nun iltihakı ve benim mebusluğum kabul edildi. Yolculuk esnasında ayağımda meydana gelen yaranın tedavi edilmesinden sonra, ancak 17 Mayıs'ta Meclis toplantısına katılabildim. O gün kürsüye davet edildiğimde, Reis Mustafa Kemal Paşa, ile, Meclis'in sürekli alkışlar arasında el sıkıştıktan sonra, bir konuşma yaparak 40 yıl düşman işgalinde, 2 yıl da düşmanlarla, anavatan dışında mücadele eden Oltu'nun ilhakının kabulünden duyduğum sevinci belirtip, Oltu adına teşekkürlerimi sundum. 42 yıl Anavatandan ayrı kalan vatan parçalarından birisi olan Oltu'ya kavuşmaları ile mebuslardaki heyecan ve sevinç, sürekli alkışlarıyla tezahür etmişti. Hatta birçoklarının sevinçten gözleri yaşarmıştı.
Büyük Millet Meclisi'nin toplandığı bina dar, Mebusların oturdukları eski okul sıraları. Zabıt katiplerinin oturdukları sandalyeler tahta idi. Salon ve odalar gece toplantılarında petrol lambaları ile aydınlatılırdı; odun sobalarıyla ısıtılırdı. Encümenler (Komisyonlar) toplantılarını yersizlikten, tek encümen odasına ayrı ayrı gruplarda, veya genel toplantı dışında, toplantı salonunda yaparlardı. İki kişiye mahsus sıralarda bazan üçer 'kişi otururlardı. Mustafa Kemal Paşa da, Riyaset Meclisinde Reis vekilleri bulunduğu vakit salona girdiklerinde, arkadaşlarının yanına sıkışır, otururdular. İcra Vekilleri dahi çok defa, balkon altlarındaki kanepelere oturur, Meclis müzakerelerini izlerdiler. Her şey sade idi.
“1921 BÜTÇE AÇIĞINI KAPATMAK İÇİN, MEMURLARIN ASLİ MAAŞLARINDAN, MEBUSLARIN İSE 200 LİRAYA ÇIKARILAN MAAŞLARININ TÜMÜNDEN % 20 KESİLMESİ KARARLAŞTIRILMIŞTI”
Uzun yıllar süren ve üç büyük savaşta da yenilgiye uğramış olan Osmanlı Devletinin hazinesi boşalmış ; gelir kaynakları daralmıştı. Milli Mücadele, halkın imkanlarına dayanarak yapılıyordu. Bu sebeple, Büyük Millet Meclisi, Milli Müdafaa masrafları hariç, harcamalarda çok titiz davranırdı. Bu cümleten olarak bir misal: İsmail Fazı! Paşa, Nafıa Vekili bulunduğu sırada, demiryolu malzemesi almak için, Doktor Mustafa Bey'in Başkanlığında başka bir doktorun da dahil bulunduğu bir heyeti, İtalya'ya göndermişti. Büyük Millet Meclisi bunu duyunca "Heyet, kinin, aspirin mi, yoksa demiryolu için malzeme mi alacak?" diye, Heyet' i Antalya’da durdurarak derhal soruşturma açılmıştı. İşe ehliyetsiz kimseleri tayin ettiğinden, güvensizlik oyu verilerek İsmail Fazıl Paşa vekaletten düşürülmüştür.
1921 bütçe açığını kapatmak için, memurların asli maaşlarından, mebusların ise 200 liraya çıkarılan maaşlarının tümünden % 20 kesilmesi kararlaştırılmıştı.
“HAZİNE'DE PARA YOKTU; FAKAT TÜRK HALKININ CÖMERTLİĞİ VE GÖNÜL ZENGİNLİĞİ VARDI”.
ORD. PROF. HIFZl VELDET VELİDEDEOĞLU
Ben 1920 Nisan ayının ortasında, o yıl Milli Mücadele dolayısıyla erken yapılan imtihanları başararak, onbirinci sınıfa geçmiştim. El yazım düzgündü. Ağabeyim Halil Şerafettin bir gün bizim okula gelerek beni alıp Meclise götürdü. Orada beni güzel yazı ve imladan imtihan ettiler ve sonunda 600 kuruş aylık la (evrak mübeyyizliğine) atadılar. Görevim, müsveddeleri temize çekmekti.
Meclisin ilk yazı kurulu, başkatip de dahil olmak üzere, 32 kişi kadardı. Başkatip Recep Bey, küçük bir odada tek başına otururdu. Bütün öteki müdür, mümeyyiz ve memurlar onunkinin karşısında bulunan büyük odada duvarlara paralel olarak yerleştirilmiş bulunan masalarda çalışırdı. Meclisin toplantı salonunun geniş kısmının arka duvarının ortasında, birkaç basamakla çıkılan 'başkanlık kürsüsü ve hemen önünde. Biraz daha alçakta, konuşma kürsüsü, onun önündeki basamakta ise zabıt katiplerinin sıra ve sandalyeleri vardı. Milletvekillerinin sıraları, yer darlığı yüzünden, kürsünün hemen dibine yakın bir yerden başlayarak geriye ve yanlara doğru doğru dizilmiş, aralarında ancak bir insanın geçebileceği dar geçitler bırakılmıştı. Söz alan mebuslar bu geçitlerden adeta sıyrılarak geçip konuşma kürsüsüne ulaşırlardı.
Meclisin toplantı salonu, ortada asılı büyük bir gaz Iambası ile aydınlatılır ve yanlara ·kurulmuş iki büyük saç sobada yakılan odunla ısıtılırdı. Bence kafası işleyen her Türk ferdi Ankara'ya gidince bugün müze olan ve eski haline konulmuş bulunan bu binayı milli bir mabet gibi ziyaret etmeli ve bazan çok büyük tarihsel savaşların böyle çok mütevazi ve küçük yerlerde başarıya ulaştırıldığını görüp, bunun üzerinde düşünmelidir.
İlk Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekillerinin giyim ve kuşamları, yaşları, düşünsel yetenekleri ve görgüleri başka başka ve çok değişikti. Beyaz sarıklı, beyaz veya kara sakallı, cübbeli, eli tesbihli hocalarla pırıl pırıl üniformalı genç subaylar; yazma veya şal sarıklı aşiret beyleri, külahlı ağalar, tarikat ·babaları ve kavuklu çelebilerle, Avrupa'da yüksek öğrenimlerini yeni bitirmiş , batı kültürüyle yetişmiş, "Kuvayı Milliye" kalpaklı, nokta bıyıklı modern giyimli gençler yan yana oturuyorlardı. Gerçi mebusların kıyafetleri ve kafaları renk renkti; fakat gönülleri ve amaçları birdi; gerçi Meclis binası küçük ve eşya derme çatma ve mütevazi idi; fakat dava büyüktü. Bu dava, Türk Milletinin ölüm kalım davasıydı. Bu millet ya düşmanı yurdundan kovacak ve özgür yaşayacak, ya da son ferdine kadar ölecekti. Hazine'de para yoktu; fakat Türk halkının cömertliği ve gönül zenginliği vardı. Kısacası milletin temsilcisi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi halinde toplanmış bulunan, türlü düşünce, görüş ve öğrenimdeki bu insanlar, Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde, bir tek amaçta birleşmişlerdi.
“MEBUSLARIN BİRİSİ TAHSİSATLARINA 50 LİRA ZAM YAPILMASI İÇİN BİR TEKLİFTE BULUNMUŞ”
HASBİ SARGIN
Meclis'in o günlerdeki maddi durumunun yeterli olmadığı kanısındayım. Türkiye'nin bütün gelir bütçesi yaklaşık olarak 40 - 50 milyon arasında olduğuna göre, bundan Meclis'e ne kadar tahsisat ayrıldığını iyi hatırlamıyorum. Yalnız o vakit ki mebusların ellerine geçen paranın 120- 150, Başkatibimiz 120, Müdürümüz 80-90, memur ve katiplerin 50-70 (T.L.) arasında olduğunu hatırlıyorum. Sırası gelmişken şunu da belirtmek isterim: Mebusların birisi tahsisatlarına 50 lira zam yapılması için bir teklifte bulunmuş, bu teklif, milletin aldığımızı bile verecek durumda olmadığı ileri sürülerek kabul edilmemiştir.
“TATİL GÜNÜ OLMASINA RAĞMEN CUMA GÜNLERİ DAHİ DEVAM ETTİĞİ, HATTA PEK ÇOK DEFA DONUK VE SÖNÜK GAZ LAMBASI IŞIĞINDA GECELERİ DAHİ”
KEMAL SALİH SEL
Ankara'da Yeni Gün Gazetesinin tahrir heyeti müdürü sıfatı ile, Milli Mücadele boyunca ve İkinci Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra dahi 1924. Mayısında İstanbul'da Cumhuriyet Gazetesi kuruluncaya kadar hizmet gördüm. Birinci Büyük Millet Meclisi'nin pek çok celselerini bizzat takip ettim. Müşahede ve intibalarım (Yeni Gün) koleksiyonlarındadır. Meclis'in ilk senelerinde gazetecilerin hususi bir dinlenme ve oturma yeri yoktu. İki taraf balkonlarından herhangi birinde rastgele yer alırlardı.
Birinci Meclis'in çalışmaları fasılasız olmuştur. Ne Ankara'nın o senelerde aylarca devam eden kış günlerinin dondurucu soğukları, ne de yaz aylarının bunaltıcı sıcakları bu müstemir çalışmaları durduramamıştır. Meclis salonunun pek büyük sobalarına rağmen ısıtılamadığı ve mebusların Muallim Mektebinden getirilmiş sıralarında paltolar ve gocukları ile oturdukları çok görülmüştür. Yaz aylarının buram buram terleten sıcaklarına da Birinci Meclis azalan, pek çoğu avcı biçimi elbiseli, poturlu ve çizmeli oldukları halde, katlanmakta tereddüt etmemişlerdir. Bu çalışmaların o zamanlar tatil günü olmasına rağmen Cuma günleri dahi devam ettiği, hatta pek çok defa donuk ve sönük gaz lambası ışığında geceleri dahi sürdürüldüğü görülmüştür.
“ERZURUM MEBUSU HÜSEYİN AVNİ BEY, SAÇ SOBASI ÖNÜNDE BULUNAN BİR ODUNU ATATÜRK'E FIRLATTI”
ENVER BEHNAN ŞAPOLYO
O devir, kahramanlık devri olduğu için, gazeteci de kalem gazileri halinde çalışıyordu. Meclise girmek için bir kart veriliyor, kapıdan Meclis'e ~irilince salonun sağ tarafında bir balkon vardı . Buraya matbuat locası denilirdi, iskemle yoktu. Uzun bir yemekhane sırasında oturur müzakereleri takip ederdik Meclis geç vakitlere kadar devam ettiği için, cebimize bir parça ekmek ile peynir alırdık. Havadisleri gece yarısı matbaaya verirdik. Matbaada gecelediğimiz günler olurdu. Gizli celselerde bizi dışarı çıkarırlardı. Gazetemizden ancak doyumluk bir ücret alırdık. Devrimizin en fakir aydınları bizlerdik. Gazetecilik aşkı her yoksulluğu yenerdi. Yahudi mahallesinde yatar, köftecilerde karın doyururduk Yazılarımızı mum ışığında ve gaz sandıkları üzerinde yazardık Milli Mücadelenin ve büyüklerin tarihlerini bizim kalemler yazmıştır. Zafer olunca unutulduk. Bir madalya bile vermediler. Dört sene kuru tahta üzerinde ömrümüz havadis yazmakla geçti. En büyük tesellimiz vatanımızın kurtuluşu olmuştur.
Bir gün İstanbul Mebusu operatör Emin Bey evlenecek kız ve erkeklerin sıhhi muayeneye tabi olmaları için kürsüden konuşuyordu. Muhalefet yapan ikinci grup mebuslar, genç kızlarımızın doktorlara muayene ettirmeyiz diye direnirlerken. Ankara Mebusu Mustafa Kemal Paşa, kanun maddesinin lehinde konuştu. Buna hiddetlenen Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, saç sobası önünde bulunan bir odunu Atatürk'e fırlattı. Koskoca odun zabıt katiplerinden Ankaralı Hamdi Bey'in ağzına çarptı, dişleri kırıldı ve bayıldı. Bu olay karşısında serin kanlılığını muhafaza eden Atatürk'ün savunmasına devam ettiğini gördüm ve hayret ettim. Ayni Bey dona kaldı. İkinci olay da, her zaman kürsüden Atatürk'e sataşan Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey yine bağırıyordu. Bütün mebuslar tepindiler. Ali Şükrü, Atatürk'e hitaben "insanlar ayak tepmez diye hitap etti. Yine Atatürk sustu. Celse dağıldı. Hırsını alamayan Şükrü Bey kapının yanında tabancasına sarıldı. Bu dehşetli tehdit karşısında Atatürk'ün "Koy onu içeri" dediğini duydum. Meclis'in içi karıştı. Ali Şükrü'yü sardılar. Bizi de dışarı çıkardılar. Atatürk ölüm karşısında bile böyle cesurdu. Bu çelik iradesiyle meclisi idare edip kurucu ve kurtarıcı ve ileri olmuştur.
“SANSÜR YOKTU; GAZETECİLER, İSTİKLAL DAVASINA GÖNÜLDEN BAĞLI HÜR KİŞİLERDİK”.
NAŞİT ULUĞ
Sansür yoktu; Gazeteciler, İstiklal davasına gönülden bağlı hür kişilerdik. Kimseden korkmadan ve çekinmeden Meclis'e serbestçe girer, mebuslarla konuşur, edep dairesinde tartışır, askeri sırlar dı şında gizli olan veya olmayan her olayı öğrenir, kendi sorumluluk süzgecimizden geçirerek yazardık Bize güvenen yetkililer, pek çok defa gizli konular üzerinde aydınlanmamız için bilgi verirlerdi. Hatırasını daima saygı ile anmamız gereken, Meclis Başkatibi Recep Peker'in olayların gerçek yüzlerini kısa izahlarla belirten uyarmaları aradan yarım yüzyıl geçmesine rağmen hala kulaklarımda çınlar.
Birinci Büyük Millet Meclis kayıtsız ve şartsız milletin hakimi yeline dayanan, Bağımsız Milli Türk Devletin kurucusu bir İhtilal Meclisi idi. Üyeleri cesur, hamiyetli vatanseverlerdi. Osmanlı Meclisi, meşruti bir idarenin meclisi idi. Milletin hakları padişahla bölünmüştü. Padişah ya kendi dilediği vakit veya milletin hakkını çiğneyen bir hükümetin arzu ve iradesi ilk meclisi dağıtabilirdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi ise, müstemir olarak, çalışır ve ve kendisini yenilemeye karar vermedikçe hiç bir otorite onu kapatamaz.
“VATANIN BAĞRINA DÜŞMAN DAYAMIŞ HANÇERİNİ”
SÜREYYA KALABAY
Meclis müzakerelerine ait ilgi çekici hatıralarımdan en mühimi Bursa'nın işgali dolayısıyla cereyan eden heyecanlı müzakerelerdir. Hatırlanacağı üzere, Muhittin Baha Pars bu müzakereler esnasında kürsüden Namık Kemal'in şu heyecanlı beytini okumuştu:
Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini
Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini
Mustafa Kemal'in buna verdiği cevap şu olmuştu :
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.
Bu devre içinde gazeteciler Meclis kürsüsünün sol tarafında basın locasında çalışırlar ve yetişemedikleri takdirde zabıtlardan faydalanırlardı. Zor ve dar zamanımızda dostum Necmettin Sahir'in yardımlarını daima hatırlarım. Ne günlerdi o günler. Masanın üzerine kalpağımızı yastık yaparak yattığımız zamanlar olurdu. Gerek İnönü Savaşları, gerek Sakarya Harbi, gerekse iç isyanları dolayısıyla ne heyecanlı günler geçirdik. Bir bilseniz. Birinci Meclis pek heyecanlı bir Meclisti. Çünkü Sakarya Harbi vardı. Çünkü Çerkez Ethem hadiseleri vardı. Bu olaylar Meclis'in heyecanını artırırdı. Ancak nabızlara hakim olan, bütün heyecanları gideren tek insan vardı Mustafa Kemal. O'nun konuşması herkese sükun ve emniyet verirdi. İlk Meclis o günün ihtiyaçlarına göre toplanmış bir Meclisti. Müdafaai Hukuk Cemiyetinin yardımı ile toplanmıştı daha çok. Asıl mesele memleketi kurtarmaktı. O gün için sanayileşme ve büyüme fikri yoktu. Ancak, memleketi düşmandan kurtarmanın yollarını bulmak ve istiklali temin etmek fikri vardı. İdealist bir Meclisti 1920 yıllarının Meclisi, bugünkü problemler bambaşka. Bugünkü Meclis parlamenter hayatın, bütün dünyada olduğu gibi eşitliğine sahip bir Meclis haline geldi.
“YATACAK YER BULAMAYAN BİR KISIM MİLLETVEKİLLERİ VE GAZETECİLERDEN BAZILARININ İSTASYON YOLU ETRAFINDAKİ ÇAYIRLIKTA AÇIKTA YATARAK SITMAYA YAKALANDIKLARI VAKİDİR”.
TAYİP BAŞER
İlk gün en yaşlı milletvekili olan Sinop Milletvekili Şerif Bey, Meclis'i açmıştı. Bunu takibeden günlerde Reis Paşa ve Reis vekilleri seçildiler. İstanbul'dan gelen milletvekilleri de geldikçe Meclis kalabalıklaşıyordu. Ve bunlar ekseriyetle Öğretmen Okulunda veya bulabildikleri yerlerde yerleşiyorlardı. Bu sırada çeşitli illerden ve İstanbul'dan gelen gazeteciler, öğretmenler ve subaylardan bir kısmı da yine milletvekillerinin arasında Öğretmen Okuluna yerleşiyorlardı. İllerden gelen milletvekilleri elbise ve harçlık bııkınun1an ekseriyetle yoksul kimselerdi. Aralarında ilk günlerde belki de aç kalmamak için heybesinde bir miktar bulgur, fasulye, pirinç, bir kutu yağ getirenler çoktu. Bu malzemeyi tabldota alarak kullandığımız ve hesaplarına saydığımız kimseleri şimdi hatırlayamayacağım. Bunlar kaba saba giyimli, parasız fakat imanlı kimselerdi.
Yenilen ekmek ise darı unu karıştırılmış çamur gibi bir şeydi. Ankara'ya gelen ve yatacak yer bulamayan bir kısım milletvekilleri ve gazetecilerden bazılarının İstasyon Yolu etrafındaki çayırlıkta açıkta yatarak sıtmaya yakalandıkları vakidir. Şimdi Gençlik Parkı olan bu çayırlıktan gelen sivrisineklerden biz de rahatsız olurduk. O günlerde yakalandığım sıtmadan ben de otuz sene sonra kurtulabildim.
Öğretmen Okullarında, bazı gazetecilerin de yerleştiklerini ve milletvekilleri arasında yattıklarını yukarıda yazmıştık. Bunlardan Akagündüz, Sadri Ertem, Nizamettin Nazif Tepedenlioğlu, Nazım Hikmet, Vala Nurettin, Kemal Salih, Kemalettin Kamu Bey'leri hatırlayabiliyorum. İstanbul'dan ve bilhassa Anadolu'dan çeşitli illerden gelen milletvekilleri sabah namazlarını Öğretmen Okulundaki küçük bir odada kılarlardı. Ezanı da (Genç) Milletvekili Hamdi Bey merdiven başında okurdu. Sesi pek iyi değildi. Bu ezan sesinden rahatsız olan ve orada yatan, başta Akagündüz olmak üzere diğer gazeteciler "Şu ezanı biz okuyalım!" diye kararlaştırdılar.
Ve bir sabah erkenden kalkan Sadri Ertem, Hamdi Bey'den önce ezanı okumaya başladı. Ufak bir yanlışlık yaptı. Bu yanlışlığı işiten sarıklı milletvekilleri, başta Kayseri Milletvekili Alim Hoca olmak üzere Sadri Bey'i yakalayıp dövmek için koştular. Sadri Bey'in kaçması üzerine ertesi gün toplanan milletvekilleri hadiseyi Paşa'ya anlattılar. Bunun üzerine Paşa "Otelde cami olmaz, Meclis'teki küçük odayı mescit yapsınlar ve bir imam tayin edilsin." demiş . O zaman tam olarak işlenmemiş olan mescit odası bu işe ayrıldı. Zannederim İstanbul'dan gelenlerden Hüseyin Efendi adında bir zat oraya imam tayin olundu. Meclis'te çalıştığını günler henüz 17 yaşımda idim. İlk memuriyetim burası olduğu için bir taraftan yeni memuriyetin verdiği sevinç, diğer taraftan bu memuriyetin Türkiye'nin en Büyük Meclisinde olmasının verdiği gurur içinde biz de milletvekilleri gibi büyük bir inanışla, adeta bugünkü sonucu o günden görüyor gibi oluyor ve seviniyorduk. Meclis'te altı ay çalıştım. Öğretmenlikte mecburi hizmetin olduğu için Milli Eğitim Bakanlığınca Ankara Lisesi ilk Kısım Öğretmenliğine tayin edilerek ayrıldım. 1921 yılının yaz aylarında Ankara'da Erzurum Milletvekili Yeşil İmamzade Salih Efendi'nin çıkarttığı başladığı Şarkın Sesi Gazetesinin Meclis Muhabiri olara:k üç dört ay Meclis çalışmalannı takip ettim.
“ATATÜRK ‘ÇOCUKLAR BEN SİZİN AKŞAM YEMEĞİNİZİ BİLE UNUTTUM. AHMET GEL; ÇOCUKLARA HAZIR YEMEK OLARAK EKMEK, PEYNİR, ZEYTİN, HELVA AL GETİR YESİNLER.’ DİYEREK BİZE BİR GECE ZİYAFET VERMİŞTİ”
KAZlM TOLUN
Meclis'in ilk çalışma devresinde geceli gündüzlü çalışmalarda biz zabıt memurları her oturumun zabıtlarını bir kağıt üzerine toplayıp bütün müzakerenin ne olduğunu toplu olarak hazırlayıp Atatürk'e veriyorduk. Atatürk de bizim çalışma odamızda oturup hazırlanan bu müzakerelerin toplanmış zabıtlarını okuyup o günkü Meclis müzakeresinin ne olduğunu tetkik ediyordu. Mesai o kadar yoğun idi ki gece yarısına kadar biz bu işle meşgul oluyorduk ve yanımızda Atatürk olduğu için akşam yemeğini bile yememiş halde idik. Bir ara Atatürk "Çocuklar ben sizin akşam yemeğinizi bile unuttum. Ahmet gel; çocuklara hazır yemek olarak ekmek, peynir, zeytin, helva al getir yesinler." diyerek bize bir gece ziyafet vermişti. Bu ziyafet pek hoş olmuştu.
Yorum Yazın