Medya Ombudsmanı Köşesi:

Soramadıkları gibi savunamadılar da

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Soramadıkları gibi savunamadılar da
Abone ol

Ne kadar acı! Kendinize “gazeteci” diyeceksiniz ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçağında olmanıza rağmen bütün ülkenin merak ettiği soruyu ona soramayacaksınız.

“Erdoğan’a soru soramadılar” diye haber sitelerinde, gazetelerde haber olacaksınız, cevap bile veremeyeceksiniz. Sosyal medyada sizinle dalga geçilecek ağzınızı açamayacaksınız. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Uçakta gazeteci yokmuş sormamışlar” diyecek yine susacaksınız.

Tataristan’dan dönerken uçakta Cumhurbaşkanı Erdoğan ile konuşan iktidar yanlısı seçilmiş gazetecilerin hali buydu. Ne gazetecilik yapabildiler ne de kendilerine söylenen onca sözü, onca eleştiriyi yanıtlayabildiler. Kendilerini savunamadılar bile.

O uçaktakilerden bir tek Türkiye yazarı Yücel Koç, “Erdoğan bu soruya muhatap olmaktan kaçındı” diye yazarak durumu dolaylı bir dille açıkladı kendince. Ama “Kaçındı” dediği, Erdoğan ile sohbet öncesinde “Bu konuya girmeyin” denilmesi, gazetecilerin de talimata aynen uymasıydı. Aslında Koç da bu gazetecilik ayıbını açıkça anlatmaktan kaçınıyordu.

Üstelik uçakta soramadıkları sadece iktidar ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’a yönelik çağrısı değildi. PKK’nın sivil insanları canice öldürdüğü TUSAŞ saldırısındaki güvenlik açığını ve istihbarat zafiyetini de soramadılar.

Karşısına çıkabilen gazeteciler işlevini yerine getiremeyince Erdoğan da üste çıktı; EXPO Fuarı’nda “Medyamız bu hadiselerde kötü bir sınav veriyor. Sorumsuz yayınların kabul edilebilir hiçbir yanı yok” diyerek medyayı suçlayabildi.

İyi de medya saldırı anı görüntülerini yayımlamayıp ne yapacaktı? Teröristlerin masum sivilleri vurduğu ilk ana ilişkin görüntüler travmatikti, şiddet pornografisi içeriyordu; bu doğru. Ama ondan sonraki görüntülerin yayımlanması gazetecilikti; şiddet propagandası da değildi.

Ne yazık ki, saldırıdaki güvenlik sorunlarını sorgulayamayan kimi gazeteciler de o görüntüleri kimin sızdırdığının peşine düştü. Bir gazetecinin, meslektaşlarının o görüntüleri nasıl elde ettiğinin, yani haber kaynağının araştırılmasını istemesi büyük hata. Erdoğan’a soru soramamak gibi, bu da gazeteciliğe olduğu kadar, okur ve izleyiciye de saygısızlık.

Gazetecilik mesleğinden uzaklaştılar iyiden iyiye… Üzücü olan bazılarının teslimiyeti içselleştirmesi, o uçağa alınmayı ödüllendirme olarak görmesi.… İktidar, medya patronlarını kontrol altına alınca olacağı buydu…

Mudanya’ya da gidemediler

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’deki çağrısından sonra merak edilen sorulardan biri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrı ise, öbürü de Abdullah Öcalan’ın yanıtıydı.

Aynı akşam Hürriyet Ankara Temsilcisi Hande Fırat, bu sorunun yanıtının öğrenilmesini sağlayacak bir gelişmeyi sosyal medyadan duyurdu. DEM Milletvekili Ömer Öcalan’a İmralı ziyareti için izin verildiğini yazdı, “Yakın bir tarihte bekleniyor” diye de ekledi.

Hande Fırat’ın bu paylaşımı internette, haber televizyonlarında, ertesi gün de gazetelerde haber oldu ama 23 Ekim günü gazeteciler, Mudanya sahillerinden ses ve görüntü vermedi. Sadece o akşam geç vakitlerde Altan Sancar, Sözcü TV yayınında “Öğrendiğim kadarıyla bugün görüşmenin gerçekleştiğine dair güçlü bir ihtimal var” bilgisini paylaştı.

Nitekim Abdülkadir Selvi, 24 Ekim’de Hürriyet’te Ömer Öcalan’ın İmralı’ya gidip, amcası Abdullah Öcalan ile görüştüğünü yazdı. Ömer Öcalan da paylaşımıyla görüşmeyi doğruladı.

Maalesef bu süreç, medyanın böyle bir gelişmeye gereken önemi atfetmediğini ve masa başı gazeteciliğe çok alıştığını gösteriyor. Gazetecilik refleksi bu kadar körelmemiş olsaydı, Hande Fırat’ın o paylaşımından sonra 23 Ekim günü onlarca gazeteci Mudanya’daki iskeleye koşardı.

Düşünebiliyor musunuz, somut işaretler olmasına rağmen gazeteciler oraya yığılmıyor; saatler sonra Altan Sancar ve -tabii asıl olarak- Abdulkadir Selvi, atlatma haber yapıyor! Bu atlatma onların başarısı olduğu kadar iktidar yanlısıyla, muhalifiyle tüm medyanın başarısızlığı…

Ne garip ki, refleksler gerilerken televizyonlardaki yorumcu/gazetecilerin güveni eksilmiyor. Eminim Bahçeli’nin çağrısının ardından ekrana çıkan gazetecileri izlemeye çalışanların başı dönmüştür. Hepsi farklı telden çalıyor, hiçbirinin senaryosu öbürünü tutmuyordu.

Gazeteci, şüpheci olur. Hele böyle somut veriler olmayan, muhataplarının net açıklamalar yapmadığı bir konuda kesin ifadelerle konuşmaz; kişisel yorumunu analiz ve bilgi diye sunmaz.

Engellemeler ve yasaklar hukuksuz

Futbol Federasyonu’nun bile erişim engellemesi kararı alabildiği bir ülkeyiz. Federasyon, 2021’de çıkarılan bir yasayla verilen “futbol müsabakalarına ilişkin yayınları internet ortamında yasadışı yayımlayan” siteleri engelleme yetkisini geçen hafta ilk kez kullandı; Google’a ait ücretsiz blog platformu Blogger'ı erişime kapattı.

Futbol Federasyonu’nun kararı, yasaya uygun olabilir ama hukuksuz. “AYM tescilli kamu gözcüsü” Yaman Akdeniz’in vurguladığı gibi, yargı kararına, yargıç onayına dayanmıyor.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da aralarında Can Dündar, Ekrem Dumanlı ve M. Ali Birand’ın eşi Cemre Birand gibi isimlerin de olduğu 177 kişisel hesabın, Fetullah Gülen’in ölümüyle ilgili başsağlığı paylaşımlarında terör propagandası yaptıkları gerekçesiyle engellendiğini açıkladı.

177 hesabın engellenmesi hukuksuz ve yasadışı. Zira Anayasa Mahkemesi, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne “sanal devriye” uygulaması yetkisi veren yasa hükmünü, 2021’de iptal etmişti.

PKK’nın TUSAŞ’a yönelik terör saldırısı sonrasında BTK’nın sosyal medyaya bant daraltması ve RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in “yayın yasağı” açıklaması da hukuksuzdu. BTK, haberleşme özgürlüğünü sınırlamış oldu. Şahin’in de yasağın kapsamının anlaşılabilmesi için mahkeme kararının metnini de açıklaması gerekirdi ama onun açıklamasında bırakın metni, mahkemenin adı bile yoktu! Öyle olunca da çoğu kanal dinlemedi o yasağı ve tehdidi…

Sonuç olarak, sorunları çözmek yerine yargı kararına bile dayanmayan yasaklamalar ve engellemelerle üzerini örtmeyi yeğleyen bir iktidar anlayışıyla karşı karşıyayız…

Mourinho'nun İstanbul günlüğü

Fenerbahçe’nin teknik direktörü Jose Mourinho’nun İstanbul’da bir evde değil, boğaz manzaralı bir otelde kaldığını, bizim futbol medyasından değil, İngiliz medyasından öğrendik.

Daily Mail, Mourinho’nun kaldığı odanın geceliğinin 44 bin lira olduğundan, akşamları tavuk çorbası, öğleleri döner tercih ettiğine kadar İstanbul yaşamının tüm ayrıntılarını yazdı. Bizim futbol medyası da oradan alıntıladı. Fotomaç, Fanatik, Goal, Spor Arena’nın yanı sıra Sabah, Sözcü, Y. Asır, Y. Çağ, Y. Şafak’ın da aralarında bulunduğu onlarca yerde yayımlandı bu haber.

En çok dikkatimi çeken, Yeni Asır’ın “Jose’nin lüksü İngilizler’i şaşırttı” başlığıydı. Bence İngilizlerin şaşırması söz konusu olamaz. Zira İngilizler, Mourinho’nun otel sevgisini Manchester United’ı çalıştırdığı günlerden biliyor. The Guardian, 2018’de ünlü teknik direktörün 895 gün boyunca lüks bir otelde kaldığını ve takıma 537 bin sterlinlik fatura çıktığını yazmıştı.

Asıl garip olan, bizim medyanın şaşırmıyor olması ve Mourinho’nun İstanbul’daki yaşamını İngiliz medyasından alıntılaması, hatta o otelde bir kez Ali Koç ile birlikte görüntülenmesine rağmen peşine düşmemesi! Mourinho gibi bir spor insanının otelde kalmasını ve İstanbul’daki yaşamını bizim futbol medyasının da mercek altına alması gerekirdi.

Anlaşılan bizim futbol medyası statların, maçların ve transferlerin dışına pek çıkamıyor; magazincilerimiz de mekanları sürekli dolaşmıyor, futbol ünlüleriyle de ilgilenmiyor.

Kadın cinayetleri ve “seküler şehirler”?

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nden Prof. Dr. Burak Gönültaş’ın yazısı, Türkiye gazetesinin ilk sayfasında “Kadın cinayetlerinde ‘seküler iller’ zirvede” başlığıyla anons edilmişti. Yazıda, kadın cinayetlerinin “geleneksel yapı” ile ilişkilendirilmesine karşı çıkılıyordu:

“Ülkemizde meydana gelen vakaların yoğunlaştığı şehirlere baktığımızda geleneksel toplum yapısından daha çok seküler toplum yapısına sahip oldukları görülür. Ölümle neticelenen kadın cinayetlerinin en fazla meydana geldiği şehirler İstanbul, İzmir, Aydın, Muğla ve Antalya’dır.”

Her ne kadar Prof. Dr. Gönültaş, yazısında 2020 istatistiklerine dayanarak yazmışsa da 2023 verilerinde de kadın cinayetlerinin en fazla İstanbul (49), Ankara (22), İzmir (27), Adana (18), Antalya (16), Manisa (13) gibi kentlerde olduğu doğru.

Fakat Gönültaş, bu kentlerin Türkiye’de nüfusun en yoğun olduğu yerler olduğuna hiç değinmiyor. Daha önemlisi, bu kentleri neye dayanarak “seküler” ilan ettiğini ve “geleneksel” dediği kentlerin hangileri olduğunu açıklamıyor. Kadın cinayetlerinin bölgelere göre dağılımı da kentleri, “seküler” ve “geleneksel” diye ikiye ayırmak için veri sağlamıyor. Örneğin Çanakkale ve Sinop’ta geçen yıl kadın cinayeti yoktu ama Konya ve Şanlıurfa’da vardı.

Bilimsellik iddiasındaki bir yazıda net tanımlar yapılmalı, verilere karşı objektif olunmalıydı.

Tek cümleyle:

  • Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan’ın, “Emeklilikle ilgili köklü değişiklik öngörmüyoruz” sözlerini Takvim gazetesi, “Emeklilikte köklü değişiklik” diye yanıltıcı başlıkla haber yaptı.
  • Sabah, TUSAŞ saldırısında “Şehitlik ona çok yakıştı” başlığı atarak ölümü kutsadı.
  • Artı Gerçek’in “Organ kaçakçılığı suçlamasıyla Interpol'ün kırmızı bültenindeki Wolfman Türkiye'de” haberini, Karar ve Sözcü basılı gazetede kaynak göstermeden kullandı.
  • Sözcü’nün “Adliyede seks ve uyuşturucu partisi” haberinde bu “parti”nin hangi adliyede yaşandığı, kimlerin karıştığı, sonra ne gibi bir işlem yapıldığı belli değildi.
  • Mahmut Övür, Sarıkamış’ta “Katerina Köşkü” olarak anılan köşkü “1896'da Çar II. Nikola’nın eşi Katerina için yaptırdığını” yazdı ama Çar II. Nikolay’ın eşi Katerina değil Aleksandra Fyodorovna, köşkü yaptıran da Çar değil kuzeni Grandük Nikolay Nikolayeviç.
  • İntiharların bulaşıcı etkisi bilinmesine rağmen DHA, Cumhuriyet, Sözcü, Haber7, ismi bile belirlenmemiş birinin intiharını “Marmaray’da raylara atlayıp canına kıydı” diye haber yaptı.
  • Yeni Şafak, Sivas ve Yozgat’taki AKP’li belediyelerin tanıtım metinlerini, ikişer sayfa haber görünümü altında yayımladı.
  • Yeni Asya, İstanbul Barosu’nun yeni başkanı İbrahim Kaboğlu’nun sözlerini “Değişmez maddelere dokunulabilir” manşetinde yayımlarken, bu sözlere yönelik tepkilere yer vermedi.
  • Chery, aralarında Hürriyet, Bloomberg HT, Auto Show dergisi ve Web Tekno sitesinden yazarları, şirketin Çin’in Wuhu kentindeki merkezine davetli götürdü.
  • Cumhuriyet internetteki, “Otostop çeken gence, TIR şoföründen ahlaksız teklif! Kamerayla saniye saniye kaydetti” haberinde olayın ne zaman, nerede olduğu bilgisi bile yoktu.
  • Balıkesir B. Belediyesi’nin “Cumhuriyet coşkusu yaşanacak” başlıklı yarım sayfalık metnini Cumhuriyet, Evrensel, Hürriyet ve Milliyet, küçücük de olsa “Bu bir ilandır” notuyla yayımlarken, BirGün ilan olduğu uyarısı koymadan kullandı.

ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]


Yorum Yazın