İstanbul
Parçalı az bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,7286 %0.13
37,4278 %-0.14
99.024,00 %-5.804
3.163,45 -0,49
Ara

Yangın ve demokrasi

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Yangın ve demokrasi

78 canımız “nasıl olsa bir şey olmaz!” mantığı ile, küçük ihmaller sonucu korkunç şekilde hayatlarından oldular. İnanın uzun süredir ne görüntülere bakabildim ne de televizyonu açıp haberleri izleyebildim. İzleyebildiğim kadarı ile kim suçlu tartışması yapılıyor. İktidar kanadı suçun faturasını konuyla hiç ilgisi olmayan Bolu belediyesine çıkartmaya çalışıyor, muhalefet kanadı da haklı olarak bütün denetim yetkilerini elinde toplamış olan iktidarı ve özellikle de Turizm ve Kültür Bakanlığını suçluyor.

Yaşıtlarım hatırlayabilir, 1980’li yıllarda “Avrupa Tek Pazarı”na geçiş çalışmaları yapılıyor, bu geçişin önündeki en büyük engel olarak da her ülkenin aynı konularda farklı standartlara sahip olmaları gösteriliyordu. Her ülke kendi standartlarını diğer AB (o sıradaki adı ile Avrupa Toplulukları – AT) ülkelerine karşı korumacı amaçla kullandıkları ölçüde baştan itibaren arzulanan ekonomik entegrasyon tam anlamıyla gerçekleşmiyordu.

Oldukça zahmetli uğraşlar sonunda birörnek Avrupa standartları yaratmak üzere CEN ve CENELEC adı ile iki kurumsal yapı oluşturuluyor ve bugün kullandığımız pek çok ürünün üzerinde yer alan CE işaretinin önü açılıyordu. Eğer kullandığınız bir ürünün üstünde CE damgası varsa, bu ürün AB’nin kabul edilmiş standardına uygundur.

Aynı dönemdeki en önemli tartışmalardan bir tanesi de standardizasyon sürecinin ruhu ile ilgiliydi. Herhangi bir malın ya da hizmetin üretiminde farklı çıkarlar bulunmakta. Bir tarafta kuvvetli olan üretici, diğer tarafta daha güçsüz gözüken malın ya da hizmetin tüketicileri. Bu koşullar esas itibarı ile standart üretiminin bir demokratik süreç olduğuna işaret ediyor, dolayısı ile çatışan çıkarlar arasında bir dengenin oluşturulmasında ciddi bir denetim mekanizmasının kurulması gereğini ön plana çıkartıyordu. Denetim mekanizmasında olası çıkarlardan bir tanesinin daha fazla gözetilmesini engellemek için ortaya konan soru, “denetleyeni kim denetleyecek?” şeklindeydi.

Peki biz ne yaptık?

AB üyeliği hedefi doğrultusunda gerçekleştirilen gümrük birliğinin son dönemi, teorik olarak uyum yasalarını gündeme getirdi. Üreticilerimiz çok hevesli olmasa da, özellikle ihracata yönelik olarak çalışanları mecburen AB standartlarına uymak durumunda kaldılar. Ancak çok iyi hatırlıyorum, çok büyük holdinglerimizin bir tanesinin planlamasının başındaki değerli bir büyüğümüz, “AB’ye mal satarken tabi ki uymak zorundayız, ama iç pazarı düşünürken daha esnek davranmakta yarar var!” demek sureti ile esas niyeti beyan ediyordu. Diğer ifadesi ile kaliteli Avrupa’ya kaliteli mal, kalitesiz Türk’e kalitesi tartışılır mal.

Esas itibarı ile o gün de karşı çıktım, bugün de aynı kanaati taşıyorum, “uyum” kelimesi gerçeği yansıtmıyor. Evet belli metinleri Türkçeye çevirdik, mevzuat haline dönüştürdük, ancak teknik olarak yaptığımız iş harmonization karşılığına denk düşen uyum değil, approximation karşılığına denk düşen yakınlaştırma. Zira yine teknik olarak denetleyeni kim denetleyecek sorusu havada kalmaya devam ediyor ve eğer bir gün AB’ye katılırsak, ancak o gün kelimenin tam anlamı ile uyumdan bahsedebilir olacağız.

Peki uymayınca ne oluyor?

Denetlemesi gerekenler ile denetleyenlerin çıkar çatışması içinde olmaması gerektiği, bırakın çıkar çatışmasını, denetleyenin çıkarları çatışanların arasındaki bir tanesinin çıkarlarını gözetmemesi gerektiği, her halde yukarıda anlattıklarımızın kısa bir özeti.

Hastane sahibi bir kişiden bağlık bakanı, okulları olan bir kişiden milli eğitim bakanı, turizm işletmeleri olan bir kişiden turizm ve kültür bakanı atadığınız andın itibaren bırakın denetleyeni kim denetleyecek ince sorusuna cevap arayışını, başlangıç anından itibaren çıkar çatışmasının dik alasını yapıyorsunuz demektir.

Peki çıkar sahipleri bu durumda kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalışırken yarar sağlamaktalar mı? Kesinlikle hayır. Sağlık sistemine olan güvenin yitirilmesi, eğitim sistemine olan güvenin yitirilmesi, bugünün konusu ile ilgili olarak en fazla ihtiyaç duyulan döviz girdisini sağlayacak olan turizm sektörüne güvenin yitirilmesi.

Peki sorumlu kim?

Sadece bahsettiğimiz bakanlar mı?

Gerisi sizin değerlendirmelerinize kalmış.  Benim fikrimi soruyorsanız, kaybettiğimiz 78 canın arkasında ciddi bir demokrasi meselesi ve uyuyormuş gibi yapmanın kaçınılmaz sorumlulukları var.

Sistemimizi demokratikleştirmediğimiz oranda daha çok suçlu aramaya ve bahanelerin tarafı olmaya devam ederiz.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *