İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4588 %-0.06
36,5388 %-0.14
3.521.964 %3.474
3.054,31 0,03
Ara
MUHALIF GAZETECILIK KÜLTÜR SANAT Lemi Özgen yazdı: "Ölmüş bir kadının evrak-ı metrukesi"

Lemi Özgen yazdı: "Ölmüş bir kadının evrak-ı metrukesi"

Yazarımız Lemi Özgen, Münevver, Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi, Yaban Gülü, Nedret, Hüsran, Hicran Gecesi, Mazinin Sesi ve Necla adlı eserleriyle 1930’ların en ünlü romancılarından biri olan Güzide Sabri’yi kaleme aldı...

Lemi Özgen'in kaleme aldığı, "Ölmüş bir kadının evrak-ı metrukesi" başlıklı makale şöyle:

Mektubun devamını okuyamadı. Boğazı kuruyor, kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi hızla çarpıyordu. Lavanta kokulu ipek mendiliyle gözyaşlarını kuruladı. Pencereye doğru yürüdü. Kadife perdeyi biraz aralayıp, gümüş tozuna bürünmüş yeşillikler içinde sessizce yükselen Çamlıca tepesine baktı.

Yeniden ağlamaya başladı. Geçen yıl tepenin eteklerindeki büyük çam ağaçlarına doğru yaptıkları fayton gezisini hatırladı. Aslında ilk kez o gün “endişelenmişti”. Hava pek de sıcak olmamasına rağmen Şefik’in bembeyaz alnının ansızın terle kaplanmasından korkmuş, hele Şefik sık sık öksürmeye başlayınca iyice üzülmüştü.

Biraz kendine gelince pencerenin önünden ayrıldı ve mektubu bu kez bir solukta okudu.

Şefik, amcasına yazdığı mektupta, bunca zamandır kendisinden gizlenen gerçeği itiraf ediyordu. “Kızınız Münevver’den ayrılmak mecburiyetinde kaldım. Kalbimin en derin ve gizli yerlerinde sakladığım o aziz kadını üzmeye hakkım yoktu çünkü. Gerçeği size söylüyorum. Ne yazık ki ben kurtuluş ümidi kalmamış bir verem hastasıyım ve günlerim sayılıdır. Bunu Münevver’e asla söylememenizi rica ediyorum sizden” diye yazıyordu.

İşte şimdi her şeyi anlıyordu. Şefik verem olduğu için ansızın ondan ayrılmıştı. 

Kararını verdi. Salona doğru koştu ve haykırdı. “Dadı derhal köşke bir fayton çağırınız.” Biraz sonra araba geldi. Münevver telaşla faytona bindi. Arabacıya en hızlı şekilde Üsküdar iskelesine gitmesini söyledi. 

İskeleye geldiğinde Büyükada vapuru hazır bekliyordu. Biner binmez vapur hareket etti. Kendisine asırlar kadar uzun gelen bir saatlik yolculuktan sonra iskeleye yanaşan vapurdan atlayıp, Büyükada’nın yeşil çamları arasında deli gibi koştu. Başındaki siyah şal açılıp, yerlere doğru kaydı. 

Hiçbirini fark etmedi. Koştu. Durmadan koştu. Dilburnu’na doğru yükselen tepeye ulaştı ve sanatoryumu gördü. Kirli beyaz renkteki bina, çamların ve mimozaların arasında öksüzce orada duruyordu işte. 

Hüngür hüngür ağlıyordu artık. Koşmaya devam etti ve avazı çıktığı kadar “Şefik” diye bağırdı. Sevdiği adam pencerede belirdi. Münevver’in koşarak gelmekte olduğunu görünce o da bahçeden dışarıya fırladı. İki aşık, çamların arasında birbirlerine doğru koşmaya başladılar.

Sonra hareketleri yavaşladı. Artık koşmuyorlar, havada yüzüyorlardı sanki. Ellerini birbirlerine doğru uzattılar. İyice yavaşladılar. Bir duman gibi gökyüzüne doğru yükseldiler. El ele tutuştular ve çamlar arasında kayboldular…

Üslubunu yansıtabilmek için benim epeyce abartarak yazdığım bu satırların benzerleri, elli altmış yıl öncesinin ünlü romancısı Güzide Sabri’nin eserlerinde sık sık yer aldı. 1930’ların en ünlü romancılarından biri olan Güzide Sabri’nin; Münevver, Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi, Yaban Gülü, Nedret, Hüsran, Hicran Gecesi, Mazinin Sesi ve Necla adlı romanları, o dönemin okuyucuları tarafından çok sevildi. Tüm kitapları baskı üstüne baskı yaptı.

1883’te İstanbul Fındıklı’da doğan ve asıl adı Ayşe Özgün olan Güzide, daha on sekiz yaşındayken roman yazmaya koyuldu.

1901 yılında piyasaya çıkan Münevver adlı romanda, Münevver amcazadesi olan tıp fakültesi öğrencisi Şefik’le platonik bir aşk yaşıyor ve işler mutlu bir sona doğru ilerlerken Şefik’in vereme yakalanması her şeyi alt üst ediyordu.

Genç kızın üzülmemesi için gerçek kendisinden gizleniyor ve Şefik’in başka bir kadınla evlenerek, uzaklara gittiği söyleniyordu. Buna rağmen Şefik’i sevmekten vazgeçmeyen Münevver, bir rastlantı sonucu Şefik’in babasına yazdığı mektubu buluyor ve gerçeği öğreniyordu. Apar topar Büyükada’ya giden genç kız, sanatoryumdaki Şefik’i buluyor ama genç adam bir süre sonra ölüyordu. Romanın sonunda ise Münevver de “üzüntüsünden” verem oluyor ve “sevgilisine öte dünyada kavuşacağı için” neredeyse mutlu bir şekilde bu dünyadan ayrılıyordu.

Onun bu romanda canlandırdığı iki aşığın çamlar arasında havada uçar gibi yavaşça birbirlerine doğru koşma sahnesi, daha sonra Yeşilçam’da çevrilen sayısız filmde tekrarlandı.

Güzide Sabri, iki yıl kadar sonra kendisini üne kavuşturan “Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi”ni yayımladı. 

Beyoğlu Birinci Noteri Ahmet Sabri ile evlendikten sonra yazmayı bıraktı. Eşinin memleketi olan Giresun’a taşındılar. Çamlıca’dan, Büyükada’dan, Şişli, Nişantaşı ve Ayaspaşa’dan uzak kalan İstanbul kızı Güzide Sabri, bu taşınmadan kısa bir süre sonra 1946’da öldü.

“Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi” adlı romanında, kalbinden hasta olan Fikret isimli kadın, âşık olduğu doktor Nejat’ın “size yorgunluk ve heyecanı yasak etmedim mi?” diye kızmasına “heyecan duymayan bir kalp, ölmüş sayılmaz mı zaten Nejat Bey” diye cevap veriyordu.

Köşklerden, solgun leylaklardan, hüzünlü mimozalardan, bütün o elem bahçelerinden, veremin incelttiği kederli yüzlerden uzak kalmış olan Güzide Sabri’nin kalbi de zaten çoktandır heyecan duymuyordu.

Bitti ve geriye Güzide Sabri’nin “eskimiş yazıları” kaldı…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *