Yeni rejimin gerçek yüzü

HTŞ geçtiğimiz yılın kasım ayında Şam’a doğru ilerlemeye başladığında gelişen yeni duruma temkinli yaklaşan iktidar, ilerlemeye Esad güçleri tarafından karşı konulamayacağı anlaşıldığında hemen tavrını değiştirmiş ve adeta sevinç çığlıkları atmaya başlamıştı. Bu tavır, iktidar el değiştirdikten sonra yerini yeni rejimi sahiplenmeye bıraktı. MİT Başkanı İbrahim Kalın Şam’a gitti ve Colani ile bir araya geldi. Beklenmedik ve ani bir biçimde yapılan bu ziyaretle birlikte bütün dünyaya “Yeni rejimin koruyucusu ve destekçisiyiz” mesajı verildi.
Oysa aynı günlerde HTŞ, Türkiye’nin de aralarında olduğu birçok ülke tarafından resmen terör örgütü olarak kabul ediliyordu. Üstüne üstlük İslam’ın siyasallaştırılmasının demokrasi getirmediği, aksine kan, gözyaşı ve baskı ürettiği daha önce birçok defa görülmüştü. Esad’ın liderliğindeki Suriye’nin de demokrasiyle hiçbir alakasının olmadığı açıktı ancak Esad’ın yerine gelenlerden demokratikleşme adımları beklemek geçmişin örneklerine ve iktidara gelenlerin düşünce yapılarına bakıldığında hayaldi.
İşte bu bakımdan Türkiye’nin MİT Başkanını Şam’a göndererek öne atılması acelecilikten başka bir şey değildi. ABD, Rusya, İngiltere gibi ülkeler süreci takip edeken böyle bir girişimde bulunmak ilerleyen süreçte beklenmedik sorunlara yol açabilirdi.
Nitekim beklenen oldu ve yeni rejimin ilk günlerin sözde barışçıl havasından uzaklaşarak, rejimle uyuşamayacağı öngörülen belli kesimlere karşı katliamlara başladığı görüldü. Lazkiye’de yaşananlar, siyasal İslam eliyle demokrasiye ulaşılamayacağını bir defa daha kanıtladı.
Bununla birlikte yeni anayasanın hazırlanması için rejimin ortaya koyduğu şartlar, gidilmesi planlanan istikametin özgürlüklerden ve insan haklarından ne kadar uzak olduğunu gösteren bir başka örnek oldu. Al Jazeera’nın haberine göre, kanunların temelinin İslam hukukuna göre düzenlenmesi, başkanlık sistemine geçilmesi, geçiş döneminin en az üç yıl sürmesi ve cumhurbaşkanının Müslüman olması bu şartlar arasında yer aldı. Yine şartlar arasında yer alan insan hak ve özgürlüklerinin ve kuvvetler ayrılığının güçlendirilmesine yönelik maddenin yukarıdaki maddelerle nasıl uyum sağlayabileceği ise açıklanmadı.
Bugün geldiğimiz noktada yeni rejimin demokrasi ve insan hakları konusunda eskisinden hiçbir farkının olmadığı açıkça anlaşılmıştır. Üstüne üstlük yapılan katliamlar, rejimin meşruiyetini sarsmakta ve bu durum rejimin yanı sıra ona hamilik eden Türkiye’nin de başını ağrıtacak gibi görünmektedir. Bu vesileyle siyasette aceleciliğin ne kadar vahim sonuçlara yol açabileceği bir defa daha ortaya çıkmış, Erdoğan ve ekibinin bu acelecilik sebebiyle uluslararası alanda ciddi problemlerle karşı karşıya kalma riski meydana gelmiştir.