Bebeğin ağlaması, fiziksel yakınlığı ve teması sağlamak için son derece etkili doğal bir davranıştır. Evrimsel süreçte, bebekler ağladıklarında, ebeveynlerin hızlı ve etkin bir şekilde algılayıp, hemen yanıt vermesi, onların güvende kalmalarını sağlamıştır.
Bebeğiniz, sizi duymadığında, görmediğinde ya da fiziksel temasınızı kaybettiğinde de ağlamaya başlar. Bu şekilde, ihtiyaç duyduğu bakımı almak için sizi yönlendirir ve uygun davranışı yapmanızı sağlar. Bebekler sadece ihtiyaç duydukları şeyler için değil, bazen hiçbir neden olmadan da ağlayabilirler. Bu durum, ebeveynler için kafa karıştırıcı olabilir, ancak bu süreç, bebeğinizin sizinle güçlü bir güven ve sevgi bağı kurmak ve bu bağı sürdürmek için kullandığı bir yoldur. Sizinle kurduğu bu bağ, bebeğinizin tüm hayatı boyunca strese karşı nasıl tepki vereceğini şekillendirerek, bilişsel ve sosyal-duygusal gelişimini etkiler ve ileride kuracağı ilişkilerde de önemli bir rol oynar.
Ebeveynler, bebeklerinin ağlamalarını içgüdüsel olarak algılar ve uygun yanıtı verirler. Hamilelik ve doğum sırasında hormonal, beyin yapısı ve işlevselliğindeki değişiklikler, annelerin bebek ağlamasına duyarlı bir şekilde yanıt vermesine yardımcı olur. Bebeklerin ağlamasına neden bulmak isteyen anneler, yaşamın ilk birkaç ayında yüz ifadesi ve kas gerginliği gibi yüzeysel bilgilere dayanarak deneme yanılma yöntemiyle ağlamayı durdurmaya çalışırlar. Zamanla, her anne kendine has bir tutum geliştirerek bebeğini yatıştırma yöntemini keşfeder ve böylece hem kendisinin hem de bebeğinin stresini azaltır. Bebeğin ağlamasına hızlı tepki vermek ve annenin bebeğin ağlamasına duyarlılığını artırmak için çeşitli müdahale programları geliştirilmektedir.
Hamilelik ve doğum sonrası dönemde bebek ağlaması ebeveynlerin yoğun duygular yaşamasına neden olabilir. Bir araştırma, doğum öncesi dönemde ebeveynlerin %25’inin, doğum sonrasında ise %44’ünün, bebeğin ağlaması sonrasında ona zarar verme düşünceleri yaşadıklarını bildirmiştir. Tüm ebeveynler, bebeğin ağlamasına karşı onu yatıştırma konusunda güçlü bir arzu hissederken, zarar verme düşüncesi yaşayanların çoğu, bu düşüncelerle başa çıkmak için ortamdan kaçma arzusunu daha yoğun hissetmiştir. Bebeği sarsarak sakinleştirme genellikle ebeveynler tarafından kabul edilmezken, bu yaklaşım babalar ve bebeğe zarar verme düşüncesiyle mücadele eden ebeveynler tarafından daha çok desteklenmiştir. Aynı araştırma ekibinin 2024 yılında yayımladıkları çalışmada ise anne ve babalar arasında bu konuda fark bulunmamıştır. Bu durum, babaların çocuk bakımında daha fazla sorumluluk almaları, çocuk bakımına katılımlarında artış ve baba-çocuk ilişkisinin derinleşmesiyle açıklanmaktadır. Bu sonuç, babaların da anneler kadar çocuklarının ağlamalarına karşı duyarlı hale geldiklerini göstermektedir.
Olumlu kişilik özelliklerine sahip ve güçlü bir hafızaya sahip anneler, bebeklerinin stresini daha doğru algılayabilir ve empatiyle yaklaşabilir. Bu durum, bebeğin ihtiyaçlarına doğru ve zamanında yanıt verebilmelerini sağlar. Ancak, duygularını yönetmekte zorlanan ve duygusal tepkilerini kontrol edemeyen anneler, bebeğin işaretlerini doğru okuyamayabilir ve bebeğin sıkıntısına öfke, kaygı veya duygusunu küçümseme gibi olumsuz anlamlar yükleyebilirler.
Bu da bebeğin ağlamalarına karşı daha az karşılık vermelerine yol açabilir. Ayrıca, uykusuzluğa bağlı aşırı yorgunluk, ebeveynlerin duygu ve davranışlarını yönetme becerilerini zayıflatabilir ve bebeğin ağlamalarına beklenenden daha düşük düzeyde karşılık vermelerine yol açabilir.
Paylaştığımız bilgiler ilginizi çekti değil mi? Çok daha fazlası, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Perran Boran’ın DEN Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı ‘Bebek Uykusunun Anahtarı Anne-Babanın Elinde’de. Boran eserinde aile merkezli uyku eğitim seçenekleri sunarken, ebeveynlerin kendilerini güçlü ve yetkin hissetmelerini sağlıyor.
Tüm seçkin kitapçılardan Dr. Perran Boran’ın ‘Bebek Uykusunun Anahtarı Anne-Babanın Elinde’ isimli kitabına ulaşabilirsiniz.