Muhalif Analiz - İnanç Uysal
Bu yazı yayınlandığında Sayın Bahçeli’nin İsrail’e vermiş olduğu süre dolmuş olacak. Şahsen ben de ülkemizdeki insanların büyük çoğunluğu gibi hissiyat olarak Sayın Bahçeli ile oldukça yakın bir noktadayım. Ama tekrar edeyim hissiyat olarak. Yani aynı duyguları paylaşıyoruz, kendisi ile. Bu durum kişisel tarihimiz için oldukça istisnai. Ama yine de aynı şeyleri hissediyor olsak da yine aynı şeyleri düşünmüyoruz kendisi ile.
İsrail’in bugün yaptıkları da sicili de malum ve bugün yaptıklarına baktığınızda dünya üzerinde insan olma hassasiyetine sahip herkesin sinir uçları ile oynamak gibi bir amacı olduğu fikrine kolaylıkla ulaşabiliyorsunuz. Zaten yapıp ettiklerinin arkasında duranları da herkes biliyor. Ama o arkasında duran devletlerin halkları bile, hatta İsrail’deki ve dışardaki bazı Yahudiler bile İsrail’i insanlığa davet eden açıklamalar ve eylemler yapıyorlar.
Peki İsrail dünyanın gözü önünde neden bu kadar pervasız davranıyor acaba, her gün bir başka savaş suçu, hatta insanlık suçu işliyor. Neden toplasanız bütün Filistin’de yaşayan 5 milyona yakın zaten zor şartlarda hayatta kalmaya çalışan Arap’ları yok etmek için mi? Ya da onları yurtlarından sürmek için mi. Elbette görünen amaç bu ama aradaki güç farkına baktığınızda bu amaca ulaşmak için dünyanın gözü önünde bu kadar büyük suçlar izlemelerine de gerek yok gibi.
Mesele Hamas’tan intikam almak ise ve Filistin’deki her Arap’ın Hamas militanı olduğu fikrine sahip olmaları gerekir ki bunun böyle olmadığını onlar da biliyor. Bu noktada önce Hamas’ın çok yakın tarihine bir bakmak lazım sanırım. Orada da en önemli konu İran- Hamas yakınlaşması olsa gerek.
İran, 1979 İslam Devrimi’nden sonra Tahran’daki İsrail büyükelçiliğini Filistin Kurtuluş Örgütü’ne tahsis ederek yaptığı jestten itibaren Filistin davasına ve İsrail karşıtı mücadeleye çeşitli şekillerde destek vermiş bir ülke.
Fakat 2011’de başlayan Suriye iç savaşından sonra İran-Filistin ilişkileri farklı bir boyuta geçmişti. Çünkü Hamas yönetimi Suriye iç savaşında halkın hükümete karşı gösterdiği tepkilere destek verip Esad hükümetinin halka yönelik sert tutumunu değiştirmesi ve halkla iş birliği yapması gerektiğini savunmuştur. İran ise Suriye’deki ayaklanmanın ABD ve İsrail’in bir oyunu olduğunu öne sürerek buradaki gerçek amacın İran-Suriye direniş cephesini çökertmek olduğunu iddia etmişti. Yani Suriye meselesi İran-Filistin arasındaki ilişkilerin soğumasına neden olmuş, Hamas yönetimi merkezini Şam’dan Doha’ya taşımış ve İran’ın Hamas’a maddi desteği kesilmişti. Hamas o dönemde Türkiye ile daha yakın bir görüntü veriyordu.
Donald Trump’ın Başkan olması ile birlikte hem Körfez’deki Arap ülkeleri hem de İsrail için büyük değişim ve dönüşümlere yol açmıştır. Belki de Amerikan tarihi boyunca İsrail’e ekonomik, teknolojik ve askerî alanlardaki en cömert destek bu dönemde verilmiştir. Trump, iktidara gelişinin hemen akabinde ilk iş olarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti kabul eden yasayı onaylayarak Amerikan büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımıştı. Trump’ın ikinci hamlesi, Körfez’de İran karşıtlığını artırmak ve Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başını çektiği bir koalisyon oluşturmak olmuştu. Bu durum Körfez ülkeleri ile İsrail’i ABD himayesinde yakınlaştırırken, oluşturulan Arap koalisyonun hedefindeki iki aktör olan Hamas ve İran da bu gelişmeler üzerine yeni bir yakınlaşma sürecine girmişti. Burada bölge ülkelerinin Hamas’a olan tepkileri de özellikle dikkat çekicidir.
Trump’ın hamleleri Filistin davasını olumsuz etkilemiş, Hamas’a ve Filistin’deki diğer direniş örgütlerine Körfez’den sağlanan desteği sıfırlama noktasına getirmiştir. Bu süreçte Suudi Arabistan da kendi ülkesindeki Hamas üyelerine karşı operasyonlar düzenlemiş ve Hamas’a ait hesapları dondurmuştur. Benzer kısıtlamalar Mısır’daki darbeci yönetim tarafından da başlatılmış ve Hamas’ın Siyasi Büro Şefi İsmail Haniyye’nin bu ülkeye diplomatik ziyaretlerine sınırlama getirilmişti. Bütün bu gelişmeler Hamas’ı siyasi ve ekonomik olarak oldukça zora sokmuştu.
Bu yeni durum karşısında gerek Hamas’ın siyasi pozisyonu gerekse İran’ın uluslararası arenadaki durumu, 2012’den bu yana soğumuş olan ilişkilerin yeniden ısınmasına yol açmıştı. Zira iki taraf da Siyonist İsrail’in yok edilmesi ortak paydasında birleşmişti. 2017 yılına gelindiğinde Hizbullah’ın arabuluculuğu ile Hamas ve İran arasındaki diplomatik ilişkiler toparlanma sürecine girmişti. İsmail Haniyye’nin yeniden Hamas’ın büro şefi olarak seçilmesinin ardından İran-Hamas ilişkilerinin tekrar kurulmasının önü iyice açılmıştı.
Bütün bunların ardından İran ile Hamas arasında gerçekleşen buluşma sonrasında Hamas yetkililerinin yaptığı açıklamalarda İran ile görüşmelerin olumlu geçtiği ve İran’ın Filistin davasına destek verdiği ifade edilmiştir. Bu görüşmeleri yakından takip eden İsrail kaynakları, İran’ın Hamas’a 360 milyon dolarlık maddi destek vereceğini ve füze desteğine de devam edeceğini iddia etmişlerdi.
Sonrasında İran-Hamas yakınlaşması devam etti. Boyutları bilinmese de İran’ın Hamas’a silah ve para yardımı yaptığı 2019’dan beri hep konuşuldu. Hatta o dönemde konuyla yakından ilgilenen bir çok analist İran’ın Hamas marifeti ile İsrail’in güvenlik şemsiyesini vurmak için planlamalar yaptığını dahi iddia etmişlerdi.
Bu yukarıda Hamas üzerinden anlattığımız kısa tarih bize gösteriyor ki Hamas son yıllarda körfez ülkelerinden destek alamadı. Zaten son günlerde yaşanılanlara baktığımızda da Arap ülkelerinin verdikleri tepkilerin seviyesine bakınca aslında durumu az çok anlamak mümkün oluyor. Bu durumda Hamas ya İran’ın güdümüne girmiş ve İran tarafından finanse edilerek 7 Ekim’deki hamlesine hazırlanmış olmalı ki bu seçenek Rusya ve Çin’i de kapsar. Ya da Hamas’ı bir başka güç finanse etmiş, eğitmiş ve donatmış olmalı.
Hamas’ın 7 Ekim saldırılarına tepki veren birçok insan da zaten yapılan saldırının misillemesinin çok ağır olacağından ve bedelini Filistin Halkının ödeyeceğinden endişe ederek bu tepkileri vermişlerdi. Çünkü İsrail’in bu anlamda sabıkası zaten kabarıktı. Ancak İsrail bu sefer kendisinden beklenenin de ötesine geçti ve dünya kamuoyunun ve özellikle de Müslüman dünyasını kışkırtmak sınırsız bir kötülük sahneledi ve sahnelemeye de devam ediyor.
İşte böyle bir durumda İsrail’e ateşkes çağrısı yaparken tehdit de etmek son derece doğal bir duygusal tepki olsa da Hamas’ın bu ilişkilerini gözden kaçırmak tamiri imkansız zararlara yol açabilir. Bu konuda analize katılması gereken başka dinamikler de atlanmamalı diye düşünüyorum. İsrail Devleti’nin aymazlığının yanı sıra başta ABD olmak üzere batılı devletlerin de konuya askeri anlamdaki yaklaşımları oldukça düşündürücü.
Mesela ABD dünyanın en yeni ve en büyük uçak gemisi olan USS Gerald R. Ford'u İsrail kıyılarına gönderdi. Ardından ikinci uçak gemisi Dwight D. Eisenhower'ı gönderiyor. Üstelik 300 civarı bombardıman uçağı taşıyan her iki dev gemiye eşlik eden deniz üstü ve altı gemi filosu ve binlerce askerin de eşlik ettiği söyleniyor. İngiltere ve Fransa’nın da bunlara eşlik edeceği iddia ediliyor. Yığınağın daha da artacağı öngörülüyor.
Zaten bölgede Irak ve Suriye çok daha önceden terörize dilmiş ve istikrasızlık sağlanmıştı. Özellikle Suriye ve Afganistan’dan da ülkemize tam olarak kim olduklarını bilmediğimiz milyonların yerleştiğini unutmamak lazım. Elbette yukarı da bahsettiğimiz batı güçleri ve yine başta ABD tarafından desteklenen PYD-PKK da bu denklemde hesaba katılmalı.
Bütün bunlar da bize olayın sadece bir Gazze- Filistin ve Hamas meselesi olmadığını çok daha büyük şeylere hazırlıklı olmamız gerektiğini gösteriyor. Şimdi devlet aklının duygusal değil sakin olma zamanı. Bu noktaya kadar yetkili konumdaki siyasilerin oldukça doğru davrandıklarını söylemek de mümkün.
Zaten Türkiye’nin hem Hamas’ın son dönem ilişki biçimlerinden hem de batılı güçlerin davranış biçimlerinden dolayı beklenenden daha itidalli davrandığı söylenebilir. O arada Sayın Bahçeli’nin de halkın ve kendisinin gönlünden geçeni söylemesinde problem yok. Biraz rol çalmak gibi olsa da iyi bir iş bölümü.