“Anarşi ortamı”
12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştirenlerin en büyük gerekçesi, kendi deyimleriyle ülkedeki anarşi ortamına son vermekti. Öncelikle bu, anarşizmin tamamen yanlış ve cahilce yorumlanması üzerine ortaya konulan bir tezdi. İnsanların doğaları gereği iyi oldukları fikri üzerine kurulan, dayanışmayı ve işbirliğini öne çıkaran anarşizm, başta Kenan Evren olmak üzere darbecilerin ve onlara destek çıkanların kafalarında çok farklı bir biçimde topluma yansıtıldı. Sonuçta anarşizm denilince hemen herkesin aklına kan, gözyaşı ve kaos gelmeye başladı.
12 Eylül öncesinde tırmanan şiddetin ve çatışmaların açık bir kontrgerilla faaliyeti olduğuna bugün hiçbir şüphe yoktur. Her şey bir kenara bırakılsa bile, 1 Mayıs 1977’de yapılan katliamın failleri kameralara dahi yakalanmış, buna rağmen kimlikleri bugün bile sır olarak kalmıştır. Başta bu katliam olmak üzere, o dönem yapılan buna benzer tüm faaliyetler ülkeyi bir darbeye sürüklemek amacıyladır. 13 Eylül günü akan kanın bir anda kesilmiş olması da bunu doğrular niteliktedir.
Peki akan kanı sözde durdurmakla darbecilerin görevi tamamlanmış mıdır? Daha sonra yaşanan gelişmelere bakıldığında bu soruya evet yanıtını vermek zordur. 24 Ocak kararlarının sıkı bir biçimde uygulanması, ardından Özal’ın başbakanlığa gelmesi ve “anarşi”nin geri gelmemesi için toplumu politik alanda uysallaştırma yolunda planlı bir programla hareket edilmesi darbecilerin üstlendikleri görevin uzun yıllar aldığını göstermektedir.
Uygulanan bu programlı çalışmayla 12 Eylülcülerin kafalarındaki anarşi tehlikesi ortadan kalktı. Fakat Özal’ın neoliberal sisteme Türkiye’yi eklemlemesi ve halkın apolitikleştirilmesiyle bu defa başka bir “anarşi” türü ortaya çıktı. Yeni Türkiye’de para, makam, güç sevdası her şeyin önüne geçti. Yaratılan pervasızlık ortamında güçlü olanın haklı olduğu, adalet mekanizmasının buna göre işletildiği bir sistem yaratıldı.
12 Eylül’den bu yana geçen yaklaşık 45 yılın yarıdan fazlasında ülke yönetiminde bulunan AKP döneminde bu durum daha da belirginleşti. İktidara yakın olmanın bütün kapıları açtığı, bu kişilerin suç işlemekten muaf tutulduğu, toplumun geriye kalan kesimlerinin ise can güvenliklerinden her geçen gün daha fazla endişe duydukları bu dönemde, başta vurgulandığı gibi halka çok farklı anlatılan “anarşi”nin bir başka türü ortaya çıktı.
1980 öncesinde yaşanan kaosun temelinde en azından politik bir mücadelenin izleri vardı. İnsanlar belli bir ideolojik ya da fikri amaç üzerine gerektiğinde yaşamlarını ortaya koyabiliyorlardı. Bugün yaşanan kaosun temelinde ise yalnızca çıkar ilişkileri yatmaktadır.
Her ne kadar yanlış olsa da, mevcut sistemin kurucuları olan darbeciler ve onların günümüze kadar gelen sivil uzantıları anarşiyi nasıl tanımlamışlarsa o çerçevede sormak gerekir. Bundan 50 yıl önce politik fikirler uğruna birbirleriyle kavga edenlerin yarattığı ortam mı, yoksa eğlenmek için gidilen bir otelde yapılan ihmaller, hukuk tanımazlıklar ve denetim eksikliklerinedeniyle yok yere hayatını kaybedenlerin olduğu ortam mı daha anarşisttir?