İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4573 %-0.07
36,4748 %-0.32
3.508.266 %3.257
3.061,67 0,27
Ara
MUHALIF GAZETECILIK KÜLTÜR SANAT Leyla Emeç Tavşanoğlu yazdı: Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime

Leyla Emeç Tavşanoğlu yazdı: Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime

Güftesi ilk kadın şairlerimizden İhsan Raif Hanım’a, bestesi Kemani Sarkis Efendi'ye ait, “Kimseye Etmem Şikâyet" şarkısı aradan geçen onca yıla rağmen hala dillerden düşmüyor. Yazarımız Leyla Tavşanoğlu, o nefis üslubuyla şarkı sözlerinin nasıl ortaya çıktığını ve güfte sahibi İhsan Raif Hanım'ın hayatını kaleme aldı...

Leyla Emeç Tavşanoğlu'nun, "Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime" başlıklı yazısı şöyle:
Geçen akşam sevgili dostum Ohannik Akopcan çok güzel bir Nihavend fasıl videosu göndermişti. O videodaki şarkıları dinlerken her zaman içimi acıtan bir tanesine denk geldim. Şarkının ismi “Kimseye Etmem Şikâyet…” Güftesi ilk kadın şairlerimizden İhsan Raif Hanım’a ait. Bestekarı Kemani Sarkis Efendi. 

Diyeceksiniz ki, bu şarkı neden senin içini acıtıyor? Hemen söyleyeyim. Güftesinin yazılış nedeni olan öyküsü nedeniyle. İhsan Raif Hanım çocuk yaşında yaşadığı ve hayatında büyük bir travmaya sebep olan olay yüzünden bu şiiri yazmış. Yıllar sonra da Sarkis Efendi bestelemiş.

Efendim, İhsan Raif Hanım İkinci Abdülhamit döneminin Nafıa ve Ziraat Nazırı Köse Mehmet Raif Paşa’nın kızı olarak 1877 yılında Beyrut’ta dünyaya gelmiş. Abdülhamit Mehmet Raif Paşa’dan pek hoşlanmadığı için onu İstanbul’da tutmak istemez, sıksık taşra kentlerinde göreve yollarmış. Taşrada olmalarına rağmen çocuklarının eğitimine çok önem veren Mehmet Raif Paşa onların iyi yetişmesine özen göstermiş.

Küçük İhsan Raif de çeşitli derslerin yanı sıra Fransızca öğrenmiş. Çok iyi piyano çalarmış. Derken çocuklar yavaş yavaş büyümeye başlamışlar. Mehmet Raif Paşa da artık İstanbul’a dönmüş. Aile Osmanbey, Rumeli Caddesi’nde, bugün Şişli Kaymakamlığı’na ev sahipliği yapan Taş Konak adlı beş katlı binaya yerleşmiş.

İhsan Raif artık 14 yaşına gelmiş. Bir akşam ablası Belkıs’la üst kattaki odalarında oynarlarken kapı birden açılmış. İçeri tanımadıkları bir adam girmiş. Adam İhsan’ı kaçırmaya kalkmış. Çocuklar bağırışınca ev ahalisi ayağa kalkmış. Adam kaçmış. Sonradan ortaya çıkmış ki adam Mehmet Ali isminde reji müdürüymüş. Çocuk yaştaki İhsan’a göz koymuş. Kaçırmak istemiş. Bu kaçırma işini de evdeki hizmetkarlar yardımıyla yapmaya çalışmış.

Aile önce olayın üstünde fazla durmamış. Ancak Mehmet Raif Paşa bunu takıntı haline getirmiş. Bazı kaynaklar Mehmet Raif Paşa’da bir merkezi sinir sistemi bozukluğu olduğunu yazıyor. Ama bu doğru mu değil mi, açıklığa kavuşmamış. Her ne hal ise, Mehmet Raif Paşa, namusumuz kirlendi, İhsan Mehmet Ali’yle evlenecek, diye tutturmuş. Yalvarmalar, ağlamalar para etmemiş. İhsan Raif 14 yaşında bir oyun çocuğuyken kendinden en az yirmi yaş büyük Mehmet Ali’yle evlendirilip İzmir’e gelin gitmiş.

İşte sözünü ettiğim “Kimseye Etmem Şikâyet” şiirini de nefret ettiği bir adamla evlendirildiği için yazmış. Evlilik yıllarca sürmüş. İhsan Raif Hanım’ın üç çocuğu olmuş. Fakat Mehmet Ali denilen kocası tam bir hovarda ve çapkınmış. Geceleri sabahlara kadar içer, o kadın benim bu kadın senin gezermiş. Sonunda İhsan Raif kocasından boşanmış. Üç çocuklu bir dul olarak İstanbul’a baba evine dönmüş.

Aradan birkaç yıl geçmiş, İhsan Raif Hanım’a bir kısmet çıkmış. Evlenmişler. Ama kocası evlendikleri gün elini öptürmeye kalkınca İhsan Raif ertesi gün o adamdan da boşanmış.

Bu arada da şiir yazmaya devam ediyormuş. Artık İstanbul’un edebiyat, sanat, kültür çevrelerinde tanınan bir isim haline gelmiş. Günlerden bir gün Fecr-i Ati Grubu’ndan yazar Şahabettin Süleyman’la tanışmış. Ama ne tanışma. İkisi için de tam bir yıldırım aşkıymış. 1914’te evlenmişler.

Evleri her gün edebiyat toplantılarına ev sahipliği yapıyor, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Ruşen Eşref, Fazıl Ahmet gibi isimler toplantıların müdavimleri haline geliyormuş. İhsan Raif Hanım’la Şahabettin Süleyman Bey evliliklerinin yedinci yılında, 1921’de bir Avrupa yolculuğuna çıkmışlar. Fakat heyhat!.. Şahabettin Süleyman Bey, seyahat sırasında, o yıl salgın haline gelen İspanyol gribine yakalanarak ölmüş.

İhsan Raif Hanım, hayatımın aşkı dediği eşini kaybedince karalar bağlamış. Ancak şiir yazmaya da devam ediyormuş. O zor döneminde ona en büyük desteği bir süredir tanıdığı ve iyi arkadaş olduğu Strasbourglu şair Bell vermiş. Aradan bir süre geçtikten sonra da Bell, İhsan Raif Hanım’a evlenme teklif etmiş. Meğer o kadar yıl boyunca Bell İhsan Raif Hanım’a aşıkmış ama belli etmek istememiş. Uzun sözün kısası çift evlenmiş. Bell Müslüman olup Hüsrev ismini almış.

Bu evlilik nedense İstanbul edebiyat çevrelerince hiç hoş karşılanmamış. İhsan Raif Hanım’la şair Bell de İsviçre’ye yerleşmişler. Çok da mutlu olmuşlar. Ancak İhsan Raif Hanım 49 yaşında apandisitinin patlaması sonucu hayata veda etmiş.

O dönemde, bu ülkede yaşayan şair bir kadının çok ilginç, bir o kadar da hüzünlü öyküsü. Sizlerle, bu yazıyı yazmaya beni iten “Kimseye Etmem Şikâyet” şarkısının güftesini de paylaşmak istiyorum.

“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime/Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime/Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime/Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime…”

Bütün bunları yazarken de aklıma İstanbul Sözleşmesi takıldı. İhsan Raif Hanım’ın yaşadıkları 1800’lü yılların sonu ve 1900’lü yılların başına denk geliyor. Bizler ise 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde hala çocuk gelinler olmasın, kadınlara kötü muamele edilmesin, namus cinayetleri işlenmesin, çocuklar cinsel tacize uğramasın, cinsiyet eşitliği sağlansın diye mücadele ediyoruz. Bu ülke insanları zamanı mı durdurmuş ki 1800’lü yılların sonu ve 1900’lü yılların başında yaşanan sorunları bugün hala tartışıyoruz? Acaba, diyorum, bu coğrafyanın genetik yapısı mı insanlarını çağ dışı hale getiriyor?

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *