Hadi bakalım normalleşiyoruz ey ahali. Ya da yumuşuyoruz ama siz neden hala mutsuzsunuz onu anlamıyor insan işte.
Önce bu iki kelime arasındaki tercih farkına bakalım isterseniz. İktidar tarafının normalleşme kelimesinden hoşlanmaması ve onun yerine yumuşama kelimesini tercih etmesi son derece normal bir durum. Çünkü diğer kelime ülkenin anormal bir durumda olduğunu kabul etmek anlamına gelir öncelikle, ki bu olacak iş değil elbette.
Yumuşama kelimesi ise bir lütuf içeriyor ve biz nankörler bunun farkında olmak zorundayız. Zaten hemen akabinde de gördük ki bu yumuşama hamlelerinden cesaret alarak saçma taleplerde bulunulmamak konusunda da uyarıldık topluca.
Şimdi bu normalleşme ya da yumuşama meseleleri aslında her iki taraf açısından da liderlerin birlikte poz vermesi, medya mensuplarına daha hoş görülü davranmak ve muhalefet tarafı açısından da ortaya dökülen kolluk ve yargı meselelerinden ibaret gibi görünüyor ama ülkede normalleşmesi gereken daha birçok konu var.
Mesela Futbol normalleşmeli, mesela liyakat meselesi normalleşmeli, mesela eğitim normalleşmeli, mesela eğitim alan insanların aldıkları eğitim karşılığında torpil bulmadan iş bulamama sorunu normalleşmeli, sağlık ve barınma gibi temel gereksinimlerin karşılanması meselesi normalleşmeli. Evet o arada kesinlikle adalete olan güven normalleşmeli.
Elbette o arada dilimiz de normalleşmeli. Tamam adı yumuşama olsun o bölümün, ama diğerlerinin adı mecburen normalleşme olacak. Belki de zaten dilimiz yumuşasa da anormale normal demek mümkün olmayacak
İktidarın özellikle bir tarafının güvenlik ve beka söylemi ile hayatta kalma gayreti toplumun içinde bulunduğu diğer sorunların yakıcılığı nedeni ile eskisi kadar teveccüh görmüyor orası belli. Oluşabilecek bir diyalog ortamı ile de gerçek sorunların daha çok konuşulabilme riski var ki bu iktidarın hiçbir unsuru tarafından tercih edilir değil. Ama o diyalog ortamı oluşmaz ise ne olacağının simülasyonu da yerel seçimlerde görüldü ve bu AKP tarafında ciddi bir rahatsızlığa da neden oldu.
Son tahlilde beka üzerinden güvenlik söylemli şikayetler duyduk yine iktidar sahiplerinden hem de hatta bir ara kendi içlerinde dahi yüksek sesle fikir ayrılıkları izledik. Bu sistem için alışıldık olmasa da koalisyon hükümetlerinde normaldir aslında, biz de bu tip şeyler yaşamayalım diye koalisyonlar olmasın diye değiştirmiştik zaten sistemi değil mi.
Neyse iktidar tarafındaki yeni akım nedeni ile önce güvenlik üzerinden halka şikayetler dinledik. Hemen hemen her endişe ifadesine katıldığım cümlelerin çözüm makamı tarafından söylenmesini eleştirmiştim. Lakin yanlış anlamışım sanırım, bu yeni bir strateji şeklinde karşımıza bir daha çıktı çünkü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İslami Finans Zirvesi'nde "Servet eşitsizliği tarihi bakımdan en yüksek seviyeye çıktı. En zengin yüzde 1'lik kesim küresel servetin neredeyse yarısına sahip. Alttaki yüzde 50'lik kesimin payı ise yüzde 1'i dahi geçmiyor. Fakirden zengine doğru artan bir servet transferi yaşanıyor. Afrika'dan Asya'ya milyarlarca insan bir avuç kişi için adeta seferber olmuş durumdadır" diyerek global servet transferinden şikayet etti. Ancak önce faizleri indirerek oluşan döviz zenginlerinden sonra KKM ile onların servetlerini koruma hamlelerinden. Ardından hem dövizi hem de faizi baskılayarak döviz basında bile anormal seviyelere çıkan o konutları yatırım aracı olarak alanların refah düzeylerinin halkımızın aklına gelmeyeceğini düşünmemiş olamaz değil mi?
Kaldı ki yeni tasarruf ve vergi hamleleri ile de öyle görünüyor ki en zengin yüzde 1 lik kesimin ulusal sınırlar içindeki bölümü yerine bedeli yine “en alttakiler” ödeyecek gibi.
O zaman biz de elimizi taşın altına koyup hem güvenlik ve adalet konularında hem de ekonomi eğitim sağlık konularında aldığımız şikayetlerin gereğini yapmalıyız anlaşılan. Bu tip basit konular için idarecilerimizi meşgul edecek değiliz ya. Hadi bakalım pamuk eller cebe.
Yorum Yazın