Emekli Büyükelçi Ahmet Süha Umar yazdı:

Ne oldu da Yunan’la böyle oldu?

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Ne oldu da Yunan’la böyle oldu?
Abone ol

Erdoğan’ın dış politikada da kimseyi şaşırtmayan, bugün ak dediğine yarın kara diyen politikasızlığının artık herkesin bildiği örneklerini tekrarlamayacağım. Sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikada ve dünyada bugün geldiği yeri çarpıcı biçimde açıklayan bir örnek olarak gördüğüm Yunanistan ile ilişkilerde bir anda değişen tutumun, düşünebildiğim gerçek nedenlerine değineceğim.

22 yıllık AKP-Erdoğan iktidarı, izlediği dış politika ile Türkiye Cumhuriyeti’ni, Milli Mücadele yıllarında olduğundan bile daha büyük bir yalnızlığa itmiştir. Bunu da adım adım ve bilinçli olarak yapmıştır.

Bugün Türkiye, altına imza koyduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiği için, Avrupa Konseyi, İnsan Hakları Mahkemesi tarafından mahkûm edilen ve Konsey Bakanlar Komitesi tarafından gözetim altına alınan bir ülkedir ve üyeliğinin askıya alınmasına kadar varabilecek bir yaptırımlar olasılığı ile karşı karşıyadır. Konseyin bu yöndeki bir kararı, Türkiye’yi Batı’dan, başka bir değişle “çağdaş uygarlıktan” uzaklaştıracak ve daha da yalnızlaştıracaktır.

Türkiye, güvenliğini sağlayabilmek için 1952 yılından bu yana üyesi olduğu, bugün de güvencesine gerek duyduğu NATO’dan, üstelik örgütün başat üyesi ABD’li parlamenterler tarafından çıkarılmasının dahi önerilebildiği bir devlettir.

Türkiye, Atatürk’ün “çağdaş uygarlık” olarak tanımladığı Batı uygarlığına dâhil devletlerden biri olma ülküsü ile 1960’lı yıllardan beri sürdürdüğü çabalarını, AKP-Erdoğan, AB’yi içeride siyasal İslamcı bir iktidarı kurmak ve sürdürmek amacına hizmet edecek bir araç olarak gördüğü ve artık bu amacına eriştiğini düşündüğü için terk etmiş bir devlettir.

Dünyadaki gelişmeleri izleyecek bilgisi ve deneyimi olmayan bir iktidar nedeniyle, Batı’lı müttefikleri ile ilişkilerinde gerilemeler yaşayan ve zemin kaybeden Türkiye bugün, Batı ve müttefikleri tarafından siyasi, askeri ve ekonomik kıskaca alınmış bir devlettir. Ülke güvenliği ve bütünlüğü, giderek daralan bu kıskaç ve çevreleme nedeniyle, hiç olmadığı kadar tehlikededir.

Türkiye, Bulgaristan ve Romanya’nın AB ve NATO’ya üye olmalarından sonra, Balkanlardaki ağırlığını kaybetmiş, bununla da kalmamış, ABD’nin, bu iki ülke üzerinden Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin arkasından dolanma çabalarını daha da artırmasının yarattığı sorunlarla karşı karşıya kalmıştır.

ABD’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne silah ambargosunu kaldırması; Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın, Doğu Akdeniz doğal kaynakları üzerindeki bütüncül, haksız ve hukuksuz iddialarına, önde gelen AB ülkeleri ile beraber verdiği destek, Türkiye’nin ne denli yalnızlaştığını vurgulamaktadır.

Batı ile ilişkileri böylesine kötü olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu (Rusya ve Çin) ile ilişkileri de daha iyi değildir. Tek bir somut örnek vermek gerekirse, İran bile örgüte üye olabilmişken Türkiye, tüm çabasına ve Erdoğan’ın, “biz de Şanghay İşbirliği Örgütü ile devam ederiz!” çıkışına rağmen örgüte “gözlemci” olarak bile kabul edilmeyip, “diyalog ortağı” olarak ilişki kurulabilecek ülkeler arasına ancak girebilmiştir.

Kuzey Suriye’de askerlerimizin öldürülmesinin de gösterdiği gibi son değerlendirmede ne kadar çıkarımıza hizmet edeceği kolay kestirilemeyecek, Rusya ile ilişkilerimizin, NATO ve Batı ve nihayet ABD ile ilişkilerimize, Türkiye’nin F35 projesinden dışlanması; F16 satışının engellenmesi gibi olumsuz yansımaları, Türkiye’nin güvenliğini doğrudan ve olumsuz etkileyen gelişmelerdir.

Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler ve HAMAS gibi örgütlere bakış açısı ve verdiği destek, Türkiye’yi İsrail dâhil bütün Orta Doğu ile ters düşürmüş, sadece yalnızlığını artırmakla kalmamış, Doğu Akdeniz doğal kaynaklarının işletilmesinde, Türkiye dışındaki Doğu Akdeniz ülkelerinin, Türkiye’yi dışlayan bir birlik oluşturmalarını kolaylaştırmıştır.

22 yıl öncesine kadar bulunduğu bölgede ve dünyada sözüne, duruşuna güvenilir, politikaları öngörülebilir bir ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu duruma düşmesinin en önemli nedeni, öngörülemeyen, her an her türlü adımı atabilecek bir ülke görüntüsünün son 22 yılda giderek belirgin hale gelmesidir.

AKP-Erdoğan iktidarı, dış politika sahnesinde Türkiye Cumhuriyeti’ni böylesine siyasi bir yalnızlık içine çekerken, ekonomide izlediği, bilgiye, deneyime dayanmayan, emperyalizmin amaçlarına hizmet eden politikası ile ülkeyi ekonomik çöküntüye sürüklemiştir. Ülkenin hemen tüm varlıkları satılmış, üretim ekonomisinden, üretmeden tüketme ve borç ekonomisine geçilerek, ülke ele güne el açar hale getirilmiştir.

Ülkeyi, 22 yıl gibi kısa bir sürede böylesi bir siyasi ve ekonomik zaaf içine düşüren ancak ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaktan başka düşüncesi olmayan Erdoğan’ın, Batı’dan gelen “Yunanistan’la ilişkilerini düzeltmeli, onun taleplerine boyun eğmeli; Kıbrıs’ta yeni ödünler vermelisin.” telkinine karşı durmasını beklemek insan zekâsına hakarettir. Görünen o ki Erdoğan’ın Atina ziyaretiyle Yunanistan’a beklenen güvence verilmiştir. Ayrıntıları henüz tam olarak bilinmemekle birlikte, yedi düveli arkasına almış Miçotakis’in ayağına gidilen bu ziyaretin, Ege ve Doğu Akdeniz kıta sahanlıkları; askersizleştirilmiş Ege adalarına asker ve silah konuşlandırılması; Yunanistan tarafından planlı ve programlı biçimde el konan Ege Adaları ve kayalıkları; Doğu Akdeniz doğal kaynaklarından yararlanma gibi konularda Türkiye’ye bir kazanç getireceğini düşünmek için bir neden yoktur.


Yorum Yazın