Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye’nin Üçüncü Babında Arhavili İsmail’i anlatırken, bu ölümüne ve onurlu savaşa katılan atları da yazar ve “Beygirler çirkindiler, bakımsızdılar, hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi. Fakat bozkırda kişneyip köpürmeden, sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı” der.
Yıllar sonra bu güzelim Türkiye’yi adam gibi, insan gibi, ayrısız gayrısız seven biri, oturdu bu Kuvayi Milliye atlarını çizdi. Onları yalım yalım maviye boyadı. Öyle bir boyadı ki, onlar at olmaktan çıkıp, umudun ve dayanmanın bir simgesi olup çıktılar.
16 Ekim 2003’te kaybettiğimiz Avni Arbaş’tı bu ressam. O, mavi atların, hayal çiçeklerinin, sisli Salacak sahillerinin ressamıydı. Anadolu’ya ve Anadolu insanına vurgundu. Balıkçıları çizdi, Asmalı Mescit’te bir sigara içimi soluklanan sırt hamallarını çizdi. Doğadan hiç kopmadı. “Ölüdoğa diye bir şey yok, hiçbir şey ölü değildir. Benim resmettiğim çiçekler doğadan kopya edilmemiştir. Onlar düşüncemin ürünüdür” diyordu...