İstanbul
Hafif yağmur
11°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,6441 %-0.01
37,2174 %0.16
102.156,02 %-2.053
3.141,13 -0,58
Ara

Hukukun üstünlüğüne saygı neden önemlidir?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Hukukun üstünlüğüne saygı neden önemlidir?

Bütün hafta boyunca Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet cezasını tartıştık. İş o noktaya vardı ki; kazara idam cezası kalkmamış olsaydı, herhalde kendisini darağacına göndermekten çekinmeyecek hakim ve savcıları da tartışıyor olacaktık. Daha önce beraat ettiği ve herhangi inandırıcı bir delilin bulunmadığı bir davanın tekrarında bu cezaya mahkum edilmesi benim vicdani kanaatime göre kabul edilebilir bir durum değil.

Peki bu dava zaten hukuki olmaktan çıkıp gerek Türkiye içinde gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı uyarınca uluslararası bağlamda siyasileşirken, neden karar içinde bulunduğumuz haftaya sıkıştırıldı? Bu zamanlama ne anlama geliyor?

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırdığı süreçle birlikte kaleme almaya çalıştığım yazılarımda, yaşanan büyük insanlık trajedisinden karlı çıkanın ülkemiz olduğuna dair görüşlerimi ifade ettim. Gerek enerji çeşitliliği arayan, yeni bir güvenlik ve savunma kimliğinin arayışında olan (24 Nisan seçimi ile Fransa Devlet Başkanlığına yeniden Macron’un seçilmesi bu bağlamdaki arayışın devamı niteliğindedir), nihayet tedarik zincirinin kırılmaması için Türk karayolları ile demiryolu ağına mecbur kalan AB için Türkiye’nin stratejik öneminin misli ile arttığı gerçektir.

Savaş başlamadan Kavala ve Demirtaş davaları ile ilgili ne konuşuyorduk? Hatırlamakta yarar var. Bırakın son kararı, her iki sanığın da haksız yere tutukluluklarının devamının AİHM tarafından kabul görmediğini ve bu durumun devamı halinde Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nden ihracı dahil olmak üzere çeşitli olasılıkları tartışıyorduk. Bu arada Avrupa Konseyi’nden tek ihraç edilen ülkenin Ukrayna saldırısının ardından Rusya olduğunu da unutmayalım.

Kavala kararı sonrasında Avrupa Konseyi’ni ve hepsi de Konsey’in üyesi olduğu Avrupa Birliği’ni çok zor bir duruma soktuğumuz açık. Bir yandan Türkiye ile nasıl bir pozitif gündem yaratıp, Türkiye’yi yanımızda tutabiliriz düşüncesi, öte yandan AİHM kararlarına uymamakta ısrar eden Türkiye’ye bir yaptırım uygulamazsak değerlerimizle ne oranda bağdaşırız kaygısı. Kesinlikle Avrupa’nın Türkiye konusunda kafası karışık. Hele Biden’ın 24 Nisan 1915 olaylarını yeniden “soykırım” olarak nitelendirmesinin yanına bir de “yaptırım kararı çıkarsa, Türkiye acaba yönünü Batı’dan Doğu’ya çevirir mi?” korkusu.

Tekrar dönelim Kavala davasına. Ben ne yazık ki yargıçların kendi düşünceleri doğrultusunda böylesine hukuk mantığının tamamen dışında bir karara imza attıklarına inanamıyorum. Başta da ifade etmeye çalıştığım gibi, dava ve karar hukuki olmaktan çıkıp siyasi bir görünüme bürünmüştür. Bu durumda Ankara’nın kararın zamanlaması ile ilgili ne düşündüğü önem kazanmaktadır.

İlk varsayım, “o kadar önemli hale geldik ki; bizi onaylamaktan öteye bir şey yapamazlar!” şeklinde düşünülebilir. Eğer bu gerçek ise, AB’nin ve Avrupa Konseyi’nin yıllardır ifade ettiği ve kendisini dayandırdığı “değerler” manzumesinin gerçek anlamda çöp kutusuna atılacağı bir döneme girildiğinin de altını çizmek gerekir. Bunun yanı sıra inatlaşmanın sonucunda iç politikaya yönelik olarak, “helal olsun bizi yönetenlere, Avrupa’ya Türk’ün gücünü gösterdiler!” düşüncesinin doğmasına hizmet edilmiş de olabilir. Ne de olsa hamasetin futbol sahalarındaki “Avrupa, Avrupa duy sesimizi, bu gelen Türklerin ayak sesleri!” ile örtüştüğü, bu sloganın bir başarı mı? yoksa bir aşağılık kompleksi travmasının sonucu olarak mı? ortaya çıktığı da ayrı bir tartışma konusudur.

İkinci varsayım ise daha kötü bir senaryoya işaret etmektedir. Batı ile ilişkileri tamamen kopartmak, yönü Doğu’ya çevirmek. Diğer ifadesi ile Rusya ve Çin’e yönelmek.

Rusya’da Putin’in geleceği giderek belirsizliğe yelken açarken, Çin Rusya’dan sonra sıranın kendisine geleceği bilinciyle Rusya ile flörtünü kısmen askıya almışken herhalde böyle bir senaryo düşünülmemiştir umundayım.

Ekonomiye gelince. Hukukun siyasallaştığı ve tek kişinin iradesine tabi olduğu bir ortama yatırımcı gelmez ve ekonomi arzulanan belirsizlik ortamından kurtulma şansını yakalayamaz. Son yazımda da belirtmiştim, bir kez daha altını çizmekte yarar olduğu düşüncesindeyim: “mesele hukuk devleti olmak değil, hukukun üstünlüğüne saygılı devlet olmak!”

Yorumlar
Aşağıdaki görselde işlemin sonucu kaçtır?
Captcha Image
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *