Lemi Özgen yazdı:

Susuz yaz

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Susuz yaz
Abone ol

Sıcaktı. Güneş çoktan devrilmiş ve akşamın eli kulağındaydı ama ortalık hala cayır cayır yanmaya devam ediyordu. Kasketini çıkarıp, gözlerinin içine kadar dolan, boynunu, ensesini yakıcı bir tuz tabakasıyla kaplayan ağdalı teri silmeye uğraştı. Önünde uzanıp giden ovaya baktı. Bereketli günlerde yeşilin her türünü barındıran koca ovada şimdi yeşillik olarak sadece birkaç parça bağ ile bağların yakınlarına serpiştirilmiş üç beş badem, ceviz ağacı vardı. Gerisi bozdu, yanıktı, çırılçıplaktı.

Ovaya bakmayı ve düşünmeyi sürdürdü. Kuraklık yüzünden, koca ovada tek ve iyice cılızlaşmış bir dere kalmıştı artık. Bu suyun kendileri ile komşularına aynı anda yetmeyeceğini bir kez daha anladı. Su kendi bahçelerinden çıkıyordu. Tapuda ‘cebel’ diye geçen vahşi bir toprak parçasını kardeşiyle birlikte yıllarca hiç üşenmeden temizlemiş ve işlemişlerdi. Sık fundalıklar, kocaman kayalarla kaplı bu toprağı adam etmek için ne kadar uğraşmışlardı. O zamanlar bu cebele girmek yürek isterdi. İçinde zehirli yılanlar, ustura dişli yaban domuzları, her şeye saldıran çakallar kol geziyordu. Sonunda yıllarca kazma sallayarak, dinamit patlatarak, fundalıkları ateşe verip yılan, domuz ve çakalları ortadan kaldırarak bu bahçeyi yapmışlardı işte.

Derken, dinamitle patlattıkları kayalardan birinin dibinden su sızdığını görmüşler, etrafını kazıp suyu toprağın üzerine çıkarmışlar ve kuraklığın olmadığı mevsimlerde, kendilerinin ve daha aşağılardaki sekiz hane kadar olan komşularının bağını bahçesini sulayabilecek bir ‘göze’ sahibi olmuşlardı. Yeni topraklarında iki yüze yakın zeytin aşısı, yüz kadar kayısı, şeftali fidanı yetiştirmişlerdi ve çok yakında zengin olmayı düşlemişlerdi. Oysa artık neredeyse kurumak üzere olan su, şimdi kendilerine bile yetmiyor ve komşularla paylaştıkça, zenginlik hayalleri de hızla yok oluyordu.

Hemen oracıkta kararını verdi. Suyun aşağıdaki komşulara akmasını sağlayan düzeneği kapattı. Sadece kendi bahçelerine giden kanalı açık bıraktı. Ertesi sabah köyde kıyametin kopacağını, belki de sonu kanla bitecek felaketlerle karşılaşacağını biliyordu ama umursamadı. Su kendi bahçesinden çıkıyordu ve onun demekti. Onu istediği gibi kullanabilirdi.

Eve vardı. Kardeşinin karısı ortalıkta dolaşıyordu. Bu incecik belli, kalçaları bir at kadar geniş ve oynak olan kadını her görüşünde olduğu gibi yine kanı kaynadı. Boğazı kurudu. Kardeşi aylardır hapiste ve ‘gelin’ dediği kadın da yalnızdı ama yine de ona dokunmaya cesaret edemiyordu. Yutkundu. ‘Gelin’ dedi. Nasıl olduğunu anlayamadan kolunu uzattı ve kadının beyaz, kalın bileğini yakaladı. Kardeşinin karısı direnmedi, karşı koymadı. Bileği, adamın elinde sarktı kaldı. Eli kolu buz kesen kadını, iç odada kendine serdiği yatağa sürükledi.

İlerideki evde yaşayan helvacının şu anda çıraklarından birine omuzlarını ovdurduğunu, öteki yakışıklı çırağın ise üst katta helvacının şişman karısına ‘hizmet verdiğini’ ve evin iki kızının da aşağı yukarı inip çıkarak, anahtar deliğinden bütün bu olanları izlediklerini biliyordu.

Sıcaktı. Susuz bir yazdı. Gece yanıyordu. Ay büyüyordu ve sıcağın yakıp kavurduğu kadınlarla erkekler, ‘ay büyürken uyuyamıyordu’…

Bütün bu yazdıklarını yeniden okuyan ince yapılı adam,  kıs kıs güldü. Okuyucuların şaşıracaklarını, anlattıklarına inanmayıp, şaşkınlık geçireceklerini biliyordu. Oysa yazdıkları gerçekti. Çoğu yaşanmış olaylardı. Bunu bilmenin rahatlığıyla yazı masasından kalktı…

Kızılçullu Yolu, Harbe Gidenin Şarkıları, Güzel Aydınlık, İmbatla Gelen gibi şiirleri, Susuz Yaz, Ay Büyürken Uyuyamam ve Makedonya 1900 adlı öyküleri, Tütün Zamanı ve Acı Tütün romanları, Mine, Boş Beşik, Nalınlar, Vur Emri ve Derya Gülü gibi tiyatro oyunlarıyla tanınmış olan Necati Cumalı, 13 Ocak1921’de günümüzde Yunanistan sınırları içinde bulunan Florina’da doğdu.  Ailesi 1923 ‘mübadelesi’ ile Türkiye’ye göç ederek, İzmir Urla’ya yerleşti. Ortaöğrenimini İzmir Atatürk Lisesi’nde tamamlayan Necati Cumalı, Ankara Hukuk Fakültesi’nden 1941’de mezun oldu.

Kısa süren avukatlık ve resmi görevlerin dışında sürekli olarak yazan Cumalı, edebiyata şiirle girdi ama asıl ününü 1963 yılında yazdığı Susuz Yaz adlı öyküsüyle kazandı. İzmir Urla’nın Bademler Köyü’nde geçen bu öykü, büyük ölçüde yaşanmış olayları yansıtıyordu. Cumalı, avukatlık yaptığı sıralarda karşılaştığı sıradan bir olaydan, çok etkileyici bir öykü çıkarmayı başarmıştı.

Öyküde, kendi toprağında bir su kaynağı bulunan Hasan adlı bir çiftçi, baş gösteren bir kuraklık nedeniyle suyun komşularına gitmesini engelliyor ve bu nedenle çıkan gerginlik sırasında da komşularından birini öldürüyordu. Suçu küçük kardeş Osman üstleniyor ve hapse giriyordu. Ağabey Hasan da bir süre sonra hapiste bulunan kardeşinin öldüğü yalanıyla çaresiz bıraktığı kardeşinin karısıyla yaşamaya başlıyordu.

Yönetmen Metin Erksan’ın aynı adla sinemaya uyarladığı Susuz Yaz filmi, 1964 Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazandı. Film, yine aynı yıl Meksika’da düzenlenen Acapulco Film Festivali’nde Altın Maya ödülüne layık bulundu.

Necati Cumalı’nın 1969 tarihli Ay Büyürken Uyuyamam adlı öyküsü de tartışmalara yol açtı. Cumalı bu öyküsünde bir Ege kasabasında geçen sıra dışı cinsel olayları anlattı. Eşcinsellik ve yer yer enseste kadar varan bu anlatım, çoğu okuyucuyu rahatsız etti. Cumalı, bu öykülerin de aslında gerçek olaylara dayandığını belirterek, eserini savundu.

Umarsız bir hastalığa yakalandığını anladıktan sonra İstanbul’a yerleşen Cumalı, yaşama umudunu hiç yitirmedi. “her yeni gelen günü /yeni bir ümitle beklemeli/aşk yaşayanlar içindir” diye yazdı.

Nedir, iyice yorulmuştu. Sonuna Geliyoruz başlıklı şiirinde, “Bu yaştan sonra her şey/Uzak yakın bana eşit geliyor/Toprağı daha bir seviyorum” diye anlattığı toprağa 10 Ocak 2001’de kavuştu. Ay Büyürken Uyuyamam ve Aylı Bıçak gibi eserlerin sahibi Necati Cumalı’nın bu dünyadan ayrılışı, Milenyum olarak adlandırılan ‘Yeni Bin Yıl’ın ilk ay tutulması sırasında oldu.

Rastlantı işte…


Yorum Yazın