Leyla Emeç Tavşanoğlu yazdı:

“NATO’nun iki kötüsü”

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
“NATO’nun iki kötüsü”
Abone ol

Dostlar soruyor:”Sen neden hep iktidara muhalefet eden yazılar yazıyorsun? Yaptıkları hiç mi iyi işler yok?” Cevap vereyim:”Benim bakış açımdan bu 21 küsur yılda ülke yararına yapılan bir tek iyi icraat yok. Hangisini sayayım? Sağlık, eğitim, hukuk sistemlerinin yok edilmesi mi? Suç çetelerinin devletin içine sızması mı? Devletin polisi olması gereken Özel Harekat Daire Başkanı Süleyman Karadeniz ve öbür özel harekatçıların sıraya dizilip, üstlerinde üniformalarıyla, küçük ortak Devlet Bahçeli’nin elini öpmeleri mi? Bunlar olurken Ankara Emniyet Müdürü Engin Dinç’in otuz iki diş olanları seyretmesi mi? Hadi, biraz daha deşelim. Hala ne olduğu belli olmayan 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye’de tek adamlık rejiminin ilanı mı?

Bunları yazdıktan  sonra gelelim esas konumuza... ABD ve Avrupa’dan yayın yapan Politico.com isimli internet sitesinde NATO’nun 75. yıldönümüyle ilgili bir değerlendirme yazısı yayımlandı. “NATO’nun Kötü Çocukları Türkiye’yle Macaristan Kendi Oyunlarını Oynuyorlar” başlıklı yazı Stuart Lau tarafından kaleme alınmış. Okuyalım:

“Türkiye’yle Macaristan, NATO zirvesine, engel koymak ve pazarlık yapmak için geldiler. Dış görünüşte ikisi de ittifakın sağlam üyeleri. Macaristan gayri safi milli hasılasının yüzde 2.1’ini savunmaya harcayarak ittifak hedeflerinin üstünde bir askeri yatırım yapıyor. Türkiye ise ABD’den sonra NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip. Ancak ne Viktor Orban ne de Tayyip Erdoğan NATO’nun öbür 32 müttefiki için uyumlu birer ortak. Birisi aşırı hıristiyan, öbürü İslamcı değerleri savunarak popülist yanlarını ortaya koyuyorlar.

“İkisi de Rusya’yla gayet iyi ilişkiler içinde, Ukrayna’ya desteğe engel çıkarıyorlar; çoğu kez de dış politikaları NATO değerleriyle çatışıyor.

“İki lider de NATO’nun sadece savunma örgütü olarak kalmasını istiyor, öte yandan Donald Trump’la yakınlığı ilerleterek ABD’deki iktidar değişikliğine hazırlanıyorlar.

“Orban, çok eleştirilen Moskova ve Pekin ziyaretlerinden sonra Washington’a iner inmez hemen Erdoğan’la görüştü.  NATO zirvesi sonrasında da Trump’a saygılarını sunmak için Cumhuriyetçi eski başkanın malikanesinin bulunduğu Florida’daki Mar-a-Lago’ya uçtu.”

Yazar, yazısının  bundan sonrasında Türkiye hakkında şu ifadeleri kullanıyor:

“Türkiye, Ukrayna’nın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü desteklediğini açıklarken, başta geniş çaplı doğal gaz ticareti olmak üzere Rusya’yla sıkı fıkı ilişkilerini sürdürüyor. Gerek Erdoğan gerekse de Orban NATO’nun Ukrayna krizine müdahale etmesine karşı. Hatta Erdoğan X hesabından paylaştığı mesajında ,‘NATO, Ukrayna’ya destek adımları atarken oradaki savaşın tarafı olmaması gerekiyor,’ diye tavrını açıkça belli etti.

“Türkiye’nin çıkar alanları NATO sınırlarının dışına taşıyor. Ordusu Suriye’de. Türk Silahlı Kuvvetleri zaman zaman Irak’a girip çıkıyor. Eski Sovyet ülkeleri Azerbaycan, Türkmenistan,Özbekistan,Kırgızistan ve Kazakistan’la bir Türki Cumhuriyetleri bloku oluşturma çabaları içine girdi. Sıklıkla NATO’nun terörle mücadeleyi ön plana almasında ısrar ediyor. Bu da Türkiye’nin ulusal çıkarlarını besliyor.

“Öte yandan Macaristan Lideri Orban bu ay başında Türki Cumhuriyetler Zirvesi’nde boy göstermiş, daha sonra AB’nin bir numaralı diplomatı Josep Borrell’den fena bir azar işitmişti (Macaristan’ın AB üyesi olduğunu hatırlatırım).

“Erdoğan ABD Başkanı Biden ve NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’le ittifak zirvesinde bir araya gelmesinden önce Şanghay İşbirliği Örgütü’nün toplantısına katılıp tam üyelik baş vurusu yapmıştı.

“Ancak, Politico’da yayımlanan demecinde Türkiye Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler şöyle bir ifade kullandı:’Avrupa-Atlantik bölgesindeki en etkili savunma örgütünün NATO olduğunu ve başka bir oluşuma gerek duymadığımızı düşünüyoruz.’”

Yazı böyle. Sanıyorum. Stuart Lau, yazısında Macar ve Türk liderlerin ne kadar popülist kişilikler olduklarını gayet açık biçimde yansıtmış. Her ikisi de en pragmatik tutumlarıyla bütün taraflardan elde edebileceklerinin fazlasını kazanma peşindeler. Nalıncı keseri gibi hep kendilerine yontma peşinde, derler ya. Tam öyle. İkisi de  siyasi kariyerlerinin geleceğini Trump’ın ABD Başkanlığına yeniden seçilmesine bağlamış görünüyorlar.
Trump’ın, geçen hafta Pennsylvania eyaletindeki mitingde bir suikast girişimine maruz kalması seçilmesini garanti etmiş gibi görünüyor. Ama bilinmez. Seçilse de ABD’de tek adamlık rejimi yok. ABD Başkanları denge-denetim sistemine tabiler. Her akıllarına eseni yapamazlar. Karşılarında Kongre’yi bulurlar. Bölge mahkemeleri, federal mahkemeler, olmadı, Yüksek Mahkeme var(Gerçi Trump kendi Başkanlık döneminde Yüksek Mahkeme’ye kendi yandaşı olan bir takım yargıçları atamıştı). Yani,  olmuyor kardeşim. Unutma! Geçmişte, çok güvendiğin Trump’tan,akıllı ol, diye uyarı almışsın. Hatta bu, akıllı ol, uyarı mektubunu Trump kendi müzesinde bugüne kadar sergiliyor. Bir tarafta birisiyle tango yaparken öbürüyle çifte telli oynamaya kalkarsan sonunda ayaklar birbirine dolanıyor. Bir bakmışsın, sırt üstü yerdesin! Ya da yüzükoyun mu?

NOT: Washington’daki düşünce kuruluşu Center for Strategic and International Studies’in (CSIS) Türkiye program direktörü olan çok eski arkadaşım Bülent Alirıza aradı. Çarşamba günkü yazımda yazdığım, Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu hakkında, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde “Turp gibi sağlam, turp gibi...” ifadesini hiç kullanmadığını söyledi. Herhalde hafızam beni yanılttı. Oysa fil hafızalı olmakla övünürüm. Gazeteciliğin en temel kurallarından olan cevap hakkına saygı gereği bu notu buraya düşmüş olayım.


Yorum Yazın